Pek çok yeni türe, indie, alternatif müziklere ve sanatçılara ilham veren soul varlığını şahane şekillerde sürdürüyor. İşte yakın tarihli üç örnek...
“Soul Power” Curtis Harding:Şu ara kulağıma çalınan en güzel şeylerden biri Curtis Harding. 80’lerin popüler zenci şarkıcılarının bir özeti gibi. Bunu taklit olarak algılamayın, Harding ses ve tarz olarak elbette üstatlarından etkilenmiş ama kendine has bir tınıya da sahip. Michigan’da doğan Harding, Cee Lo Green’e vokal yapmış,
Black Lips ile çalışmış. Çocukluğundan
beri gospel söylüyormuş. Belli.
Kimler dinlemeli? Stevie Wonder veya Curtis Mayfield sevenler. Zenci müziğinin her tarafı altın dolu bir sürü görgüsüz kadın düşmanı, seksist sokak çetecisi ve eski torbacıya indirgenmesini haksızlık olarak görenler.
“Landing on a Hundred”-Codey Chesnutt:Chesnutt 2002’den bu yana albüm yapıyor ama soul anlayışı aslında 90’ların ortasına uzanıyor. Yaşı müsait. Rock’a kaçabilen melez bir sound’a sahip. Vokal tekniği buna uygun. Zaman zaman nefeslilerle zenginleşen müziği bazen minimal enstrümana ihtiyaç duyuyor. Bunun örneklerini merak edenler ilk albümü “The Headphone Materpiece”e odaklanabilir.
Kimler dinlemeli?Keziah
Metroda, otobüste, sokakta insanların yüzüne bakamıyorum. Yere bakıyorum. Karşımda kim oturuyor, yanımda duran kim bilmiyorum. Çünkü bakamıyorum. Gelip geçen gölgeler hepsi. Kimdir, nedir, ne hisseder? Bilemem. Merhaba dercesine bir gülümseme, bir günaydın yasak. İletişim yok. Gözler yerde olacak.
*
İnsanların insanlara daha fazla düşman olduğu, birbirinden çekindiği korktuğu, birbirini tehlike ve düşman olarak gördüğü başka memleketler de var mıdır? Vardır elbet. Ben kendiminkini bilirim, onu dert ediyorum, ondan sorumluyum.
Burada kimse karşıdan gelen biriyle göz göze gelmek istemiyor. Bırakın gülümsemeyi, merhaba günaydın demeyi, herkes birbirinden bakışlarını kaçırıyor.
Bakkalda, markette, fırında öndekinin sırtı en güvenli yer. Ofiste havalara, kafede, büfede tabağına bakacaksın biri karşına gelirse.
Vapurda karşında oturana bak bakalım, merhaba dercesine bir gülümse bakalım, neler geliyor başına.
İnsanların birbiriyle tanışıp konuşmak, “iki insan görmek” için gittiği sosyal mekânlarda bile büyük sıkıntı bir insanla göz göze gelmek. Restorana gittin, yan masayla bir göz teması oldu mu? Aman tanrım, göz teması (!). Hele hele bir insanla tanışmak, konuşmak...
Oylama yöntemi ve sisteme dair ahlaki sorunlar hallolursa Eurovision’a tekrar katılmayı düşünüyor TRT. Neymiş bu “ahlaki sorun”, gelin birlikte inceleyelim
Eurovision’da halk oylamasına geçilen yıl 2003. O yıl SMS ve televoting sistemi mecburi oldu, Türkiye birinci oldu. Nasıl oldu da oldu? Elbette Sertab Erener’in şarkısı ve performansı güzeldi, dikkat çekiciydi, hakkını yemeyelim, çok ayıp olur. Erener bileğinin hakkıyla kazandı. Ama Belçika, Hollanda, Avusturya, Almanya, Fransa, Norveç’in bir anda 12 ve 10 puanları yapıştırması da etkili oldu. Bu ülkelerin halkları Türk popuna mı hayran? Hayır, o ülkelerdeki Türkler anavatana oy verdiler, birinci olduk. O yıl kimse oylamadaki ahlaki sorundan bahsetmedi.
Peki oylama sistemi 2009’a kadar değişti mi? Hayır.
2004’te aynı sistemle Athena 4’üncü oldu. Belçika, Almanya, Danimarka, Fransa, Hollanda 12 ve 10 puan verdi.
2005’te sıradan bir Türkiye turizm reklamı görüntüsü arz eden, Gülseren’in söylediği “Rimi Rimi Ley” isimli şarkı bile Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka’dan 10 ve 12 puan aldı mı? Aldı.
2006’da bu defa Sibel Tüzün katıldı. “Süperstar” isimli şarkı 8’inci oldu. İngiltere, Hollanda, Belçika,
Yeni yılda isimlerini duyurmaya aday genç grup ve sanatçıları merak ediyorsanız, radarımıza takılanlardan bazıları şöyle
-The Suffers:Teksas, Houston çıkışlı 10 kişilik ekibe gönül rahatlığıyla
yeni Sharon Jones and The Dap Kings diyebilirsiniz. İnternet sitelerinde soul ve rock’n roll’u yorumladıklarını yazmışlar. Soul / funk / reggae seviyor, bu türün klasik yorumlarına yakın duruyorsanız solist Kam Franklin’in sesini beğenirsiniz. Albümleri yıl içinde yayımlanacak.
Adı “Some Room”.
-Sheer Mag:70’lerin klasik rock sound’unu seviyorsanız bu grubu da dinlemelisiniz. Amerikalı ekibin müziği 70’lerin garaj sound’unu andırıyor. O yıllara ait rock’n roll kültürüne dair merak ve ilgi asla dinmeyecek gibi.
-Kagoule:70’ler rock revival’dan bahsedip 90’lar rock revival’a girmemek olmaz. İngiliz ekibin 95 doğumlu gitaristi 90’ları kaçırdığına üzülüyormuş. Bu üzüntülerini anlaşılan 90’lardaymış gibi müzik yaparak gidermeye çalışıyorlar. 90’ların shoegaze gitar müziğini sevenler tanıdık sesler duyacaklar.
-Charlotte OC:Brit sanatçının “Strange” isimli EP’si yeni çıktı. Şarkıyı dinleyince yeni Lana Del Rey’imiz hayırlı olsun diyebilirsiniz. Dinlemeye devam ederseniz
Yıldız Teknik Üniversitesi
II. Abdülhamid Uygulama ve Araştırma Merkezi kuruyor. Karar dün Resmi Gazete’de yayımlandı. Hayırlı olsun.
Otoriterliği, baskıyı, jurnalcilik sistemini, Meclis kapatmayı, Anayasa’yı askıya almayı, yerine gelen polis ve istihbarat devletini araştıracaklar sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
Her türlü farklı sesi, hareketi
ve örgütlenmeyi hain ve devlete karşı tehdit ilan ederek şiddetle bastırmaya girişmeyi de
araştırmayacaklar.
Mütemadiyen komplo teorileri üretip buna karşı sert tedbirler alarak 42 yıl tek adam olarak ülke yönetmenin tarihimize, insanımıza faturasını da araştırmayacaklar.
Bodrum, Gümüşlük’te pek yakında “Nejat başkan” dönemi başlıyor. Yeni takımın adı Gümüşlük Halk Gücü olacak, amblemde de bu gücü temsilen bir yumruk var
Nejat İşler ile Gümüşlükspor yönetim kurulu üyeleri, Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’u (İşler’in solunda) ziyaret ederken...
Bir adet Cihangir kahvesi kıvamına çoktan gelmiş olan Gümüşlük merkezindeki kahvede sabah çayları içiliyor. Günün olayı Turgutreis ile oynanacak 19 yaş altı karşılaşması. Gümüşlük ahalisi yerlisiyle, esnafıyla, İstanbullusuyla, “Cihangirlisiyle” Gümüşlük Belediyespor’u sahiplenmiş durumda. Herkesin malumu, Nejat İşler takımı destekliyor. Ve öğrendimki bu destek artık resmi olacakmış. Martta kendisini başkan seçiyorlar.
Bir dayanışma ruhu hakim
Hayatımda kaç maça gittim bilmiyorum.
10’u geçmez. Haydi maç izleyelim dendi, kalktık maça gittik. Stat zaten kahveye bir-iki kilometre. Gümüşlük Belediyespor-Turgutreis
Türkiye’ye gelen John Malkovich gibi ünlülerin burada yapıp ettikleri, imajlarını fena halde etkiliyor. Acaba bunun farkındalar mı?
Türkiye kolayca “sıfırlanabileceğiniz” bir yer. Yanış anlamayın canım, konu ünlüler. Cennet vatana gelen ünlüler burada kimin eline düşerse imajları da ona uygun evrimleşiyor. Önceden hangi filmde oynadıkları, bizi nasıl etkiledikleri, hangi şarkıları besteledikleri bir anda önemsizleşiyor.
Bu insanlar geliyor ve gözümüzün önünde eriyip imajlarını sıfırlayıp gidiyorlar.
Hatırlayalım, dansöze para yapıştıran yabancı ünlü modeli vardı. Sting bu konuda çok meşhurdu mesela. Yok dans etti, yok göbek attı, yok dansözü öptü. Sting gider, bir de dansözden dinlenir bir hafta Sting’in göbek macerası.
O sahneleri izlerken bir yandan gözünüzün önüne “So Lonely” diye haykıran punk adamı gelir. Üzülürsünüz. “Biz büyüdük ve kirlendi dünya” gibi bir şey. Ey Sting, ey onu gezdirenler, ne hakkınız var kardeşim bize bu eziyeti yapmaya?
Hey gidi Reina...
Ne mühim bir çılgınlıkmış kravatsızlık, fark etmemişiz meğer. Adam kravat takmadı diye neredeyse yüzyılın kahramanı ilan edecekler.
Sanki 70’lerdeyiz de
Jim Morrison sahnede çırılçıplak soyunmuş.
Ya da 60’ların sonundayız da Londra’da bir adet Rolling Stones konseri gerçekleşiyor, kızlar Mick Jagger’ın seksi halleriyle kendinden geçiyor, müthiş bir cinsellik devrimi yaşanmakta.
Ya da Beatles ABD’ye ayak basmış ve “İsa’dan daha ünlüyüz” demiş de ortalık birbirine girmiş, tabular yerle bir ediliyor...
Artırıyorum, Spartaküs zincirlerini kırmış Roma’ya doğru yürüyüşe geçmiş de biz de heyecanlanıyoruz. “Zincirleri kırmaya az kaldı, haydi
koşun” diye...