Dünkü Hürriyet’te Zeynep Miraç’ın haberi. A&G araştırma şirketinin yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre şiddet gören kadınların yüzde 60.6’sı kendini hiçbir zaman özgür hissetmiyor. Yüzde 62.5’i geleceğe dair umutsuz. Yüzde 48 yeniden dünyaya gelse erkek olmak istiyor. Yüzde 22.7’si sadece yalnız yürürken kendini özgür hissediyor. Sadece yalnız yürürken. Kafa dinlerken yani. Üstelik “yalnız başına” yürüyen kadınların başına neler geldiğini de biliyoruz. Kafası taşla ezilen, tecavüz edilen, yakılan, her ikisine birden maruz kalan, boğazı kesilip yol kenarına atılan. Töre cinayetleri ayrı bir dosya. Kaç tane Güldünya var artık sayamıyoruz bile.
-
Hadi canınıza gelmedi diyelim, sosyal medyada “sendeanlat” hashtag’i altında yazılanları okuduk, insanlığımızdan utandık. Sokakta laf yemek, tavizin akla hayale gelmeyecek bin bir türlüsü...
Bu kadınlar bizim kadınlarımız. Annelerimiz, kız kardeşlerimiz, karılarımız, sevgililerimiz. Hiç sınıfsal analizlere girmeyin, şehirli kadın da kırsal kesimdeki kadın da varoştaki kadın da eğitimli olanı da olmayanı da aynı muameleyi farklı seviyelerde yaşıyor.
Devletimizin desteklediği resmi kadın bakışı da maşallah kadına çok yardımcı.
İngiliz gazeteci, yazar ve denizci Rod Heikell dünyanın bütün denizlerinde yelken yaptı, bu sahillerle ilgili ayrıntılı rehber kitaplar yazdı. Türkiye sahillerini anlattığı kitaptaki notlara bir göz atın
Hani memleketi köy köy dolaşmak denir ya, Rod Heikell bizim memleketi Karadeniz sahilleri de dahil koy koy dolaşanlardan. İlk yolculuk 1980’de. Kitap 1984’te yayımlandı (Turkish Waters & Cyprus Pilot, Rod Heikell, Imray Laurie Norie&Wilson). 1986, 1989, 1993, 1997’de yapılan yeni baskılarda yeni önsözler hazırlandı. Bendeki 1997 İngilizce baskı. Tarihçi, sosyolog gözüyle falan değil de dışarıdan bakan sıradan bir Batılının gözünden memleket nasıl görünüyor? Yalnız ve güzel ülke yıllar içinde nasıl değişti? Bu soruların yanıtlarına dair ipuçları var sanki bu kısa önsözlerde. İlginç bulduğum kısımları aktarıyorum. Sözü Rod Heikell’a bırakıyorum.
“Türk insanı kendini Batılı olarak görüyor”
1984:Aşina olduğunuz ve hiç olmadığınız şeylerin bir arada olduğu Doğu ile Batı arasında bir bilinmezlikler diyarı. Trafik, modern binalar, televizyon, her yanı saran yüksek sesli pop müzik. Bunlar tanıdık şeyler. Bir de balkonlardan sarkıtılan halılar, ezan sesleri, minareler, kendine has
Yeni çıkanlar, single’lar, martta yayımlanacak albümlerden internete erken düşenler... Şu ara kulak vermeniz gereken şarkılar şöyle
-“Depreston”- Courtney Barnett:Avustralya genç müzisyenlerin kendilerini dünya piyasasına duyurabildikleri bir indie müzik çekim merkezi olmaya devam ediyor. Şu ara beğenerek takip ettiğim isim Melbourne’de müzik yapan Courtney Barnett. İlk uzunçalar albümü 23 Mart’ta yayımlanacak.
-“No Shade In the Shadow of the Cross”- Sufjan Stevens:Şarkıcı, söz yazarı, çağdaş ozan... Bunun gibi şeyler söylenebilir Stevens için. 31 Mart’ta yayımlanacak yeni albümünden çıkan bu ilk single’da yalnızlık üzerine çeşitlemeler yapıyor kendisi. Güzel konuşuyor, müziğiyle sadede geliyor.
-“I’m Shy”- JulIana HatfIeld: “Whatever My Love” isimli albüm şubatta piyasaya çıktı. “I’m Shy” 90’ların indie rock sound’larını çağrıştırdı. Normaldir zira Hatfield bu sahnenin bir parçasıydı. Fazla açık vermeyen, kafası net bir rock şarkısı.
-“No Way Out”- WarpaInt:Los Angeles’lı şahane kadınlar beni geçen yaz Primavera Sound’daki canlı performanslarıyla hayli etkilemişti. 2014 tarihli albümleri “Warpaint”ten çaldıkları şarkılara ek olarak albümde olmayan bu şarkıyı da
“Yılanın kabuğundan sıyrılması inanılmayacak kadar zor bir iştir, yürek paralar. Yılan kabuğunu değiştirirken yerine başka bir kabuk gelir, eskisini atıp gider yaşamını sürdürür. Ölen değerlerin yerine ise o çapta bir değer gelmiyor. İnsan bu değişimin acısını yürekten duymaz olur mu?” Kendi ifadesiyle değişimin romanını yazan Yaşar Kemal böyle diyor 2012’de.
*
Yaşar Kemal’in ölümünün ardından, onunla son yıllarda yapılmış röportajları incelerken denk geldiğim bu cümleden etkilendim. Bizim bugün toplumca yaşadığımız şey değişimin kaçınılmaz sancısı mıdır, yoksa değişim diye dayatılan şeyin yarattığı artık gizlenemeyen bir huzursuzluk mudur? Bilemiyorum.
Bildiğim şu, ortalık değişim, dönüşüm, yeni Türkiye, büyük restorasyon gibi havalı laflardan geçilmiyor. Ama tek yapılan daha fazla betonlaşma ve inşaat.
Değişen tek şey betonu ve inşaatı alkışlayanların tipi, giyim kuşamı, yaşam tarzı ve referansları. Salt inşaatla mutluluğa erişebilen ilk toplum biz olacak mıyız tarihte, hep birlikte göreceğiz.
*
Yaşar Kemal her şeye rağmen iyimserdi. “İnsanların içindeki yaşama sevinci ölümsüzdür. Ve bu görkemli kültür toprağının üstünde oturan ülkemin insanlarının böyle
İstanbul’un en önemli meydanı ve bu meydandaki en önemli sembolik binalardan biri cezalı. AKM’nin önünden her geçişte bu cezanın aslında kime, neye kesildiğini düşünüyor insan...
Askerde cezalı tank vardı. Tatbikatta ateş almamış, zincirle bağlamışlar kaçmasın diye. Cezalı top var. Kelepçeli. Cezalı havuz bile duydum. İçinde bir asker boğulmuş. Havuz yıllardır boş duruyor.
O asker oraya nasıl düştü, kim tedbir almadı da buna yol açtı, bunlar önemli değil. Yürür gidersin. Ama havuz, top, tank cezalı kalır. Nasıl iş bu diye sorunca şöyle derler: “Askerlikte mantık olmaz. Mantık bu kapının dışında kaldı.”
Siyaset erbabı sivilleşiyorum diye diye maalesef iyice askerleşti. Askerliğin bu “mantıksızlık” mantığına sıkı sıkıya sarıldı. İstanbul bu anlayışın izlerini taşıyor.
Her yer yıkık dökük
Bakın şehrin göbeğinde, Taksim Meydanı’nda bir dolaşın. Her yer yıkık dökük. Yerde çatlaklar, çukurlar. Metro asansörünün yanı çamurlu bir tarla. Kaldırım yok, estetik yok. Taksim’de hizmet yok. Üstelik koskoca bir döküntü, yıkıntı haline getirilmiş bir de AKM var. Etrafı çevrilmiş, ölüme terk edilmiş bir iskelet. Cezalı bir bina. Cezalı bir meydan.
Birileri Taksim’e ve çevresine
“Stream” sayesinde artık dünyanın neredeyse her radyosuna tek tıkla ulaşabiliyor, dilediğimiz türde yayını sorunsuz dinleyebiliyoruz. Son dönem favorilerime aldığım üç radyo kanalı şöyle...
1-Jazzabit: Oslo merkezli bu radyo aslında klasik caz yayını yapıyor. Arada cazın yeni türlerine de yer veriyor ve bu denge benim çok hoşuma gidiyor. En iyi yanı, benim gibi caz dinlemeyi seven ama “pop caz” denen türe katlanamayanlar için ideal olması. Yani caz adı altında romantik klişe saksafon melodileri falan dinlemiyor, caz denizinde yeni ufuklara açılıyorsunuz.
Kimler dinlemeli? Caz, nujazz sevenler, hem vintage hem
modern sound’lara kulak verenler (jazzabit.com).
2-KUSF: San Francisco Üniversitesi’nin Radio adlı radyosu. KUSF müzik çizgisi bakımından “eklektik” adı verilen çizgide. Yani “Her şeyin en güzelini, ilgincini alıp bir araya getiriyoruz ve gayet de güzel oluyor” şeklinde bir çizgi. Bazen elektronik, bazen folk, bazen punk, bazen glam rock. “Oluyor mu?” diye soracak olursanız gayet iyi, kendi içinde uyumlu bir radyomuz diye özetleyebilirim durumu.
Kimler dinlemeli? Standart ticari müzik çalan radyoları dinlemekten sıkılanlar için ideal bir dünya sunuyor KUSF.
Birkaç yıl önce Mardin’e uçuyorum. Uçakta Kürtçe konuşan yolcu sayısı hayli fazla. İngilizce ve Türkçe anonslar başladı. Kendi kendime şu anda Mardin’e giden bu uçakta Kürtçe anons yapılmasına ne engel oluyor diye düşündüm. Neden devlet Kürtçe konusundaki yaklaşımında hâlâ bu kadar isteksiz.
-
Barcelona’ya gidenler bilir; Barcelona’da havalimanında bütün tabelalar Katalanca, İspanyolca ve İngilizce.
Mallorca’da buna bir de Almanca ekleniyor. Zira burası Almanların yoğun bulunduğu bir turizm yöresi. Çok fazla yerleşik Alman yaşıyor. Onlara da kolaylık yapılmış. Ama önce kendi vatandaşına kolaylık yapmış İspanyol devleti.
Berlin’e gidin, herhangi bir otomattan tren ya da metro bileti almaya davranın, Türkçe menü karşınıza çıkıyor, işinizi kolayca hallediyorsunuz. Neden? Türk kökenli Alman vatandaşlarına kolaylık olsun diye.
Belçika’da tabelalar Fransızca ve Flamanca. İsviçre’de Almanca, Fransızca ve İtalyanca. ABD’ye gidenler, özellikle Latin kökenli nüfusun yoğunlukta olduğu yerlerde havalimanlarından başlayarak İngilizce ve İspanyolca tabelaların olduğunu hemen hatırlayacaklar.
Medeni ülkelerde devlet kendi vatandaşıyla anadilinden konuşma konusunda çekimser,
İlla inşaat yapmak, bina dikmek zorundayız; boş bir alana tahammülümüz yok, orası anlaşıldı. Madem öyle alışveriş merkezi ve cami dışındaki seçenekleri bir hatırlayalım mı?
Sadece Kadıköy’e özel bir durum gibi okumayın bu yazıyı. Türkiye’de pek çok ilde belediyelerin bazen bakanlıkların, bazen devlet kurum ve kuruluşlarının, bazen de özel sektörün desteği ve talebiyle arsa belirleyip AVM ve cami inşa etmesi yaygın bir alışkanlık ve uygulama. Peki başka seçenekler neler olabilir? İyi niyetle sıralamaya çalışıyorum. Belediyecilik neticede hizmet yarışıysa başka hizmetler de var.
Bir sanat abidesi
Opera salonu: Klasik müzik konserlerinin, özel sahne ve donanım gerektiren görkemli, kalabalık etkinliklerin sergileneceği çok amaçlı bir kültür abidesi. Kadıköy’ün tarihine yakışan, marka olabilecek bir proje ihalesi açılabilir. Oslo’daki, Sydney’deki gibi denizin kenarında şehre modern mimarisiyle damga vuracak, uluslararası sembol olabilecek bir opera salonu inşa edilir, dünya çapında mimarlar bu projeye davet edilir, karşısındaki 100 yıllık Haydarpaşa’ya gururla bakacak bir anıt bina oluşturulur.
Arkeoloji müzesi: Uluslararası bir arkeoloji okulu ve müzesi. Bir bilim