<#comment>#comment>AK Parti iktidarının ilk haftasında iyi hazırlandıkları izlenimi edinildi. Milletvekillerinin Meclis lojmanlarına taşınmayarak halkın içine yerleşmeleri, bakanlara ricalarını yazılı olarak verme ilkeleri ve Bakanlar Kurulu’nda tutanak tutma kurallarının getirilmesi gerçekten takdir topladı.
Ancak geçen hafta falsolar gözlenmeye başladı. Bülent Arınç’ın eşini başörtüsüyle devlet protokolüne taşıması çok gereksizdi. Yanlış anlaşılmasın; başörtüsüne karşı değiliz. Karşı olduğumuz kör gözün parmağına, aceleci biçimde ülkede gerginlik ve cepheleşme yaratan bu meydan okuyan eda.
Ertesi gün Arınç’ın basına verdiği açıklama da hiç ikna edici olmadı. Sözde TSK’nın toplantılarına eşini alacak kadar akılsız değilmiş. Yani? Sayın Arınç TSK’yı önemseyecek, Cumhurbaşkanlığı’nı önemsemeyecek! Özrü kabahatinden beter.
Önceki gün hükümet programında Anayasa değişikliğinden bahsedildi. Ancak bu değişiklikler açıklanmadı. Şimdi birçok aydın AKP’nin gizli acendalarından dem vuracak.
Asıl büyük falsolama ise ekonomi alanında gözleniyor. AK Parti sanki bir takiye içinde. Bir yandan, sıkı bütçe politikasından ve faiz - dışı fazladan ödün vermeyeceğini belirtiyor, ama
Baştan belirtelim; TL bir miktar aşırı değerli. Ama bu, kurun hemen ve mutlaka yukarı gitmesini gerektirmez. Çünkü esnek kur sisteminde döviz kurunu arz - talep dengesi belirler. Zaman zaman bazı meslektaşlarımız kurun enflasyonu karşılamadığı durumlarda, hemen kaygılanıveriyor. Oysa döviz kuru artık enflasyona göre değil, piyasalar tarafından, arz - talebe göre belirleniyor.Bu çok önemli. Yararlı da. Güney Asyada kriz Taylanddan tetiklendiğinde bölgede enflasyon sorunu olan ülke pek yoktu. Tay bahtı değer kaybedince rakip ülkeler devalüasyona gitmek zorunda kaldılar. Çünkü biri devalüasyon yapınca, diğerleri dış rekabet açısından zorlanmaya başladı. Oysa kur rejimi dalgalı olsaydı, elbette krize girmeyeceklerdi.Türkiyede Merkez Bankası uzun bir süredir reel efektif döviz kuru denilen bir endeksi izliyor. Bu endeks kurların enflasyona göre arındırılmış değerini gösteriyor. Baz alınan dönem ise 1995; yani 1994 devalüasyonu sonrası kurun dengeye kavuştuğu nokta.Bu endekslerde toptan eşya fiyatlarını (TEFE) temel almak daha mantıklı. Çünkü dış ticarette TEFE baz alınabilir. Ancak tüketici fiyatları da göz ardı edilmemeli. Vatandaşların 43 milyar doları aşan döviz mevduatı varsa,
<#comment>#comment>Dünkü yazımızda vatandaşların dövize ne denli önem verdiğini yazmıştık. Tasarrufların neredeyse yarısı döviz. Haliyle kur ilgi alanı haline geliyor. Seçim öncesi 1.700.000 TL’ye tırmanan dolar aşağıya doğru seyrederek 1.600.000 TL’nin altında işlem görmeye başlayınca, bazıları kaygılanmaya başladı. Daha doğrusu bu kuru aşırı düşük bulanlar var.
Baştan belirtelim; TL bir miktar aşırı değerli. Ama bu, kurun hemen ve mutlaka yukarı gitmesini gerektirmez. Çünkü esnek kur sisteminde döviz kurunu arz - talep dengesi belirler. Zaman zaman bazı meslektaşlarımız kurun enflasyonu karşılamadığı durumlarda, hemen kaygılanıveriyor. Oysa döviz kuru artık enflasyona göre değil, piyasalar tarafından, arz - talebe göre belirleniyor.
Bu çok önemli. Yararlı da. Güney Asya’da kriz Tayland’dan tetiklendiğinde bölgede enflasyon sorunu olan ülke pek yoktu. Tay bahtı değer kaybedince rakip ülkeler devalüasyona gitmek zorunda kaldılar. Çünkü biri devalüasyon yapınca, diğerleri dış rekabet açısından zorlanmaya başladı. Oysa kur rejimi dalgalı olsaydı, elbette krize girmeyeceklerdi.
Türkiye’de Merkez Bankası uzun bir süredir reel efektif döviz kuru denilen bir endeksi izliyor. Bu
Toplumun önemli bir kesiminin ya cebinde, ya yastığının altında, ya da bankasında döviz bulunuyor. Cepteki veya yastık altındaki döviz miktarını tahmin edemiyoruz. Ama bankalardaki dövizlerin miktarı biliniyor; 43 milyar dolara yakın. Ancak en az bir o kadar da yurtdışına kaçmış döviz var. Hatta Türklerin yurtdışındaki parasının yurtiçindekinden fazla olduğunu, 55 milyar dolar civarında olduğu da tahmin ediliyor.Paranın yurtdışına kaçması kuşkusuz güvensizlikten kaynaklanıyor. Ülkesine güvenmeyen alıyor parasını götürüyor yurtdışına. Ve genellikle bunu yapanlar varsıl kesim. Ne de olsa yabancı bankalardaki işlerini yürütmek zorunda. Ya da sık sık yurtdışına çıkarak hesabıyla ilgili işlem yapmak zorunda. Bununla beraber, bu tür tasarrufçular paralarını pek sık ellemezler. Döviz mevduatı olarak paralar İsviçre bankasını ısıtır.Ancak dikkat edilirse hala para kaçırma deyimi kullanılıyor. Oysa yurtdışına para çıkarmak artık serbest. Demek ki, yasaklı dönemlerden kalma deyim sürüyor. Ancak bunun bir başka nedeni daha var; sistem o denli riskli ki, kaçıran adeta parasını kurtarıyor. Gerçi yurtdışına para kaçırmayı engellemek için ülkemizde her şey yapıldı. Yurtiçindeki bankalara
<#comment>#comment>Ülkemizde mevduatın önemli bir kısmı hala döviz. Vatandaşlarımızın döviz fetişinin pek kolay sona ereceğini sanmıyoruz. Çünkü döviz gerçekten uzun vadede en risksiz tasarruf aracı. Kaldı ki, öylesine likit ki, ülkemizde adeta bir değişim aracı olmuş. Yani döviz neredeyse yerel para.
Toplumun önemli bir kesiminin ya cebinde, ya yastığının altında, ya da bankasında döviz bulunuyor. Cepteki veya yastık altındaki döviz miktarını tahmin edemiyoruz. Ama bankalardaki dövizlerin miktarı biliniyor; 43 milyar dolara yakın. Ancak en az bir o kadar da yurtdışına kaçmış döviz var. Hatta Türklerin yurtdışındaki parasının yurtiçindekinden fazla olduğunu, 55 milyar dolar civarında olduğu da tahmin ediliyor.
Paranın yurtdışına kaçması kuşkusuz güvensizlikten kaynaklanıyor. Ülkesine güvenmeyen alıyor parasını götürüyor yurtdışına. Ve genellikle bunu yapanlar varsıl kesim. Ne de olsa yabancı bankalardaki işlerini yürütmek zorunda. Ya da sık sık yurtdışına çıkarak hesabıyla ilgili işlem yapmak zorunda. Bununla beraber, bu tür tasarrufçular paralarını pek sık ellemezler. Döviz mevduatı olarak paralar İsviçre bankasını ısıtır.
Ancak dikkat edilirse hala para kaçırma deyimi
Dar ve çalışabilir bir kabine düşünüldüğü gözleniyor. Kaldı ki, tek parti hükümetlerinde yönetim sorunu olmaz. Bu nedenle hükümet gayet hızlı çalışabilir. Genç bir kabine göreve gelmiş. Özellikle de üst düzey kabine üyeleri. Bu da yakın geçmişe göre önemli bir farklılık. Ekonominin tek elden, bir başbakan yardımcılığıyla, eş - güdüleceği anlaşılıyor. Yani ekonominin gerçek patronu aslında Abdüllatif Şener. Bu da gerek uluslararası kurumlarla ilişkilerde, gerekse karar almada etkinliğin sağlanacağını gösteriyor. Ilımlı isimlerin ağırlıkta olduğu gözleniyor. Dolayısıyla tepkilerden, gerginliklerden kaçınılmakta. Gerçi Erdoğanın kader arkadaşları yine en üst mevkilere gelmişler. Ancak devlet tecrübesi olan siyaset adamlarının eski konumlarına getirilmesi, olası deneyimsizliklerden kaçınıldığını gösteriyor. Başbakan Gül. Ama genel doğrultuların saptanmasında Başbakanın yetkilerini Erdoğanla paylaşacağı anlaşılıyor. Gerek kabinenin oluşumunda, gerekse hükümet programının belirlenmesinde Erdoğanın belirleyici olması bunu apaçık gösteriyor. Önceki akşam Başbakan Abdullah Gül kabine konusunda Cumhurbaşkanı Sezer ile uzlaşımcı görünürde pek bir sorun kalmamış görünüyor. Hayırlı olsun.
<#comment>#comment>Önceki akşam Başbakan Abdullah Gül kabine konusunda Cumhurbaşkanı Sezer ile uzlaşımcı görünürde pek bir sorun kalmamış görünüyor. Hayırlı olsun. Kabineye ilişkin ilk bakışta gözümüze çarpanlar şöyle:
Dar ve çalışabilir bir kabine düşünüldüğü gözleniyor. Kaldı ki, tek parti hükümetlerinde yönetim sorunu olmaz. Bu nedenle hükümet gayet hızlı çalışabilir.
Genç bir kabine göreve gelmiş. Özellikle de üst düzey kabine üyeleri. Bu da yakın geçmişe göre önemli bir farklılık.
Ekonominin tek elden, bir başbakan yardımcılığıyla, eş - güdüleceği anlaşılıyor. Yani ekonominin gerçek patronu aslında Abdüllatif Şener. Bu da gerek uluslararası kurumlarla ilişkilerde, gerekse karar almada etkinliğin sağlanacağını gösteriyor.
Ilımlı isimlerin ağırlıkta olduğu gözleniyor. Dolayısıyla tepkilerden, gerginliklerden kaçınılmakta. Gerçi Erdoğan’ın kader arkadaşları yine en üst mevkilere gelmişler. Ancak devlet tecrübesi olan siyaset adamlarının eski konumlarına getirilmesi, olası deneyimsizliklerden kaçınıldığını gösteriyor.
Başbakan Gül. Ama genel doğrultuların saptanmasında Başbakan’ın yetkilerini Erdoğan’la paylaşacağı anlaşılıyor. Gerek kabinenin
AKPnin iktidara tırmanışı, bazıları tarafından Anadolu sermayesinin İstanbula başkaldırışı olarak değerlendiriliyor. Ancak İstanbul ve Anadolu sermayesi arasındaki temel fark sosyo - kültüreldir. Ekonomik boyut ise arka plandadır.Modernist aydınlara karşı gelenkçi kesimin kazandığı bu zafer sonunda köyde pekmez kaynatan bir babanın oğlunu başbakan yapmıştır. Ancak dün hükümeti kurmakla görevlendirilen Abdullah Gül, dikkatli davranmalıdır. Çünkü toplumda derin bir gerginlik vardır ve bu medya tarafından yatıştırılmaya çalışılmaktadır.Önce ekonomi. AKP iktidarı ekonomide beceriksiz olursa, ağzıyla kuş tutsa, ilk seçimde hüsranla karşılacaktır. Gerçi ekonomik alanda rahat bir dönem devralınmıştır. Ortada büyük bir fırsat vardır. Kriz büyük ölçüde atlatılmış ve büyüme filizlenmeye başlamıştır. AKPnin somut ve tarihli bir uygulama planı olduğu da önceki gün Genel Başkan Tayyip Erdoğanın açıklanmasından anlaşılmaktadır. Bu da memnuniyet vericidir.AKP hükümeti önünde uzun bir zaman olduğunu unutmamalıdır. Ekonomik ferahlamaya hemen geçmek istenirse, dengeler bozulacak ve birkaç yıl sonra sandık önlerine gelindiğinde, daralmacı politikalar kaçınılmaz olacaktır. Bu da onlara oy