<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
1999 yılından beri ülkemizde tam 12 banka kapandı. Çoğu (20 banka) önce Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredildi. Bir biçimde yaşatıldı. Allanıp pullanıp satılmaya çalışıldı. Ama sonunda alıcı bulamadığından kapandı. Hem de ne bankalar. Tarihi, anlı şanlı bankalar Karacaahmet'e gitti.
5 banka Sümerbank'la, 5 banka Bayındırbank'la, 2 banka da Etibank'la birleşti. Sümerbank daha sonra satıldı. Bayındır ise şimdi Varlık yönetiminden sorumlu. Etibank tasfiye sürecinde. Bank Ekspress, Demirbank, Sitebank ve Tarişbank başarıyla satıldı. Ama Pamukbank hala satışta. Talibi yok. Türkbank ise tasfiyede.
Doğru yöntem ne? Batan bankalara ne yapmak gerek? Bankaları gözetliyor, denetliyoruz. Ancak sonra herhangi bir yetersizlikte banka mutlaka kapanmalı mı? Yoksa ilelebet kamu desteğiyle piyasada kalmasına mı çalışılmalı? Konu gerçekten önemli. Yaz başlarında IMF'nin bir yayını çıktı: "Gözetim müdahalesinden sonra ne olur? Banka kapatmayı dikkate alma."
Bankaların mali yapıları şirketlerden farklı. Şirketlerin sattıkları mallar normal koşullarda kendi varlıklarıdır. Bankaların ise kredi verdikleri paranın büyük kısmı borçtur; mevduat. Banka alacaklarını tahsil
Bayburtu il yapan Özal, aylar sonra Bayburta gitmiş. İlk defa görecekmiş il yaptığı ilçeyi. Yolda helikopterle gelirken tepeden şöyle bir bakmış kente. Sonra "keşke buraya bir baraj koysaymışız" demiş. Doğru, ya da yanlış. Ama Bayburtun çorak olduğu kesin.Ekonomik durumumuz da böyle. İki sav var. Bunlardan ilki "her şey iyiye gidiyor, durum fevkalade" görüşü. İkincisi de "dengelerin hiç de göründüğü gibi iyiye gitmediği" görüşü. Doğrusu hangisi? Değerlendirelim.Gerçekten enflasyon sürekli düşüyor. Büyüme rakamları da gayet olumlu. Kaldı ki, uygulanan programın temel hedefi sürdürülebilir bir büyüme hızının elde edilmesi. 2002 ve 2003 yıllarında üst üste yüksek büyüme performanslarının elde edilmesi bu yöndeki önemli bir aşamayı gösteriyor. Geçen yıl yüzde 7.8lik bir milli gelir büyümesinden sonra, bu yıl yine oldukça yüksek bir büyüme hızı elde edilirse, milli gelir yüzde 13 kadar büyümüş olacak.Gelecek yıl da bu yüksek büyümenin tekrar etmemesi için bir neden yok. Yeter ki, enflasyon düşmeyi sürdürsün. Çünkü enflasyon belirsizlik yaratıyor, yatırımları engelliyor. Şu andaki düşüş trendi sürerse, 2004 yılında enflasyon ortalama olarak yüzde 15 civarında olacak. Bu da reel faizleri
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Bayburt fıkraları meşhurdur. Gümüşhanelilerle Bayburtlular pek sevişmezler. Geçenlerde Bayburt ziyaretimizde bir devlet yetkilisi bir anekdot aktardı. Doğru mu, bilinmez. Belki de Gümüşhanelilerin uydurmasıdır.
Bayburt'u il yapan Özal, aylar sonra Bayburt'a gitmiş. İlk defa görecekmiş il yaptığı ilçeyi. Yolda helikopterle gelirken tepeden şöyle bir bakmış kente. Sonra "keşke buraya bir baraj koysaymışız" demiş. Doğru, ya da yanlış. Ama Bayburt'un çorak olduğu kesin.
Ekonomik durumumuz da böyle. İki sav var. Bunlardan ilki "her şey iyiye gidiyor, durum fevkalade" görüşü. İkincisi de "dengelerin hiç de göründüğü gibi iyiye gitmediği" görüşü. Doğrusu hangisi? Değerlendirelim.
Gerçekten enflasyon sürekli düşüyor. Büyüme rakamları da gayet olumlu. Kaldı ki, uygulanan programın temel hedefi sürdürülebilir bir büyüme hızının elde edilmesi. 2002 ve 2003 yıllarında üst üste yüksek büyüme performanslarının elde edilmesi bu yöndeki önemli bir aşamayı gösteriyor. Geçen yıl yüzde 7.8'lik bir milli gelir büyümesinden sonra, bu yıl yine oldukça yüksek bir büyüme hızı elde edilirse, milli gelir yüzde 13 kadar büyümüş olacak.
Gelecek yıl da bu yüksek büyümenin
Fakat iki yıldır gözlenen ekonomik canlanmaya rağmen işsizlik azalmıyor. Eğitimli gençlerin üçte biri, kadınların da üçte ikisinin işsiz durumda olması insanı üzüyor.Malum en önemli sorunumuz işsizlik. Bu konuda acilen önlem almamız gerekiyor. Bunu sadece ekonomik büyümeye bırakırsak, hiç de istenilmeyen toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz. Çünkü ekonomik büyüme uzun vadede işsizliği ortadan kaldırsa da, kısa vadede tersi olabiliyor. Nitekim, 2002 yılında, hatta 2003 yılının ilk çeyreğinde olduğu gibi, büyüme gerçekleşirken işsizlik arttı.Bundan bir süre önce Milliyet ve TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) "güçlü ve büyük Türk ekonomisi için üretim ve istihdam politikaları" üzerine bir araştırma yarışması düzenlemişti. Geçen hafta da Ankarada ödül töreni vardı.Bizim de katıldığımız yarışma jürisi birinciliğe layık bir çalışma göremedi. Fakat ikincilik ödülünü Prof. Dr. Ömer Faruk Çolak ile Dr. Naim Ardorun ortak çalışması elde etti. Çalışma konuyu daha çok büyümenin sürekliliği açısından ele alıyor. Kamuda ve özel kesimde yönetişim sağlanırsa istihdam yaratılmanın da uygun ortamı sağlanabileceği belirtiliyor. Kısacası, kurumsal reformcu bu yaklaşım aslında
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Önceki gün 2003 yılına ait büyüme rakamları açıklandı. Gayri safi yurtiçi hasıla geçen yılın ikinci çeyreğine göre yüzde 3.9, gayri safi milli hasıla ise yüzde 3.7 artmış. Bu veriler ekonomideki ısınmanın yavaşladığını gösteriyor. Ama unutmayalım geçen yılın da ikini yarısında büyüme hayli yüksekti. Dolayısıyla elde edilen bu rakamların düşüklüğü daha çok teknik. Yoksa durum hiç fena değil.
Fakat iki yıldır gözlenen ekonomik canlanmaya rağmen işsizlik azalmıyor. Eğitimli gençlerin üçte biri, kadınların da üçte ikisinin işsiz durumda olması insanı üzüyor.
Malum en önemli sorunumuz işsizlik. Bu konuda acilen önlem almamız gerekiyor. Bunu sadece ekonomik büyümeye bırakırsak, hiç de istenilmeyen toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz. Çünkü ekonomik büyüme uzun vadede işsizliği ortadan kaldırsa da, kısa vadede tersi olabiliyor. Nitekim, 2002 yılında, hatta 2003 yılının ilk çeyreğinde olduğu gibi, büyüme gerçekleşirken işsizlik arttı.
Bundan bir süre önce Milliyet ve TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) "güçlü ve büyük Türk ekonomisi için üretim ve istihdam politikaları" üzerine bir araştırma yarışması düzenlemişti. Geçen hafta da
Önce bütçeyi değerlendirelim. Ağustos ayında 5 katrilyonluk faiz - dışı fazla elde edilmiş. Böylece ilk sekiz ayda 15.5 katrilyona ulaşılmış oluyor. Yıl sonu faiz - dışı fazla hedefi de 20.3 katrilyon. Yani hedefin dörtte üçü sağlanmış durumda. Geçen yılın faiz - dışı fazla performansı ile toplu olarak karşılaştırdığımızda, başarı açıkça gözleniyor.Ancak yanılmayalım. Bu kanıya son ay elde edilen veri ile varıyoruz. Mesela mart ayında faiz - dışı fazla geçen yıla göre neredeyse yarı düzeydeydi. Nisanda geçen yıla göre 4 kat olsa da, mayısta ise yarı yarıyaydı. Keza haziranda ve temmuzda da. Bu performans karşısında biz de ister istemez kaygılanmış ve yıl sonu hedefinin tutmayabileceği üzerine ikazlarda bulunmuştuk.Bütçedeki bu ayın parlak performans, hem harcamalardaki ani kesinti, hem de gelirlerdeki önemli artıştan kaynaklanıyor. Bu bir ölçüde harcama disiplininden, bir miktar da vergi barışından gelen paradan kaynaklanıyor. Ancak yine de uyaralım. Yıl sonuna dek 20.3 katrilyonu bulmak için her ay neredeyse 1.5 katrilyon fazlalığın bulunması gerekiyor. Bu da, olanaksız olmasa da, çaba gerektiriyor. Öte yandan, bu hedef tutarsa, borç dinamikleri bakımından çok olumlu bir
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Önceki gün Maliye Bakanlığı ağustos ayına ait bütçe verilerini açıkladı. Bu rakamlar piyasaları ve meslektaşlarımızı sevindirdi. Çünkü bütçede faiz - dışı fazla, yani harcamaların gelirlerden eksik kısmı, bir hayli fazlaydı. Daha sonra, aynı gece bir başka haber geldi. ABD yönetiminin, 8.5 milyar dolar krediye dönüşebilir 1 milyar dolarlık hibe için son adımı atarak, Kongre'ye olumlu görüşünü bildirdiği açıklandı.
Önce bütçeyi değerlendirelim. Ağustos ayında 5 katrilyonluk faiz - dışı fazla elde edilmiş. Böylece ilk sekiz ayda 15.5 katrilyona ulaşılmış oluyor. Yıl sonu faiz - dışı fazla hedefi de 20.3 katrilyon. Yani hedefin dörtte üçü sağlanmış durumda. Geçen yılın faiz - dışı fazla performansı ile toplu olarak karşılaştırdığımızda, başarı açıkça gözleniyor.
Ancak yanılmayalım. Bu kanıya son ay elde edilen veri ile varıyoruz. Mesela mart ayında faiz - dışı fazla geçen yıla göre neredeyse yarı düzeydeydi. Nisanda geçen yıla göre 4 kat olsa da, mayısta ise yarı yarıyaydı. Keza haziranda ve temmuzda da. Bu performans karşısında biz de ister istemez kaygılanmış ve yıl sonu hedefinin tutmayabileceği üzerine ikazlarda bulunmuştuk.
Bütçedeki bu ayın parlak
Bunun bir nedeni, ABD Türkiyeye 1 milyar dolarlık bir hibede bulunması. Diğeri de enflasyon verileri. İlk bakışta 1 milyar dolar düşük gibi gelse de, krediye dönüştürüldüğünde 8.5 milyar dolar ediyor. Hem de uzun vadeli. Bu da Hazinenin borç sorununu büyük ölçüde rahatlatıyor. Öte yandan, bu yıl enflasyon hedefinin (yüzde 20) yine tutacağı görünüyor.Gerçekten Türk ekonomisi iyi bir yerde mi? Yoksa belli riskler sürüyor mu?.. Ekonomide belli bir iyileşme var. Hem büyümenin arttığı, hem de enflasyonun düştüğü gözleniyor. Üstelik bu iki iyileşme genellikle birarada gözlenmemesine rağmen.Ancak elde edilen bu büyüme gelir dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırmıyor. Çünkü işsizlik bir türlü azalmıyor. Hatta aksine artıyor. Öte yandan, Türk Hazinesinin borçları milli gelir içinde yüzde 70lere varıyor. Yani çok yüksek. Bütçede de iki yıldır istenen ölçülerde faiz - dışı fazla ortaya çıkmıyor. Kısacası, kamu dengesinde arzulanan performans elde edilemiyor. Dış dengede de sorunlar var. Cari işlemler açığının yıl sonunda 7 milyar doları aşacağı öngörülüyor. Üstelik kur da reel olarak aşırı değerlenmiş durumda. Bir başka deyimle, hedeflerde olumlu gelişmeler gözlenmesine rağmen, temelde