Telif hakları konusunda yeri geldiğinde eleştirilerimi esirgemediğim müzik birliklerini bu sefer destekliyorum ve başlıkta yer verdiğim saptamalarına da sonuna kadar katılıyorum. Müzik susturulmamalı
Bu ülkede ne zaman talihsiz bir olay olsa fatura müziğe ve müzisyenlere kesilir. Madenciler ölür, kabahatli müzisyen. İnşaatta asansör düşer, işçiler ölür, müzisyenlerden (!) sağduyulu olmaları beklenir. Şehitler gelir, müzisyenler artık sussun ama... Bomba patlar, ihmal kimin, kim istihbarat toplayamadı ya da kim bildiği halde engel olamadı tartışılmaz ama konserler iptal olsun. Konserler, festivaller iptal olacak, dertler bitecek!
Gezi’den bu yana müzik dünyasında işler berbat
Bakkal, manav, taksici çalışmaya, inşaatçı çimentoyu karmaya devam eder. Uçaklar uçar, vapurlar yüzer, plazalarda harıl harıl iş hayatı devam eder, AVM’ler açık, alışveriş devam eder. Ama iş müziğe gelince, müzik sussun. Yok ya?
Pardon ama bir ülke karanlık günler yaşadığında neden bir tek müzisyenler bedel ödüyor? Neden herkes işinde gücünde hayatına devam ederken bir tek müzisyenler ve müzik emekçileri işsiz kalmak zorunda? Neden yalan dolan transfer haberleri coşarken, futbol yorumcularının her
Devlet Bahçeli Kadir İnanır’a sataştı, Kadir İnanır kısa ve öz yanıtladı: “Ben 2.5 yıldır barışı savunuyorum, savunmaya devam edeceğim.” Bunun üzerine aklımıza geldi. Akil insanlar, akil sanatçılar vardı, ne oldu onlara?
-
Keçi üzerinden bel altı vurmak ucuz bir hareket. Zamanında Mazhar Alanson’un “Neden reklamlara şarkı veriyorsunuz?” soruma “Şu capuccino’nun parasını kim ödeyecek?” diye sorması gibi, Kadir İnanır da capuccino’larının parasını ödemek için keçiyle muhabbet etmeyi kabul etmek durumunda kalmış bir sanatçımız.
Pek çok sanatçımızın keçiyle sohbet şansı bile olmuyor şu âlemde. Sayın İnanır’a keçi üzerinden vurulmasını esefle kınıyorum.
Telif sistemini bu kadar sene halledemeyen ve yıllarca bu filmleri her gün gösterip sanatçıya kuruş ödemeyen bu adaletsiz sistemi ayakta tutanlar, oyuncular bakımevlerinde ölürken bu sistemden milyoner olanlar utansın. Tabii eğer memlekette bu hâlâ mümkünse.
Siyasiler sanatçılarımızı hedef göstermek yerine haklarını korumak için çalışsalardı bugün daha iyi bir hayatımız olabilirdi.
-
Tame Impala’nın “Currents” isimli üçüncü stüdyo albümünü dinledikçe dinleyesim, içine girip kaybolasım var. Yılın en iyi albümüyle karşı karşıyayız
Teknik olarak bizde kaybolmak pek hoşlanılan, önerilen bir kavram değil. Kendine gelmek, akıllı olmak makbul. İki dakika kaybolayım, kendimden geçeyim deseniz hemen biri “akıllı olmaya”, “kendine gelmeye” davet edecektir sizi.
Bir albümün içinde kaybolmak, o albüme dalmak ve dış dünyayla ilişkiyi kesmek demek. Orası o kadar güzel bir yer ki hiç çıkamam, kusura bakmayın demek. Ben de şu ara oradayım. Kusura bakmayın hiç çıkasım yok.
Başka yerlere götürüyor
Tame Impala albümü dinlemek tatile çıkmadan tatile çıkmak gibi bir şey. Avustralya’nın Perth kentinden dünyaya seslerini duyurmalarından bu yana sadece müziğiyle değil, hali tavrıyla da başarıyor bunu Tame Impala. Sizi alıp başka yerlere götürüyor. “Currents”ın hazırlık aşamalarını gösteren bir video izlemiştim. Uçsuz bucaksız denize bakan bir arazinin ortasında bir stüdyoda yalnız başına takılan bir adet Kevin Parker var. Ne gündem ne siyaset ne de kısır itiş kakışlar. Hayat bunlardan daha fazlası olmalı ve Tame Impala müziğiyle bunu hep hissettiren, evrensel, zamansız bir
Gazetemizin yazarlarına “Satın aldığınız son albüm hangisi?” diye sordum. Enteresan yanıtlar aldım...
Aslına bakarsanız bu mini anketi bir süre önce bunaltıcı seçim döneminde belki insanlar değişik bir şeyler okumak ister diye düşünerek yapmaya karar vermiştim. Ancak bir türlü yeterli çoğunluğu sağlayamadım. Daha dur, belki iki kişiden daha yanıt gelir, daha güzel liste olsun diye bekleye bekleye bugünlere geldik. Koalisyon kurulacak, olmadı erken seçime gidilecek bizim liste hâlâ sallantıda.
Hükümet kurulmadan ben şu listeyi vereyim diye düşündüm ve elde avuçta ne varsa paylaşmaya karar verdim. Değerli yazarlarımıza vakit ayırıp anketime katıldıkları için çok teşekkür ediyorum.
İlber Ortaylı aradığı albümleri Türkiye’de bulamadığını söyledi
-Efendim Mehveş Evin’in son satın aldığı albüm dijital olarak “American Hustle” filminin soundtrack’i imiş. Single olarak James Blake’in “I Am Sold” isimli şarkısı satın alınmış.
-Güngör Uras yoğun ekonomi gündemi ve restoranlarda tadım trafiği arasında en son Fazıl Say’ın “Beethoven”ını aldığını bildirdi.
-Melih Aşık çalışırken klasik müzik dinlediğini söyledi. Son olarak o da Fazıl Say’ın “Beethoven”ını satın almış. Benden
İnsan tatildeyken şu duygu peşini bırakmıyor: Acaba memlekette neler oluyor? Ne kaçırıyorum. Her şeyden çok uzak kaldım. Kim ne demiş, filanca ne yapmış, gazete var mı, bana gazete bulun! Daha denizden çıkıp kurumadan Twitter’ı aç Facebook’a bak...
Allah aşkına bir dur otur ya... Hiçbir şey kaçırmıyorsun. Türkiye gündemi beyaz dizi gibi. Günlerce izleme, bir bölüme beş dakika bak, her şeye hakimsin. Tasarruf ettiğin zaman da yanına kâr.
Son bir iki haftada olan biteni alt alta yazın. Madde madde okuyun. 5 saniye kadar sessizce düşünün. Kim ne yapmaya çalışıyor tatilden bile kabak gibi görünüyor.
Ben size zaten bildiğiniz şeyleri tekrar etmektense biraz Yunan adalarından bahsedeyim. Pek çok “yazlık Türk” gibi ben de feribota atlayıp birkaç günlüğüne Yunan adalarına geldim, Rodos ve Simi’de “önemli” temaslarda bulundum.
Dost ve kardeş Yunanistan’ın bu güzide adalarında gördüm ki Türkiye’de Türk kalmamış. Siz onları Twitter’da sanıyorsunuz ama onlar, muhafazakârı, beyaz Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, öğrencisi, memuru Yunan adalarında. Rodos belediyesi kale içindeki camileri
ibadete açsa cumaları cemaat sokağa taşabilir.
Simi limanına kıçtan kara olan kalantor yatların içinde muhafazakâr
Bozburunlu Nihat Kaptan 77 yaşında. Yarı yaşındayız ama hepimizden düzgün bir fiziğe sahip, güçlü kuvvetli, diri bir adam. Zeynep Su adlı 12-13 metrelik mütevazı teknesine tek başına hakim.
Bir koya yanaşırken, bir iskeleye aborda olurken, demir atarken hep tecrübe konuşuyor. Telaşsız, ne yaptığını bilen hareketlerle teknesine her istediğini yaptırabiliyor, karşılıklı konuşuyorlar sanki.
Bozburun, Marmaris, Datça, Simi sahillerini ezbere biliyor. Hangi burnu dönerken hangi kayanın yanından geçmek lazım, hangi sığlığın neresinden geçilir, hangi yamacın altından geçilir, hangisi açık alınır, dalga nerede olur, rüzgâr günün hangi saati nereden eser çok iyi biliyor. Hayatta kalmak için bilmeniz gereken şeyler bunlar. Derste değil yaşayarak öğreniyorsunuz bunları.
Nihat Kaptan suyun üstünü bildiği gibi suyun altını da iyi biliyor. 50’lerde, 60’larda süngercilik yaptığından denizin 50-80 metre altında taban nasıl, nerede kayalar var, nereleri balık yuvası, nerede sünger bulunur, nerede batık var hepsini tek tek anlatıyor. Durmadan soruyoruz, sabırla bildiklerini paylaşıyor. Anlattıkça ben öğrenmeye susamış bir şekilde dinliyorum, o da ilgili birilerini buldu diye belki de için için
Giyilebilir teknoloji iyi güzel de şık olduğuna emin misiniz? Teknoloji müziği öldürür mü? Müzik ve pazarlama arasında nasıl bir ilişki var?
Google Glass’ın hiçbir zaman başarılı olmayacağını ve bunu kimsenin takmayacağını düşünüyorum. Bunu düşünmemin nedeni gözlüğün resmen komik olması. 80’lerden fırlamış düşük bütçeli bir uzay filminde yan rollerden birinde oynuyormuş gibi görünüyor
bu gözlüğü takanlar. Bu halde bakkala, çarşıya çıkar mısınız?
Ünlülere ihtiyaç var
Teknoloji önemli ama insanlara üzerlerine giyecekleri bir şey satmak istiyorsanız şıklık daha önemli.
Yani giyilebilir teknoloji dünyasında cihazın ne yaptığı kadar nasıl göründüğüne de yatırım yapmanız lazım.
Bugün teknolojik gelişmeyi havalı kılmak ve aksesuar ya da giysi olarak üzerinizde taşıyacağınız süpersonik, bombastik (ya da her neyse) akıllı ve gelişmiş teknolojik cihazlar için “ünlüler” denilen kitleye ihtiyaç var.
Temel olarak bu fikre ve bakış açısına sahip olan tek kişi neyse ki ben değilim. Geçenlerde Cannes Lions’ta müzik ve pazarlamaya dair konular konuşuldu. Will.i.am gibi bazı müzik insanlarının da bu konuda söyleyecekleri vardı.
Rolling Stone’un Kim Kardashian kapağı eleştirildi. “Müzik bitti, bu kadının orada ne işi var?” deniyor. Buna ufak bir itirazım var
Geçenlerde Rolling Stone’un Twitter hesabından Kim Kardashian’ın Rolling Stone’a verdiği röportaj hakkında atılan bir tweet’e denk geldim. Kim Kardashian’ın gerçek dünyası hakkında bilmedikleriniz deniyor ve bir de link... Yorumlara baktım. “Kimin umurunda”, “Yazıklar olsun”, “Zaten Rolling Stone uzun zaman önce müzik dergisi olmaktan vazgeçti” ve bunun gibi eleştiriler.
“Bir gol de benden”
İnsanlar değer vermedikleri, hayatlarında yer açmadıkları, aslında hiç de umurlarında olmayan şeyleri canları pahasına savunma ve “düzeltme” konusunda çok duyarlılar. Ve doğrusu bu beni çok eğlendiriyor.
N’aber nasılsın, ne yer ne içersin, bir derdin var mı diye sormadığın kadının/adamın başına bir şey gelir, bakarsın ortalık toz duman. Yahu daha önce neredeydiniz?
Duyarlılık dediğimiz şey “önceden” gösterildiğinde değerli. İş işten geçince duyarlılığın adı “vicdanla hesaplaşma” oluyor. Vicdanınla baş başa kaldığında kendine kızmak yerine başkasına kızmak, yapılabilecek en konforlu şey.
Hayatında bir sayısını elinde tutmamışsın, para verip almamışs