Beş yıldızlı Cimbom

1 Mayıs 2002

Babam kararlıydı, beni kendi okuluna yollayacaktı ve aile geleneğini sürdürecekti. Ankarada oturuyorduk. Zaten Galatasaray yatılıydı. Ancak annem evlat hasreti çekmek hiç istemiyor ve babamın bu arzusuna engel oluyordu. İlk önce annem oğlumun özlemine dayanamam diye direndi. Pederşahi mizaca sahip babam buna pek aldırmadı. Ancak annem artık dünyada İngilizce egemenliği var diyerek Fransızca eğitimin geçersizliğini savununca, babam ikna oluverdi. (Üstelik annem Fransızca öğretmeniydi!) Ve Galatasaraya gidemedim. Ancak aile geleneğinin bir parçası olarak GS taraftarlığını sürdürdüm.Gerçi bir GS taraftarı olarak gittiğim maç sayısı gerçekten iki eldeki parmağı geçmez. Hatta baştan sona seyrettiğim maç sayısı çok azdır. Bununla beraber, son yıllarda GS sempatizanlığım giderek koyulaşıyor. Tıpkı yeni çocuklarda olduğu gibi. GSnin başarıları hayranlığımı besliyor.GSyi gerçekten farklı buluyorum:Birincisi, GS kurum kültürü bakımından en güçlü kulüp. Çünkü arkasında yüzyıllara dayanan bir Mekteb - i Sultani geçmişi var. Okulda verilen kültür kulübe de yansıyor. Ve bu bugün bile yaşıyor.İkincisi, 1980li yılların ortasında GS bakış açısı değiştirdi. Alman Milli Takımı Teknik Direktörü Jupp

Yazının Devamı

Beş yıldızlı Cimbom

1 Mayıs 2002


<#comment>İlkokulu bitirmeden rahmetli babam ailenin diğer fertleri gibi beni de Galatasaray’a göndermek istemişti. Kendi de, küçük ağabeyi de, yeğenleri de hep Mekteb - i Sultani mezunuydu. Hatta Kandıra’daki tüm amcaoğulları...
Babam kararlıydı, beni kendi okuluna yollayacaktı ve aile geleneğini sürdürecekti. Ankara’da oturuyorduk. Zaten Galatasaray yatılıydı. Ancak annem evlat hasreti çekmek hiç istemiyor ve babamın bu arzusuna engel oluyordu. İlk önce annem ‘oğlumun özlemine dayanamam’ diye direndi. Pederşahi mizaca sahip babam buna pek aldırmadı. Ancak annem ‘artık dünyada İngilizce egemenliği var’ diyerek Fransızca eğitimin geçersizliğini savununca, babam ikna oluverdi. (Üstelik annem Fransızca öğretmeniydi!) Ve Galatasaray’a gidemedim. Ancak aile geleneğinin bir parçası olarak GS taraftarlığını sürdürdüm.
Gerçi bir GS taraftarı olarak gittiğim maç sayısı gerçekten iki eldeki parmağı geçmez. Hatta baştan sona seyrettiğim maç sayısı çok azdır. Bununla beraber, son yıllarda GS sempatizanlığım giderek koyulaşıyor. Tıpkı yeni çocuklarda olduğu gibi. GS’nin başarıları hayranlığımı besliyor.
GS’yi gerçekten farklı buluyorum:
Birincisi, GS kurum kültürü

Yazının Devamı

Brownu neredeyse linç edecekler!

29 Nisan 2002

İngiliz Maliye Bakanı Gordon Brown, Tony Blairin en yakın çalışma arkadaşı. İşçi Partisinin reformasyonunun altındaki iki temel imzadan biri ona ait. Hatta partinin yeni ekonomik programının gerçek mimarının Brown olduğunu söylesek yanlış olmaz. Liberal görüşleriyle fakat sert karakteriyle tanınan bu politikacı, son seçimlerde vergileri artırmama sözü vermişti. Ancak 2002 yılı bütçesinde Brown bazı kamu gelirlerini artırmaya çalışınca tozu dumana katmış görünüyor. İşçilerin iş dünyasıyla balayına son Tepkilerin bir kısmı sermaye kazançları vergisinden kaynaklanıyor. 2003 yılında uygulanmaya başlayacak bu vergi yüzde 10luk bir kazanç vergisi amaçlıyor. Tepkilerin geri kalanı, sigorta primlerindeki yüzde 1lik artışın işveren tarafından da paylaşılmasına dayanıyor. Bu vergilerin perakende ve eğlence sektörlerini etkileyeceğini, hatta işsizliğe neden olabileceğini savunanlar var. Öte yandan, 1996 yılından bu yana İngilterede vergiler milli gelir içinde yüzde 35 iken, bugün yüzde 37 olmuş. Tam 20 milyar sterlin artmış. Bu da hayli dikkat çekici bir gelişme. Geçen hafta İngiliz basını Brownu adeta linç etti. Kimi seçim öncesi verdiği sözlere uymadığından dem vururken, kimi de özel

Yazının Devamı

Brown’u neredeyse linç edecekler!

29 Nisan 2002


<#comment>İngiliz Maliye Bakanı Gordon Brown, Tony Blair’in en yakın çalışma arkadaşı. İşçi Partisi’nin reformasyonunun altındaki iki temel imzadan biri ona ait. Hatta partinin yeni ekonomik programının gerçek mimarının Brown olduğunu söylesek yanlış olmaz. Liberal görüşleriyle fakat sert karakteriyle tanınan bu politikacı, son seçimlerde vergileri artırmama sözü vermişti. Ancak 2002 yılı bütçesinde Brown bazı kamu gelirlerini artırmaya çalışınca tozu dumana katmış görünüyor.

Geçen hafta İngiliz basını Brown’u adeta linç etti. Kimi seçim öncesi verdiği sözlere uymadığından dem vururken, kimi de özel sektöre getirdiği ağır yükten Brown’u yerden yere çalıyor. The Sunday Times, geçen hafta ‘İşçilerin iş dünyasıyla balayına son!’ diyordu. Çünkü İngiliz işadamlarının yüzde 87’si alınan son önlemlere karşıymış. Öylesine ki, salı günü aynı kabinenin Sanayi Bakanı Patricia Hewitt bile bunun iş dünyasında güven sarstığını ifade ediyordu.
Tepkilerin bir kısmı sermaye kazançları vergisinden kaynaklanıyor. 2003 yılında uygulanmaya başlayacak bu vergi yüzde 10’luk bir kazanç vergisi amaçlıyor. Tepkilerin geri kalanı, sigorta primlerindeki yüzde 1’lik artışın işveren

Yazının Devamı

Avrupanın yeni hortlağı: Le Pen!

26 Nisan 2002

Le Pen kuşkusuz bir faşist. Beslendiği kaynaklar da belli. Yabancıların artması ve suç oranlarındaki yükselişler tepki yaratıyor. Ancak seçim sonuçlarının ardında üç başka gerçeği de görmek gerekiyor. Bunlardan biri 11 Eylül. 11 Eylül sonrası Batıda büyük bir İslam alerjisi oluşuyor. Ve Fransanın en büyük azınlığı olan Kuzey Afrikalılar da Müslüman. Hiç de hoş olmayan bu durumun aşılması için Avrupaya büyük sorumluluk düşüyor. Batı, Müslüman Türkiyeyi kendi birliği içine alarak bu karşıtlığı tek potada eritebilir. Yahut da, bugünkü gibi, insan hakları kaygılarını sürdürür. Ve bir gün bir de bakar ki, kendisi bir alem olmuş! Açıkçası, Avrupa acele etmezse, anti - Müslüman bir Avrupa faşizmi gelişebilir.İkincisi, seçim sistemi. Le Penin aldığı sonucu abartmamak gerekiyor. Çünkü Le Pen sanıldığı kadar büyük bir başarı sağlamadı. Sayısal olarak geçen seçimlerdeki kadar oy aldı. Ve sadece doğu Fransada başarı gösterdi. Ancak birinci tur sonunda Le Penle karşılaşan Fransızlar hayalet görmüş gibi oldu. Bizde ise bazılarının rüyasına yine Özal girdi; şimdi iki - turlu seçimlerin nimetleri tartışılıyor. İlginçtir, Fransada da aynı tartışma başladı. Ancak ters yönden! Çünkü, oy oranı

Yazının Devamı

Avrupa’nın yeni hortlağı: Le Pen!

26 Nisan 2002


<#comment>Fransa’da Ulusal Cephe lideri Le Pen’in başkanlık seçimlerinde ikinci tura kalması Avrupa’yı dehşete düşürmüş görünüyor. Malum, altmış yıl önce iktidara gelen faşist iktidarlar Avrupa’yı dünya savaşına sürüklemişlerdi. Üstelik o zamanlar Avrupa’da bu kadar göçmen de yoktu. Bu son faşist yükselişler de göçmenlere zarar vererek Avrupa Birliği anlayışının bozulmasına neden olabilir. İşte korkunun temelinde de bu yatıyor.
Le Pen kuşkusuz bir faşist. Beslendiği kaynaklar da belli. Yabancıların artması ve suç oranlarındaki yükselişler tepki yaratıyor. Ancak seçim sonuçlarının ardında üç başka gerçeği de görmek gerekiyor. Bunlardan biri 11 Eylül. 11 Eylül sonrası Batı’da büyük bir İslam alerjisi oluşuyor. Ve Fransa’nın en büyük azınlığı olan Kuzey Afrikalılar da Müslüman. Hiç de hoş olmayan bu durumun aşılması için Avrupa’ya büyük sorumluluk düşüyor. Batı, Müslüman Türkiye’yi kendi birliği içine alarak bu karşıtlığı tek potada eritebilir. Yahut da, bugünkü gibi, insan hakları kaygılarını sürdürür. Ve bir gün bir de bakar ki, kendisi bir alem olmuş! Açıkçası, Avrupa acele etmezse, anti - Müslüman bir Avrupa faşizmi gelişebilir.
İkincisi, seçim sistemi. Le Pen’in

Yazının Devamı

Bankalar hâlâ beklemede

25 Nisan 2002

Bankalar için genellikle üç yöntem izlenir. Birincisi, hiçbir önlem alınmaz, zamanın en iyi tedavi olduğu düşünülür. Ve gerçekten de bazı bankalar zamanla iyileşir. Düzelemeyecek olanlar ise batar. Ancak bu arada her banka battıkça ekonomideki hasar büyür. Reel sektördeki sıkıntılar yoğunlaşır. İkinci bir yöntem, iyileşmeyi hızlandırmak için bankaların kendi aldıkları önlemlerdir. Sermaye ekleyebilirler, yahut da maliyetleri düşürmek için başka önlemler alabilirler. Üçüncüsü ise, devletin araya girerek gerekli önlemleri aldırtmasıdır. Hatta doğrudan yardım etmesidir.Mali krizler gösteriyor ki, "zaman her şeyi çözer" yaklaşımı sadece sorunları büyütmekte. Bankalar almaları gereken önlemleri almaktan kaçınmakta, ya da buna gücü kalmamakta. Dolayısıyla, devletin araya girip bankalara zorla çekidüzen vermesinden başka bir yol bulunmuyor.Devletin yapabileceği ilk yardım, sermaye desteği. Hazine bunu isterse sermaye benzeri bir varlıkla, isterse de doğrudan nakitle sağlamakta. Ancak elbette işin doğrusu parasal hiçbir işlemin olmamasıdır. Çünkü rakam büyükse parasal dengeler bozulabilir. Bir başka alternatif de sermaye yeterliliği hesabında esneme gösterilmesidir. Bazı bankalarımız

Yazının Devamı

Bankalar hâlâ beklemede

25 Nisan 2002


<#comment>Mali krizlerin en önemli sonucu, bankaların ağır hasar görmesidir. Bankalar hasar görünce, reel sektör de sıkıntıya girer. Dolayısıyla ekonominin canlanması için bankaların toparlanmaları şarttır.
Bankalar için genellikle üç yöntem izlenir. Birincisi, hiçbir önlem alınmaz, zamanın en iyi tedavi olduğu düşünülür. Ve gerçekten de bazı bankalar zamanla iyileşir. Düzelemeyecek olanlar ise batar. Ancak bu arada her banka battıkça ekonomideki hasar büyür. Reel sektördeki sıkıntılar yoğunlaşır. İkinci bir yöntem, iyileşmeyi hızlandırmak için bankaların kendi aldıkları önlemlerdir. Sermaye ekleyebilirler, yahut da maliyetleri düşürmek için başka önlemler alabilirler. Üçüncüsü ise, devletin araya girerek gerekli önlemleri aldırtmasıdır. Hatta doğrudan yardım etmesidir.
Mali krizler gösteriyor ki, "zaman her şeyi çözer" yaklaşımı sadece sorunları büyütmekte. Bankalar almaları gereken önlemleri almaktan kaçınmakta, ya da buna gücü kalmamakta. Dolayısıyla, devletin araya girip bankalara zorla çekidüzen vermesinden başka bir yol bulunmuyor.
Devletin yapabileceği ilk yardım, sermaye desteği. Hazine bunu isterse sermaye benzeri bir varlıkla, isterse de doğrudan nakitle

Yazının Devamı