Bazı okuyucularımıza açıklayalım: Namazın son duası ettehıyyatüdür. Ancak bu son duadan önce insanoğlunun bu ve öbür dünyaya ilişkin bir başka duası okunur. O da "Rabbena atina fiddünya"dır...Kuşkusuz henüz enflasyon tamamıyla ölmedi. Enflasyon hala yüzde 46 gibi bir düzeyde. Yani uzun bir yolumuz var ve rehavete kapılmamalıyız. Ancak açıklanan rakamlar da bir hayli umut veriyor. Merkez Bankasının (MB) hedeflediği yüzde 35lik enflasyonun yıl sonunda elde edilebileceği görünüyor.MB üstü kapalı bir enflasyon hedeflemesi izliyor. Kısa vadeli faizleri piyasalarda beklenen enflasyonun üstünde belirliyor. Ama, yıl sonu enflasyon hedefi belli olmasına rağmen, ara dönemler için henüz bir açıklamada bulunmuyor. Bunun erken olduğunu, diğer dengelerin yerli yerine oturmadığını düşünüyor.MB bir süredir anket yoluyla şirketlerden ve bankalardan bekledikleri enflasyonu ölçüyor. İlk aylarda bu tahminler yüzde 50lere varıyordu. Yani hayli yukarıdaydı. Bu farka MB "kredibilite noksanlığı" diyor. Yani konulan hedefe inanmayanların yüzde oranı. Bu oran her geçen gün düşüş göstererek en son yüzde 1.5a kadar gerilemişti. Böylece kısa vadeli faizler de indi. Hazinenin de kısa vadeli borçlanmasının
<#comment>#comment>Önceki akşam mayıs ayı fiyat endeksleri açıklanınca yurtdışında bulunan bir meslektaşım aradı. "Bu ne rakamlar öyle?" diye şaşkınlığını ifade edince, ben de "dua ediyorum; ya ettehıyyatü, ya rabbena" dedim. Meslektaşım şaşırdı. Mümin olmadığından olsa gerek, tam anlayamamıştı. Ben de açıkladım: "Ya enflasyon hikayesinin sonuna geldik, ya da enflasyon öldü bile, o zaman da artık arkasından dua etmemiz gerekiyor" dedim.
Bazı okuyucularımıza açıklayalım: Namazın son duası ettehıyyatüdür. Ancak bu son duadan önce insanoğlunun bu ve öbür dünyaya ilişkin bir başka duası okunur. O da "Rabbena atina fiddünya"dır...
Kuşkusuz henüz enflasyon tamamıyla ölmedi. Enflasyon hala yüzde 46 gibi bir düzeyde. Yani uzun bir yolumuz var ve rehavete kapılmamalıyız. Ancak açıklanan rakamlar da bir hayli umut veriyor. Merkez Bankası’nın (MB) hedeflediği yüzde 35’lik enflasyonun yıl sonunda elde edilebileceği görünüyor.
MB üstü kapalı bir enflasyon hedeflemesi izliyor. Kısa vadeli faizleri piyasalarda beklenen enflasyonun üstünde belirliyor. Ama, yıl sonu enflasyon hedefi belli olmasına rağmen, ara dönemler için henüz bir açıklamada bulunmuyor. Bunun erken olduğunu, diğer
Öncelikle bazı konuları açıklığa kavuşturalım. İlk önce döviz kuruyla başlayalım. Döviz kurundaki yükselişten ekonomi yönetiminin son derece memnun olduğu aşikar. Öylesine ki, Merkez Bankası haziran ayındaki döviz alım ihalelerinin süreceğini açıkladı. Demek ki, serbest bırakılırsa kurda düşüş beklentisi var. Haklılar da. Çünkü petrol fiyatlarındaki, yani ihtalat rakamlarındaki artışlara rağmen, yaz aylarında döviz arzı fazlalığı sürecektir. Buna rağmen, parite farkını koyarsak, son günlerdeki tırmanmayla dolar zaten 1.485.000 TL düzeyine geldi. Kur siyasetteki çalkantılar sürmesiyle daha da yükselse bile sonunda tekrar denge bulacaktır. Yani pek gideceği bir yer de kalmadı. Üstelik bu rakam ihracatçıyı fazlasıyla rahatlatmakta.İkincisi, faizlerde, yani Hazinenin borçlanma maliyetlerinde, belli artışlar gerçekleşebilir. Ancak bunlar geçici kalır. Çünkü artık kısa vadeli faizin belirleyicisi Merkez Bankasıdır. Eski sisteme odaklaşmış ekonomik görüşlere itibar edilmemelidir. Kısa vadeli faizler çok değişmeyeceğinden bonolarda sınırsız bir fiyat düşüşü görülmeyecektir. Nihayet, bu çalkantılı dönemde Hazine borçlanma vadesini kısaltarak MBnin belirlediği maliyete yakın düzeylerden
<#comment>#comment>Piyasaların yine asabı bozuldu. Bono faizleri 10 puana yakın yükselirken, döviz kurunda da ciddi artışlar oldu. Ecevit’in sağlık sorunları piyasaları fazlasıyla tedirgin etmiş durumda. Olasılıkla oyuncular Ecevit’in görevini sürdüremeyeceğini ve başka arayışlara geçileceğini düşünüyorlar. Gerçekten kolay bir geçiş görünmüyor. Hükümette değişiklikler de olabilir. Ancak sakin olmakta yarar var. Maneviyatlar göstergelerden ve ekonomik verilerden çabuk bozuluyor. Göstergeler de bir krizin çok ötesinde. Sağlam bir kamu maliyesi ve ödemeler dengesi gerçekleşiyor.
Öncelikle bazı konuları açıklığa kavuşturalım. İlk önce döviz kuruyla başlayalım. Döviz kurundaki yükselişten ekonomi yönetiminin son derece memnun olduğu aşikar. Öylesine ki, Merkez Bankası haziran ayındaki döviz alım ihalelerinin süreceğini açıkladı. Demek ki, serbest bırakılırsa kurda düşüş beklentisi var. Haklılar da. Çünkü petrol fiyatlarındaki, yani ihtalat rakamlarındaki artışlara rağmen, yaz aylarında döviz arzı fazlalığı sürecektir. Buna rağmen, parite farkını koyarsak, son günlerdeki tırmanmayla dolar zaten 1.485.000 TL düzeyine geldi. Kur siyasetteki çalkantılar sürmesiyle daha da yükselse bile sonunda
Fiatın yüzde 80i Fiat ve Agnelli ailesine ait. Geri kalan yüzde 20 ise Amerikan şirketi General Motors tarafından satın alınmış durumda. Geçen yıl eylül ayında tüm borsalar düşerken Fiatın fiyatları da düşmüştü. Ancak nisan ayı itibariyle borsalar toparlandı. Oysa Fiat hala kan kaybediyor.Kan kaybının nedeni basit: Geçen yıl 549 milyon euro zarar eden grup bu yıl daha da fazla zarar bekliyor. Fiatın yurtdışındaki bazı operasyonları (Brezilya, Polonya ve Türkiye) geçen yıl çok kötü performans göstermişti. Yurtiçinde de durum parlak değil. Fiat içeride o kadar egemen ki, içeriye girmek için büyük ölçüde fiyat kırmak gerekiyor. Bu da karları çok olumsuz etkiliyor. Fiatın Avrupadaki fabrikaları yüzde 75 kapasiteyle çalışıyor. Oysa karlılık için asgari yüzde 80 kapasite gerekiyor. En son umut Stilo modeli bile hedeflerin yüzde 10 altında satıyor.Fiatın otomotiv dışında da yatırımları bulunuyor. Ancak bunların çoğu yeni ve bir hayli de borç yükü getirmiş durumda. Mesela tarım ve inşaat makineleri üreticisi CNH (Case New Holland) 1999da bir Amerikan şirketinden 4.6 milyar dolara satın alınmıştı. Fiat rakibi John Deere bu fabrikayı alır diye ürktü ve gerekenden fazla para verdi. (Bir de o
<#comment>#comment>Fiat zorda. Aybaşında grubun onursal başkanı ve en büyük ortağı Gianni Agnelli bir açıklamada bulunarak otomotivde kalacaklarını belirtti. Bu arada grup da 1.8 milyar euro sermaye enjekte edileceğini resmen açıkladı. Ancak Fiat hisselerindeki fiyat düşüşü durmadı.
Fiat’ın yüzde 80’i Fiat ve Agnelli ailesine ait. Geri kalan yüzde 20 ise Amerikan şirketi General Motors tarafından satın alınmış durumda. Geçen yıl eylül ayında tüm borsalar düşerken Fiat’ın fiyatları da düşmüştü. Ancak nisan ayı itibariyle borsalar toparlandı. Oysa Fiat hala kan kaybediyor.
Kan kaybının nedeni basit: Geçen yıl 549 milyon euro zarar eden grup bu yıl daha da fazla zarar bekliyor. Fiat’ın yurtdışındaki bazı operasyonları (Brezilya, Polonya ve Türkiye) geçen yıl çok kötü performans göstermişti. Yurtiçinde de durum parlak değil. Fiat içeride o kadar egemen ki, içeriye girmek için büyük ölçüde fiyat kırmak gerekiyor. Bu da karları çok olumsuz etkiliyor. Fiat’ın Avrupa’daki fabrikaları yüzde 75 kapasiteyle çalışıyor. Oysa karlılık için asgari yüzde 80 kapasite gerekiyor. En son umut Stilo modeli bile hedeflerin yüzde 10 altında satıyor.
Fiat’ın otomotiv dışında da yatırımları
Üye ülkelerin arasında bu hedef zamanla büyük değişime uğradı. Değil gümrük birliği, parasal birlik bile başarıldı. Bir sürü kural geliştirildi. Ekonomik birlik fikri, zamanla siyasal birliğe dönüştü. Siyasal birlik konusunda da çok mesafe alındı.Türkiye ilk dönemde önüne gelen fırsatları iyi değerlendiremedi. Zaten ev ödevlerini de yapmadı. Hem ekonomisine çekidüzen vererek, yani istikrarı sağlayarak bütünleşmenin önündeki engeli kaldırmadı, hem de sürekli gönülsüz davrandı.Zamanla Türkiyenin nüfus büyüklüğü Avrupalıları ürkütür hale geldi. Yani masanın öbür tarafı da ayak sürümeye başlamıştı. Çünkü Avrupa da yoğun biçimde işsizlik sorunundan çekiyordu. Türkiyenin serbest dolaşım hakkı elde etmesi demek, Avrupada işsizliğin patlaması anlamına gelecekti. Bu nedenle, ancak emek hariç, serbest dolaşım hakkı tanınabilirdi. Ve öyle de oldu. Bugün üyesi olduğumuz Gümrük Birliği aslında 1963te tasarlanan AETden çok farklı bir şey değil. Tabii, emeğin serbest dolaşımı hariç!AB, Avrupa Ekonomik Topluluğundan çok farklı bir kavram. Adeta tek devlet olmaya giden bir yapı. Bir siyasal birlik. Bu siyasal birliğin de bazı ortak özellikleri, yahut da kuralları var. Bunların da başında insan
<#comment>#comment>Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) yolculuğu uzun bir öyküdür. 1963 Ankara Anlaşması’ndan bu yana çok zaman geçti. Çok şey de değişti. Ön anlaşmasını yaptığımız Avrupa Ekonomik Topluluğu 6 Avrupa ülkesi arasında bir gümrük anlaşmasından ibaretti. İçine girmeye çalıştığımız kulübün amaçları o zamanlar gümrükler kalkarak emek, sermaye ve malların serbestçe dolaşmasıydı.
Üye ülkelerin arasında bu hedef zamanla büyük değişime uğradı. Değil gümrük birliği, parasal birlik bile başarıldı. Bir sürü kural geliştirildi. Ekonomik birlik fikri, zamanla siyasal birliğe dönüştü. Siyasal birlik konusunda da çok mesafe alındı.
Türkiye ilk dönemde önüne gelen fırsatları iyi değerlendiremedi. Zaten ev ödevlerini de yapmadı. Hem ekonomisine çekidüzen vererek, yani istikrarı sağlayarak bütünleşmenin önündeki engeli kaldırmadı, hem de sürekli gönülsüz davrandı.
Zamanla Türkiye’nin nüfus büyüklüğü Avrupalıları ürkütür hale geldi. Yani masanın öbür tarafı da ayak sürümeye başlamıştı. Çünkü Avrupa da yoğun biçimde işsizlik sorunundan çekiyordu. Türkiye’nin serbest dolaşım hakkı elde etmesi demek, Avrupa’da işsizliğin patlaması anlamına gelecekti. Bu nedenle, ancak emek hariç,