Bilişim sekt"rünün 2000 yılında geldiği hacim tam 2.5 milyar dolara yaklaşmış. Sekt"r 1995 - 2000 d"neminde ortalama yılda yüzde 37 kadar büyümüş. Bu etkileyici bir büyüme hızı. Bu denli büyüyen çok az sekt"r vardır. Tıpkı Amerika'daki gibi bir patlama yaşanmış. Hatta onlardan da "te. Çünkü ABD'de patlayan "zellikle borsada hisse senedi fiyatlarıydı. Bizde ise daha çok satış hacimleri.™te yandan, 1994 krizinde yüzde 32 küçülen sekt"r, 2001 krizinde yüzde 52 daralmış. Yani sekt"r daralırken de bunu abartılı yaşamakta. 2001 krizinin "ncekine oranla sekt"re daha büyük darbe vurduğu anlaşılıyor. Dolar bazında yüzde 65. Ve bu "zellikle kişisel bilgisayar pazarında yaşanmış.Bu yıl bilişim sekt"ründe canlanma bekleniyor. Satışların yüzde 26 artarak 1.450 milyon dolara çıkması, daha sonraki yıllarda artarak sürmesi hesaplanıyor. Sekt"rün her yıl yüzde 35'lik bir büyümeyi nasıl sağlayacağı merak edilebilir. Çünkü 2004 yılında sekt"rün 2.6 milyar dolara ulaşması düşünülüyor. Yani o tarihlerde milli gelir 200 milyar dolara ulaşırsa, neredeyse milli gelirin yüzde 1.5'uyla müthiş bir paya sahip olacak.Elektronik ticarete gelince. šlkemizde geçtiğimiz yıllarda internet servisi
<#comment>#comment>Bir süre önce IBM Genel Müdürü Hüseyin Kızıltay ile bir söyleşi yapmıştım. IBM bir dünya devi. Yabancı sermaye olarak Türkiye'ye ilk gelen şirketlerden biri. Hani nasıl kağıt mendile Selpak, alafranga kahveye Nescafe denildiği gibi bilgisayara IBM diyen de çoktur. Söyleşinin konusu bilişimin ülkemizdeki yeri ve krizdeki etkileşimdi. Kızıltay çok ilginç veriler sundu.
Bilişim sektörünün 2000 yılında geldiği hacim tam 2.5 milyar dolara yaklaşmış. Sektör 1995 - 2000 döneminde ortalama yılda yüzde 37 kadar büyümüş. Bu etkileyici bir büyüme hızı. Bu denli büyüyen çok az sektör vardır. Tıpkı Amerika'daki gibi bir patlama yaşanmış. Hatta onlardan da öte. Çünkü ABD'de patlayan özellikle borsada hisse senedi fiyatlarıydı. Bizde ise daha çok satış hacimleri.
Öte yandan, 1994 krizinde yüzde 32 küçülen sektör, 2001 krizinde yüzde 52 daralmış. Yani sektör daralırken de bunu abartılı yaşamakta. 2001 krizinin öncekine oranla sektöre daha büyük darbe vurduğu anlaşılıyor. Dolar bazında yüzde 65. Ve bu özellikle kişisel bilgisayar pazarında yaşanmış.
Bu yıl bilişim sektöründe canlanma bekleniyor. Satışların yüzde 26 artarak 1.450 milyon dolara çıkması, daha sonraki
Kaldı ki, zaten yabancı sermaye ülkemize gelmiyor. Dolayısıyla karşı olanların da d"vüneceği bir şey bulunmuyor. šlkemize yatırım daha çok sıcak para biçiminde geliyor, yani kısa günün karına bakıyor. Demek ki, yabancılar için uzun süreli yatırım yapmak için ülkemiz hala riskli. Bunun da elbette gerek ekonomik, gerekse politik nedenleri bulunuyor.Geçtiğimiz yıllarda ülkemize gelen yabancı sermaye ortalama olarak net (yani çıkan hariç) 1 milyar doları bulmuyordu. Geçen yıl bu bir miktar arttı ve 3 milyar doları buldu. Hatta 12 aylık brüt giriş 3.5 milyar dolara dayandı. Ama 500 milyon dolardan fazla yurtdışına yatırım yapıldı ve geçen yıl oldukça istisnai olarak GSM operat"rünün lisans "demesi için 1.5 milyar dolar "deme yapıldı. Kısacası, geçen yıl net olarak giren para yine "nceki düzeyine g"re 500 milyon dolarlık bir artış g"sterdi. 1991 yılında toplam 155 milyar dolar olan ülkelerarası doğrudan yabancı sermayenin 10 yılda neredeyse 6 kat arttığını (865 milyar doları aşıyor) düşünürsek, Türkiye'nin ne denli geri kaldığını anlarız. Şu anda dünyadaki toplam yabancı sermayenin binde 1 - 2'sini çekebiliyoruz. Oysa, unutmayalım milli gelirimiz dünyadaki en büyükler
<#comment>#comment>Genç yaşlardayken çoğu arkadaşım yabancı sermayeye karşıydı. Bense onlara katılmazdım. Öteden beri yabancı sermayenin ithalata tercih edilmesini savunurdum. Malın tamamının fiyatını ödeyeceğine, ülkemde üretir, istihdam ve hammaddeyi ülkemden sağlarım, diye düşünürdüm. Hala aynı çizgideyim. Bu yaklaşımın daha sosyal adaletçi olduğu kanısındayım.
Kaldı ki, zaten yabancı sermaye ülkemize gelmiyor. Dolayısıyla karşı olanların da dövüneceği bir şey bulunmuyor. Ülkemize yatırım daha çok sıcak para biçiminde geliyor, yani kısa günün karına bakıyor. Demek ki, yabancılar için uzun süreli yatırım yapmak için ülkemiz hala riskli. Bunun da elbette gerek ekonomik, gerekse politik nedenleri bulunuyor.
Geçtiğimiz yıllarda ülkemize gelen yabancı sermaye ortalama olarak net (yani çıkan hariç) 1 milyar doları bulmuyordu. Geçen yıl bu bir miktar arttı ve 3 milyar doları buldu. Hatta 12 aylık brüt giriş 3.5 milyar dolara dayandı. Ama 500 milyon dolardan fazla yurtdışına yatırım yapıldı ve geçen yıl oldukça istisnai olarak GSM operatörünün lisans ödemesi için 1.5 milyar dolar ödeme yapıldı. Kısacası, geçen yıl net olarak giren para yine önceki düzeyine göre 500 milyon dolarlık
Şubat krizi kaçınılmazlaştı. Tabir uygunsa fay hattı çatlamış, üzerinde ciddi bir basınç oluşmuştu. En ufak bir sarsıntı depreme neden olacaktı. Ekonomide bu sarsıntılara "tetikleme" deniyor. Başbakan'ın Cumhurbaşkanıyla münakaşası bu tetiklemeyi yaptı ve faizler patladı. Bunun üzerine kur dalgalanmaya bırakıldı. Şubat krizi de gelecekte incelenecektir. Malum münakaşa mı, yoksa fay hattında biriken basınç mı neden oldu ortaya çıkacaktır. Ne yazık ki, kimse bu konu da yeterince aydınlatılmadı. Herkes birbirini ve siyasileri suçladı. Çıkan kargaşa da IMF'nin elini kolaylaştırdı. B"ylelikle geçen programdaki tasarım ve denetim hataları g"z ardı edilmiş oldu. Siyasilere müthiş bir güven erozyonu başladı. Ve acz içine düşen hükümet IMF'nin her istediğini yapar oldu. Kasım krizi zamanla birçok bilim adamı meslektaşımızın ilgisini daha fazla çekecek. Tipik bir d"vize hücum sendromu mu, bankacılık krizi mi, yoksa tamamiyle bir likidite krizi olup olmadığı ortaya çıkacak. Ancak "nceden, mesela ağustos ayında, bazı g"stergeler çan çalarken hemen müdahale edilseydi, kriz atlatılabilirdi. Hatta kriz etkili biçimde y"netilseydi şubat "nlenebilirdi. Becerilemedi. Krizin
<#comment>#comment>Kasım krizi zamanla birçok bilim adamı meslektaşımızın ilgisini daha fazla çekecek. Tipik bir dövize hücum sendromu mu, bankacılık krizi mi, yoksa tamamiyle bir likidite krizi olup olmadığı ortaya çıkacak. Ancak önceden, mesela ağustos ayında, bazı göstergeler çan çalarken hemen müdahale edilseydi, kriz atlatılabilirdi. Hatta kriz etkili biçimde yönetilseydi şubat önlenebilirdi. Becerilemedi.Şubat krizi kaçınılmazlaştı. Tabir uygunsa fay hattı çatlamış, üzerinde ciddi bir basınç oluşmuştu. En ufak bir sarsıntı depreme neden olacaktı. Ekonomide bu sarsıntılara "tetikleme" deniyor. Başbakan'ın Cumhurbaşkanıyla münakaşası bu tetiklemeyi yaptı ve faizler patladı. Bunun üzerine kur dalgalanmaya bırakıldı.Şubat krizi de gelecekte incelenecektir. Malum münakaşa mı, yoksa fay hattında biriken basınç mı neden oldu ortaya çıkacaktır. Ne yazık ki, kimse bu konu da yeterince aydınlatılmadı. Herkes birbirini ve siyasileri suçladı. Çıkan kargaşa da IMF'nin elini kolaylaştırdı. Böylelikle geçen programdaki tasarım ve denetim hataları göz ardı edilmiş oldu. Siyasilere müthiş bir güven erozyonu başladı. Ve acz içine düşen hükümet IMF'nin her istediğini yapar oldu.
Oysa kamuoyunda en fazla tartışılan konu ilkiydi. Bankacılık sekt"rünün sermayesini tümüyle yitirdiğini Cumhurbaşkanı anlamış olmalı. Ancak kamu bankalarının rehabilitasyonu ile zordaki kredilerin uzatılmasına pek aklı yatmamış.Şimdi kamu bankaları y"netiminin "nünde iki seçenek var: Ya kredileri "dettirecek ya da istifa edecek. Tabii bir başka çare de hükümetin tasarısına sahip çıkması, Meclis'te yeniden onaylatması ve aynı biçimiyle Cumhurbaşkanı'na geri g"ndermesi. IMF tarafına gelince; kamu personelinin "zel hukuka geçirilmesine veto gelmesi IMF'nin canını sıkacağına hiç kuşku yok. Cumhurbaşkanı Sezer'in kısmen veto ettiği bankalarla ilgili yasa tasarısı iki parçadan oluşuyordu. İlk parçası bankalara sermaye desteği, ikinci kısmı da kamu bankalarında vadesi dolmuş kredilerin yeniden yapılandırılabilmesi için y"neticilere "g"rev sürelerince" belli güvenceler verilmesiydi. Ayrıca çalışanların "zel hukuka uygun biçimde çalışması sağlanıyordu. Cumhurbaşkanı sadece ilk kısmı onayladı. Bankalar neden zora girdi? Bu krizde bankacılık sekt"rü ağır hasar g"rdü. Kabahatin bir kısmı kendisinden, bir kısmı devletten, bir kısmı da ekonomik gelişmelerden kaynaklandı. Mevcut
<#comment>#comment>Cumhurbaşkanı Sezer'in kısmen veto ettiği bankalarla ilgili yasa tasarısı iki parçadan oluşuyordu. İlk parçası bankalara sermaye desteği, ikinci kısmı da kamu bankalarında vadesi dolmuş kredilerin yeniden yapılandırılabilmesi için yöneticilere "görev sürelerince" belli güvenceler verilmesiydi. Ayrıca çalışanların özel hukuka uygun biçimde çalışması sağlanıyordu. Cumhurbaşkanı sadece ilk kısmı onayladı.Oysa kamuoyunda en fazla tartışılan konu ilkiydi. Bankacılık sektörünün sermayesini tümüyle yitirdiğini Cumhurbaşkanı anlamış olmalı. Ancak kamu bankalarının rehabilitasyonu ile zordaki kredilerin uzatılmasına pek aklı yatmamış.
Şimdi kamu bankaları yönetiminin önünde iki seçenek var: Ya kredileri ödettirecek ya da istifa edecek. Tabii bir başka çare de hükümetin tasarısına sahip çıkması, Meclis'te yeniden onaylatması ve aynı biçimiyle Cumhurbaşkanı'na geri göndermesi. IMF tarafına gelince; kamu personelinin özel hukuka geçirilmesine veto gelmesi IMF'nin canını sıkacağına hiç kuşku yok.
Ülkeler mali krize girdiğinde ilk önce bankacılık sektörü tökezler. Önlem alınmazsa çöküntü yoğunlaşır. Reel sektöre yansır. Mali sektöre yardım ne kadar çabuk