<#comment>#comment>Irak’a müdahalenin ciddiyeti kavranınca bizde tedirginlik yarattı. Oysa Amerika’da bu konu uzun süredir gündemdeydi. Aslında Afganistan’a askeri harekat başladıktan hemen sonra, Irak’ta kalıcı bir çözüm için ABD’de çeşitli değerlendirmeler başlatılmış, Türkiye’nin gerçek ağırlığı da o anda belirmişti. Aldığımız krediler belki de bunun peşin ödenen mükafatıydı.. Şimdi de külfeti görünüyor. Bu bakımdan önümüzdeki günlerdeki gelişmeler son derece önemli.
Öncelikle şunu belirtelim: Irak’a müdahalenin yapılıp yapılmayacağını kesinlikle bilmiyoruz. Ama güçlü bir olasılık olarak değerlendiriyoruz. Üstelik, hiçbir gelişmenin olmaması halinde bile ekonomi tahribat görecektir. Çünkü, Irak’taki rejimle Batı’nın gerginliği bölgenin riskli konumunu artıracaktır. Nitekim, geçen hafta bunu algılayan yurtdışı yatırımcılar da satışa geçti. Piyasalar da dalgalandı. Ve yatıştırılmadığında bunun süreceği anlaşıldı.
Irak’a müdahalenin etkilerini değerlendirebilmek için ise birtakım gelişmeleri görmek gerekiyor:
1) Müdahale tam olarak ne zaman başlatılacak,
2) Ne kadar uzun sürecek, ve
3) Türkiye aktif olarak yer alacak mıdır? Hatta müdahale hangi cepheden
<#comment>#comment>Önceki gün eski bir öğrencimden bir elektronik posta geldi. Yabancı bir bankada ekonomist olarak çalışan öğrencim Türk ekonomisinin yanı sıra zaman zaman yabancı ülkeleri de izliyor. Emlak Vergisi konusuyla ilgilendiğimi bildiğinden olsa gerek bazı bilgileri yollamış. (Sanıyorum ona da başkasından gelmiş.)
Rakamlar ne denli sağlıklı bilemiyorum. Ama yolladığı rakamlar ülkemizde emlak vergilerini gerek milli gelir içinde, gerekse diğer vergiler içinde düşük gibi gösteriyor. Ancak bunun bazı nedenleri var.
1) Ülkemizde kişi başına düşen gelir düşüktür. Bu da vergi gelirlerinin milli gelir içinde düşük kalmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla yukarıdaki tabloda yer alan rakamlar düşük Emlak Vergisi tahsil edildiği anlamına gelmez. Vergilerin düşük kalmasından kaynaklanmaktadır. (Hemen belirtelim, kişi başına düşen gelirin düşüklüğü göz önüne alındığında ülkemizde milli gelir içinde vergiler hiç de düşük değildir. Sadece yanlış dağılmaktadır.) Bu nedenle gelişmiş ülkelerde ulaşılan milli gelir içindeki vergi oranları yakalanmaya çalışılırsa gerçekten ekonomiye ağır yük konulmuş olur.
Bazı ekonomistler yabancı sermayenin krizlere karşı bağışıklık sağladığı iddiasında. Biz de buna inanıyoruz. Ancak farklı görüşlerin de bulunduğunu belirtmekte yarar var. Örneğin, Harvard Üniversitesinin Türk asıllı profesörü Dani Rodrik geçenlerde Milliyette Derya Sazakla söyleşisinde yabancı sermayenin büyüme yarattığı yargısının kesinlik taşımadığını belirtiyor.Geçtiğimiz haziranda Amerikan Ulusal Ekonomik Araştırmalar Bürosu (NBER) bir araştırma yayımladı. Robert Lipsey tarafından ele alınan araştırma "Üç Mali Krizde Yabancı Sermaye" başlığını taşıyor. Araştırma temel olarak 1982 Latin Amerika, 1994 Meksika krizlerini ve 1998 Asya çöküşünü (meltdown) örnek olarak alıyor.1982de Latin Amerika krizi patlayınca sıcak parada kaçışlar gözlenmiş. Oysa doğrudan yabancı sermaye, daha önceki ortalama düzeyinin yüzde 40 altına inmesine rağmen, pozitif akışını sürdürmüş. Örneğin, Meksikada 1994 krizinden sonra yabancı yatırımlar iki yıl üst üste yüzde 15 düşmesine rağmen, 1997 ve 1998 yıllarında yeniden tepe noktalara ulaşabilmiş..Asya deneyimi de benzer bir trend çiziyor. 1998 yılında birden bire azalan yatırımlar ertesi yıl önceki düzeyine ulaşıvermiş.. Kaldı ki, bu tür kritik
<#comment>#comment>Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın temel hedeflerinden biri yabancı sermayeyi çekmek olarak açıklanmıştı. Gerçekten de konu çok önemli. Ama ne yazık ki, Türkiye bir türlü cazibe merkesi olamıyor. Dünya Bankası yabancı sermayenin daha fazla çekilebilmesi için bazı önlemleri zorunlu kılıyor; yönetişim, şeffaflık, bürokrasinin kaldırılması, kamusal denetim, sorumluluk gibi konularda adımlar istiyor. Fakat, aynı yerde patinaj yapıyoruz. Telekom krizinde de bu görüldü.
Bazı ekonomistler yabancı sermayenin krizlere karşı bağışıklık sağladığı iddiasında. Biz de buna inanıyoruz. Ancak farklı görüşlerin de bulunduğunu belirtmekte yarar var. Örneğin, Harvard Üniversitesi’nin Türk asıllı profesörü Dani Rodrik geçenlerde Milliyet’te Derya Sazak’la söyleşisinde yabancı sermayenin büyüme yarattığı yargısının kesinlik taşımadığını belirtiyor.
Geçtiğimiz haziranda Amerikan Ulusal Ekonomik Araştırmalar Bürosu (NBER) bir araştırma yayımladı. Robert Lipsey tarafından ele alınan araştırma "Üç Mali Krizde Yabancı Sermaye" başlığını taşıyor. Araştırma temel olarak 1982 Latin Amerika, 1994 Meksika krizlerini ve 1998 Asya çöküşünü (meltdown) örnek olarak alıyor.
1982’de Latin
Can Paker ve İbrahim Betil'le on yıl "nce Chaps isimli (Avrupa Birliği ülküsünü geliştirmek için oluşturdukları) bir düşünce platformuna beni davet ettiklerinde tanıştım. Sonra bir süre g"rmedim. Ta ki çoğu arkadaşımın Yeni Demokrasi Hareketi'ne katılmasına kadar. O sıralarda Washington'da bulunan bir arkadaşım bir panelde konuşma yapmaya gelmişti. YDH'li yoldaşını fuayede bana tanıştırmak istediğinde "tanışıyoruz" demiştim.Sonra bir başka toplantıda karşılaştığımda bankacılıkla ilgili bir eğitim programı geliştirdiğimizi ve bize yardımcı olmasını istedim. Gerçek dostluğumuzun temeli de b"yle atıldı. İbrahim kitabının 30'uncu sayfasında bir alıntı yapmış; "Arkadaşlık şaraba benzer, mantarı kapalı bekleteceksin. Arkadaşınla profesyonel ilişkiye girince açıp içeceksin" diyor. Oysa bizim dostluğumuz içerek başladı. İçtikçe çakır keyif olduk. Şişedeki şarap da bitmeyecek gibiydi, ama biz şişenin kapağına mantarı tıkadık. Şimdi yıllandırıyoruz.İbrahim Betil'i tanıdıkça onda biraz da biraz kendimi buldum. Sabırsızlıklar, zaman zaman aşırı tepkiler. ™zetle aşırı duygusallıklar. Tek farkımız, onda celallenme Karadenizliler gibi hemen oluyor. Bende ise biraz daha geciktiğinden
<#comment>#comment>Haftalardır merakla beklediğim İbrahim Betil'in "Hafiften bankacılık" (Ana Yayıncılık) kitabı nihayet çıktı. Bir çırpıda okudum. Büyük de keyif aldım. İbrahim Betil efsaneleşmiş orta kuşak bankacılardan biri olarak tanınır. Ancak kitap sadece bu açıdan okunursa alınacak lezzet eksik kalır. Benim gibi İbrahim'in yakın dostlarının ise kitabı okurken dudaklarından gülümseme eksilmeyecektir. Çünkü bir insan kendini bu kadar kompleksiz tarif edebilir. İbrahim duygularını ne güzel anlatmış. Eh, o anlatmayacak da kim anlatacak? Zaten duygusallık deyince aklıma ilk o gelir.
Can Paker ve İbrahim Betil'le on yıl önce Chaps isimli (Avrupa Birliği ülküsünü geliştirmek için oluşturdukları) bir düşünce platformuna beni davet ettiklerinde tanıştım. Sonra bir süre görmedim. Ta ki çoğu arkadaşımın Yeni Demokrasi Hareketi'ne katılmasına kadar. O sıralarda Washington'da bulunan bir arkadaşım bir panelde konuşma yapmaya gelmişti. YDH'li yoldaşını fuayede bana tanıştırmak istediğinde "tanışıyoruz" demiştim.
Sonra bir başka toplantıda karşılaştığımda bankacılıkla ilgili bir eğitim programı geliştirdiğimizi ve bize yardımcı olmasını istedim. Gerçek dostluğumuzun temeli de böyle
Aylardır kur tahmininde doğru hesaplama yöntemini açıklamaya çalışıyoruz. Tam anlattığımızı düşünüyorduk ki, başka yanlışlar belirdi. Serbest kurda esas, fiyatın arz ve talep tarafından belirlenmesidir. Enflasyon hesabı yapılmaz. Reel tartılı efektif kur da önemli değildir. Çünkü tartılı kur, dövizin sadece dış ticaret kalemlerini içerir. Doğrusu ise her türlü yurtiçi ve yurtdışı döviz hareketlerinin ölçülmesidir. Merkez Bankası ise karışmayarak rezervlerini korur. Dalgalı kura geçildiğinde yanlış algılamalar vardı. Akademisyenler, yazarlar, eski bürokratlar, hatta bazen yetkililer buna katılmıştı. Aylarca beyhude yazılar yazılmış, "tek yönlü gidiyor, dalga bunun neresinde" denmişti. Bizse toz duman arasında "düşecek" diyorduk. şimdi düşüyor. Mesleki itibarlarını yitirdiklerinden olsa gerek, sinirlendikleri gözleniyor Aşağı hareket sürebilir Müdahalenin ne sıklıkta yapılacağı konusuna gelince. MBler kura her gün müdahale etmez. Ettiğinde mutlaka sonuç almalıdır. Kısa vadeli dalgalanmalar (hele hele küçük boyutta ise) onu pek ilgilendirmez. Ancak çok yüksek çalkantıları yatıştırır. Yahut da piyasalar yanlış bir doğrultuya sürüklenirse yön gösterir.Müdahalelerin serbest kur
<#comment>#comment>Dalgalı kura geçildiğinde yanlış algılamalar vardı. Akademisyenler, yazarlar, eski bürokratlar, hatta bazen yetkililer buna katılmıştı. Aylarca beyhude yazılar yazılmış, "tek yönlü gidiyor, dalga bunun neresinde" denmişti. Bizse toz duman arasında "düşecek" diyorduk. şimdi düşüyor. Mesleki itibarlarını yitirdiklerinden olsa gerek, sinirlendikleri gözleniyor
Aylardır kur tahmininde doğru hesaplama yöntemini açıklamaya çalışıyoruz. Tam anlattığımızı düşünüyorduk ki, başka yanlışlar belirdi. Serbest kurda esas, fiyatın arz ve talep tarafından belirlenmesidir. Enflasyon hesabı yapılmaz. Reel tartılı efektif kur da önemli değildir. Çünkü tartılı kur, dövizin sadece dış ticaret kalemlerini içerir. Doğrusu ise her türlü yurtiçi ve yurtdışı döviz hareketlerinin ölçülmesidir. Merkez Bankası ise karışmayarak rezervlerini korur.
Kurdaki aşağıya hareket sürecek görünüyor. Kurun çok yukarılara gittiğinde müdahaleyi savunduğumuz gibi, şimdi de müdahaleden yanayız. Çünkü kurun reel değerinden "çok farklı" noktalara gitmesini mahzurlu buluyoruz. Bununla beraber, kur konusunda bant gibi aleni sınırlamalardan da kaçınılmasını savunuyoruz. Nedeni de hayli basit.