<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Otuz yıl önce yoksulluk konusu bol işlenirdi. Kırsal kesimin sefaleti, hatta kentlerde yaşayanların buna duyarsızlığı yazılırdı. 1980'li yıllara dek bu söylem sürdü. Ancak 1980'li yıllarda bu tür söylemler yoksulluk edebiyatı olarak nitelenmeye başladı. Adeta ayıp sayılır oldu. Gelir dağılımı duyarlığı toplumsal hafızadan kazınmaya çalışıldı. Sonunda büyük ölçüde başarıldı da.
Oysa makul bir yaşam standardı herkesin hakkı. Hatta uygarlığın gereği. Sağlıklı olmak, barınak, eğitim fırsatlarının olması, emeklilikte sıkıntısız bir yaşam sürdürebilmek günümüz insanının en temel hakları. Fakat bunların hepsi yeterli bir gelir gerektiriyor. Asıl sorun da burada. Üretmeyince gelir de olmuyor.
Düşük ücret elbette büyük bir adaletsizliktir. Herkes emeğinin karşılığını almalı ve makul bir yaşam standardı tutturmalıdır. Çalışanlar örgütlenirse ücretler de yükselir. Mesela kamuda çalışan işçilerin bu arada toplu sözleşme görüşmeleri sürüyor. Sendikalar eylem halinde. Hükümet ise katı davranıyor. Memurların sendikal haklarının olmaması nedeniyle maaşlarının düşük kaldığını, işçilerin ise aşırı yüksek olduğu görüşünü savunuyor.
Çalışanın sosyal hakları, ücretin
Irakta istikrarı sağlayamayan Amerikalıların yardım arayışına doğru Müslüman ülke yardımcı olmuyor. Çünkü dindaş bir toplumun ülkesinde işgalci sayılan bir güçle hareket etmek istemiyor. Öte yandan, etnik yapısı tam bir keşmekeş içinde olan Irakın üniter yapıya kavuşması giderek zorlaşıyor. İşte böylesi bir ortamda Türkiye Iraka göndermeli mi? Emin değiliz.Genelkurmay Başkanı "sıfır risk bir şey kazandırmaz" diyor. Hatta Özkök Paşa Irakta bulunmadığımız takdirde nelerden olabileceğimizi ima ediyor. Gerçekten Irakta bulunmamanın riskleri var. Birincisi, Irakta istikrarsızlık artar ve ülke bölünürse, Türkiyenin de ulusal bütünlüğü riske girer endişesi var. Türkiyenin devrede olması gerektiği, böylece ABD ile müzakere gücünün korunması savunuluyor. Doğru. Ancak yine de bu bir garanti değil. Kaldı ki, Irakın bölünmesiyle Türkiyenin ulusal bütünlüğü tehlikeye girecekse, bu risk her zaman var demektir. Oysa bizce Türkiyenin ulusal birliği son derece sağlamdır. Endişeye de gerek yoktur.Irak daha fazla karışırsa, bu istikrarsızlık Türkiyeyi de etkileyebilir, diye düşünülüyor olabilir. Ancak unutulmamalı; Türkiyenin tek başına bölgede bu denli yetkili olmasına da izin
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Hükümet yine Irak'a asker gönderme telaşına girdi. Mart ayında da hükümet Meclis'ten Irak'a asker gönderme yetkisi istemiş, ancak aynı tezkerenin içine topraklarımızda yabancı asker barındırma izni istediğinden tezkere reddedilmişti. Belki Amerikalılar o zaman Türkiye'de bulunma izni istemeselerdi, tezkere reddedilmeyebilirdi. Mesela o ara CHP Genel Başkanı Baykal bile Türk askerinin Kuzey Irak'ta bulunmasından yanaydı.
Irak'ta istikrarı sağlayamayan Amerikalıların yardım arayışına doğru Müslüman ülke yardımcı olmuyor. Çünkü dindaş bir toplumun ülkesinde işgalci sayılan bir güçle hareket etmek istemiyor. Öte yandan, etnik yapısı tam bir keşmekeş içinde olan Irak'ın üniter yapıya kavuşması giderek zorlaşıyor. İşte böylesi bir ortamda Türkiye Irak'a göndermeli mi? Emin değiliz.
Genelkurmay Başkanı "sıfır risk bir şey kazandırmaz" diyor. Hatta Özkök Paşa Irak'ta bulunmadığımız takdirde nelerden olabileceğimizi ima ediyor. Gerçekten Irak'ta bulunmamanın riskleri var. Birincisi, Irak'ta istikrarsızlık artar ve ülke bölünürse, Türkiye'nin de ulusal bütünlüğü riske girer endişesi var. Türkiye'nin devrede olması gerektiği, böylece ABD ile müzakere gücünün
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Nihayet hükümetten feryatlar gelmeye başladı. Ve Maliye Bakanı Unakıtan geçenlerde açıkladı: Ek bütçeye gerek var ve hazırlıklar da başladı. 2003 bütçesinin harcama büyüklüğü 146 katrilyon TL. Yılın ilk yedi ayında 83 trilyona yakın para, yani bütçenin yüzde 57'si harcanmış. Bu kadarıyla işler çok sorunlu görünmese de, alt kalemler incelendiğinde ödeneklerin üzerinde harcamalar gözleniyor. Ve yıl sonuna gelmeden ödenekler yetersiz kalacağından ek bütçe zorunlu hale geliyor.
Harcamaların disipline alınamadığı başlıca alan sosyal güvenlik. Sosyal güvenlik için 2003 bütçesinde öngörülen harcama 14.9 katrilyon TL. Bununla Emekli Sandığı'na, SSK'ya ve Bağ - Kur'a ödemeler yapılacak ve emekli maaşları ödenecek. Tabii bir de sağlık harcamaları karşılanacak. (Unutmayalım, sosyal güvenlik deyince aklımıza sadece emekli maaşları değil, ilaç reçeteleriyle sağlık harcamaları da gelmeli.)
Ancak ilk yedi ayda 10 katrilyonluk harcama yapılmış. Yani ödeneğin üçte ikisi harcanmış bile. Yılın geri kalanında işler böyle sürerse bu kalemde 2.2 katrilyonluk bir sapma oluşabilir. Bu da çok önemli.
Emekli Sandığı'na ayrılan yıl sonu ödenek 5.9 katrilyon. Bunun yüzde 69'u
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Geçtiğimiz üç gün Milliyet kafilesiyle Anadolu'yu dolaştık. Bayburt, Artvin ve Erzurum'da halkla söyleşiler yaparak dert dinledik. Amacımız halkın sesini duyurmaktı.
İki yıl önce yine Milliyet kafilesiyle Orta Karadeniz'e gittiğimizde kriz henüz çok tazeydi. Dertler, sorular hep krize yönelikti. Ancak kırsal yörelerin kentlere göre krizden daha az etkilendiği gözleniyordu. Bu da normaldi. Çünkü mali krizin tarımla ilgisi pek yoktu. Fakat halkın siyasetçiye büyük tepkisi vardı. Hükümeti adeta topa tutuyorlardı. Nitekim, 3 Kasım seçimlerinde hükümeti oluşturan partiler silinip gittiler.
Bu gezimiz krizden çıkış sürecinde gerçekleşti. Malum, ekonomideki toparlanma rakamlarla görülüyor. Bu da özellikle kentlerdeki yaşam düzeyine yansıyor. Ancak krizden pek etkilenmeyen kırsal yöre, bu toparlanmadan nasibini alamıyor. En önemli gözlemimiz bu. Özellikle geri kalmış yöreler için bu son derece acı. Çünkü yoksulluk bir türlü azalamıyor, hatta artıyor.
Ülkemizin en önemli sorunu işsizlik. Büyük kentlerde ekonomik konjonktüre bağlı olarak artan (veya azalan) işsizlik Anadolu kentlerinde hiç azalmıyor. Üç kentte de halka sorduk. Herkes, istisnasız, en büyük
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
On yıl önce gediğimiz Erzurum'da çok az şey değişmiş. Tersine yoksulluk, işsizlik artmış. Dolaşırken ayakkabımızı 17 yaşındaki Murat'a boyattık. Tabakhane mahallesinde oturan, dört kardeşten en büyüğü olan Murat'ın babası yokmuş. Kavruk kalmış. 8 - 9 yaşında görünen Murat'ın ailesi, askere gitmesin diye nüfusunu da geç yazdırmış. Büyüyünce mimar ya da mühendis olmak istiyormuş. Oysa okuyamayacağı o kadar belli ki. İçimizden haykırdık; nerede sosyal adalet, nerede sosyal demokratlar!
Erzurum aydın bir kent değil. Ancak aydınlardan besleniyor. 40 bin nüfuslu Atatürk Üniversitesi kenti besliyor. Geçmişte aşırı sağ baskı nedeniyle 2 bine yakın öğretim üyesi kaçmış. Şimdi yeni yeni toparlanıyormuş üniversite. Bölgede diğer geçim alanı hayvancılık da çeşitli nedenlerle giderek çöküyor. Doğu Anadolu Besiciler Birliği Başkanı Nazmi Ilıcalı bunu 24 Ocak kararlarına bağlıyor. Et ve sütün ithalinin serbest bırakılmasıyla maliyet olarak baş edemediğimiz hormonlu ürünler girmiş. Ilıcalı "Orada 300 kiloluk tosun hormonla 60 günde bir ton oluyor" diyor. Ilıcalı "Et meselesi yem meselesidir" derken ekliyor; "Yem ithal, o da çok pahalı". Ilıcalı tek çıkışı organik
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Artvin'e varır varmaz bölge yemeklerine saldırdık. Kuymak silor ve haruşonun tadı damağımızda kaldı. Artvin eğitim düzeyinin en yüksek olduğu ildi bir zamanlar. Üniversiteye girişlerde hep ön sırada yer alırdı. Ancak bu yıl irtifa kaybederek sondan dördüncü olmuş. Halk da buna isyan ediyor.
Erol Çağal bunu stajyer öğretmelerin atanmasına bağlıyor. "Artvinli okuyor, çünkü iş yok" diyor İbrahim İnal. "Şirin beldemize bacasız fabrika lazım." Yani üniversite ve turizm. Artvin'de KTÜ'ye bağlı orman ve eğitim fakülteleri var. Ama Artvinli yetinmiyor. "Bize daha fazla öğrenci gerek" diyorlar. Açıkçası, kentin geçimi memurluğa dayanınca Artvinli ister istemez okuyor.
Artvin en büyük göç veren illerden biri. İşsizlik had safhada. Son zamanlarda Deriner Barajı için ödenekler de kesilince, 1500 işçi çıkarılmış. Ali Günaldı, Kamil Demirkurt ve Hasan Yavuz üç emekli öğretmen. Bölgeye sanayi gelmeyeceğini biliyorlar ve işsizliğin önlenmesi için üniversite ve turizm yatırımı istiyorlar. Gerçekten de Artvin dağ turizmi için eşsiz.
Artvin'in kentlisi memur. Köylüsü ise yarı aç. Köylü küçük bahçecilik yapıyor ve bir inekle yetiniyor. Çoğu genç bölgeyi terk
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
İlçeden ile devşirilen her bölge böylece kalkınacağını sanır. Sonra hayaller gerçekleşmez. 14 yıl önce il olan Bayburt'ta da bunlar yaşanmış. Doğu Anadolu'nun çoğu yoksul yöresi gibi Bayburt da hayvancılıkla geçiniyor. Bunun yanı sıra biraz arıcılık, biraz da pancar üretimi var. Bu kadar faaliyetle Bayburt'un daha yoksul olması gerekir ama bereket "Alamancı akrabalar" var. Onlar para yolluyormuş. Bayburt'ta önce Vali Osman Dıraçoğlu'nundan bir brifing aldık. Vali bir çok projeden söz etti. Bunların ikisi çok önemliymiş.
Biri Atatürk Üniversitesi'ne bağlı Eğitim Fakültesi kurulması, diğeri de Organize Sanayi Bölgesi. Gerçekten üniversite Bayburt'un çehresini değiştirebilir. Ama bu fakülteden çok daha büyüğü meslek yüksekokulu olarak uzun süredir var. Ama Bayburt hâlâ aynı yerde. Her ilde olduğu gibi, organize sanayi bölgesi tamamlanır tamamlanmaz fabrikalar dolacak sanılıyor. Hayal işte. Altyapısı tamamlanmış boş sanayi arsaları yıllarca kalıyor. Kaldı ki, bu alanlara hangi sanayinin geleceği de planlanmamış. Vali 18 projeden söz etti. Demirözü sulama barajı önemli. 36 km ötede Kelkit'ten bağlanacak doğalgaz boru hattı da katkı sağlar.
Ancak