Kulaklığın sadece müzik dinlemeye yaradığı günler geride kaldı. Kulaklık giderek büyüyen bir pazar ve kulağına bakarak birine notunu verebilirsiniz.
iPhone kulaklığı kullanıyorum: Kusura bakmayın ama muhtemelen yeryüzündeki en kötü kulaklığa sahipsiniz. Müzikle, ses kalitesiyle yakından ilgilendiğiniz söylenemez. Genel anlamda markalar konusunda hassas, imaja yatırım yapan, markanın sunduklarıyla çok ilgilenmeyen birisiniz.
Sıradan bir kulak içi kulaklığım var: “Ayağımızı yerden kessin yeter”ci bir yapınız var. “En ucuzundan alayım işim görülsün” kafası parayı bastırıp kötü iPhone kulaklığı almaktan daha saygıdeğer bir tercih. Ancak hayat böyle geçmez. Yetinmeyin, daha fazlasını isteyin, hak ediyorsunuz. Ayrıca içeriden çok dışarı ses veren her kulaklık kötüdür. Bugün insanoğlunun en büyük sorunu dışarı cızırtı veren kulaklık sahibine “hocam biraz kısar mısın?” diyememek.
Beats by Dr. Dre aldım: İyi ettiniz de, “İyi dediler, aldık” cümlesine fazla itimat ediyorsunuz. Eğer bir kulaklığa asgari ücretten fazla bütçe ayırdıysanız ondan çok fazla şey beklemeniz lazım. Beats güzel görünen, trendy bir kulaklık olabilir ve kesinlikle kötü de değil. Ancak o paraya bir ses
Dinlenmeyi bekleyen albümler birikti, dağ oldu, masa üstünde CD gökdelenleri yükselmeye başladı. İçlerinden bazılarına şöyle bir bakalım...
“Yalnızım Ben” Can Gox
Can Gox’un güçlü, kendine has bir sesi var. Böyle bir vokaliniz varsa albüm yaparken çok fazla numaraya gerek yok. İyi çalan bir grup, temiz bir sound yeter. Tek yapmanız gereken çıkıp şarkılarınızı söylemek. O da aynen bunu yapmış. Bir blues ve rock sound’u üzerine şarkılarını söylemiş.
Yalnızlık, çekip gitmek, çaresizce kendini aramak gibi temalarda şarkı söyleyen öfkeli bir adam duyacaksınız bu albümde. Can’ı tanırım, çok neşeli bir adamdır. Albümde farklı bir yanını yansıtmış. Kitapçıkta gülüyor ama şarkılarda ciddi. Albüm kitaçığında yer alan Kaan Çaydamlı’dan alıntı cümle: “Kim gerçekten bakabilmiş ki içine?” diye soruyor. Bu retorik sorunun yanıtını aramaya kalkışırsanız bir gün, bu albümü de koyun çalsın. Ben Can Gox’u uzun yıllar bizimle birlikte olacak bir ozan, şarkıcı olarak görüyorum. Bekleyelim görelim.
Not: Can’ın alameti farikası “Haydar Haydar” da var albümde. Meraklısına...
Not2: Can’ın Gülce Duru’yla söylediği “Asla Bırakma” favorim.
Gruplar ve sanatçılar belli olmaya başladı. Kimin konserinden ne beklemek lazım, hangi tarihler unutulmaz olacak? Yaza erken ve genel bakış...
Hiç lafı dolandırmadan konuya giriyorum.
Vodafone-Pozitif işbirliği tek bir büyük festival yerine yaz boyu devam edecek bir konserler serisi ortaya çıkardı. Pozitif yıllarca Rock’n Coke için getirmeye uğraştığı ancak tarihler uymadığından bir türlü getiremediği pek çok dev grubu ve sanatçıyı Vodafone sayesinde getirme fırsatını yakaladı. İsabet oldu. Bu sayede yaz boyu konser izleyeceğiz.
Avea istikrarla sürdürdüğü daha küçük ölçekteki konserlerine devam ediyor. Belle&Sebastian’la müzikseverleri kalpten yakaladılar.
Rock’n Coke ile ilgili herhangi bir açıklamanın henüz yapılmamış olması eylül sonunda Hezarfen’de yapılacak festival hakkında endişelenmemize neden oluyor. Şu yakında haberleri gelecektir diye tahmin ediyorum.
Parkorman’ın yazlık mekan yokluğunda yeniden konserler için kullanılacak olması şahane. Artık metronun da ulaştığı bir yer, müziksever için kolaylıktır.
İnönü Stadı yıkılmadan büyük konserlere ev sahibi olacak. Ama bu eğreti çözümler İstanbul’un yazlık konser ve festival alanı ihtiyacını karşılamıyor. Zira
İkinci el dijital müzik ve kitap piyasası oluşacak deniyor. Kokusu, hissi olmayan bir şeyin ikinci eli mi olur? Bence olmaz
Wired dergisinden Marcus Wohlsen yazmış: Köşesi kıvrılmış, sayfalarına notlar alınmış kitaplar yerine pırıl pırıl sayfalı kitaplarımız oluyormuş. Kendi dijital okuyucumuz üzerine kendi notlarımızı alabilecekmişiz. Kalitesiz mp3 ya da çizik CD yerine güvenli mp3 dinleyebilecekmişiz. İndirirken virüs bulaşma tehlikesini de önlemiş oluyormuşuz.
Bu sayede ilk el kitap ve müzik ucuzlayacakmış.
Kusura bakmayın ama pek sevip saydığım Wired çuvallamış. Bir kere ikinci el kitap, plak,
CD, o üzerindeki yazılar, notlar, köşesindeki “kıvrılmışlıklar”, plakların üzerindeki “yıpramışlıklar”la alınır. Bu tip şeyleri kendi tarihiyle satın alırsınız. Parayı buna verirsiniz.
İkinci el mp3 kadar saçma bir şey de hayatımda duymadım. Dijital gibi ne rengi, ne kokusu, ne cismi, ne hissi olan bir şeyin ikinci eli kusura bakmayın ama sektör oluşsun diye zorla gazlanıyor herhalde. İleride çocuklarınıza plak koleksiyonu mu yoksa bir tane iki terabaytlık hard disk mi bırakmak isteyeceğinize siz karar verin.
Bu gidişle zaten hard diske de gerek kalmayacak, internet
Para ve şöhret arayan çaresiz Türklerin çıktığı acımasızlık arenasına hoşgeldiniz. Yıl sonunda jüri ve yapımcılar daha zengin olacak, sizi kimse hatırlamayacak
Popstar başladı, hayırlı olsun. Biri biter biri başlar. Maksat Türk milletine hizmet, herkes pop star olsun. Orhan baba “müzik sektörü çöktü” demiş. Ben hiç de öyle düşünmüyorum. Aksine daha da büyüdü gibi geliyor bana. Yalnız müzik sektörünün ileri gelenleri artık şarkılarını söylemek, beste yapmak, konser vermekle yetinmiyor. Müzisyenler için müzik artık boş zamanlarda uğraşılacak bir hobi. Onlar artık millete jüri olarak hizmet veriyor.
Milletçe bahanelere sığınmaya bayılırız. Almanlar yenilince biz de yenik sayıldık, sektör çökünce biz de jüri olduk. Bu çöküşle bizim hiç alakamız yok. Muhtemelen müzik sektörünü
dış mihraklar ya da adı sanı bilinmeyen bir takım münafık örgütler çökertti.
Orhan Gencebay müzik sektörünün çöktüğünü söyledi. Çökmedi sadece farklı şekilde devam ediyor.
Şu an Türkçe’deki en popüler kelime süreç olabilir. Süreçsiz hiçbir şey yapamıyoruz. “Önemli olan vardığın yer değil, gittiğin yol” misali, sürecin sonunu değil sürecin kendisini seviyoruz
Geçen gün televizyondaki bir tartışma programında bir konuşmacı “halkımız görüşme sürecini izleme sürecine girdi” dedi. Evet, bunu dedi. Sürecin karesini alarak evrenin sonsuzluğunda bir kara delik açmış oldu, hepimiz bu “süreçleme” karesinin yarattığı girdaba kapılıp döne döne o deliğe çekilip gözden kaybolup gittik gibi geldi bana.
Bu düşünme “sürecinde” aydınlandım. Hayatımızda artık çok fazla süreç olduğunu fark ettim. Belki de “fark etme sürecine” girdim. Ya da “fark etme sürecine giriş noktasında olumlu bir adım attım” emin değilim (televizyon konuşmacılarına bayılıyorum).
Hayatımız süreç. Her şey sürüncemede yani “süreçlemede”. Hiçbir şey tam ve tamam ve dört başı mamur değil. Hiçbir şey hemen, çabucak, olması gerektiği anda, küt diye olmuyor, olamıyor. Her şey çoook uzaklarda, çoook uzun süreçlerin ardında. Kaf dağını aşmak bu süreçleri aşmaktan daha kolay.
Kaderimiz süreçlerle örüldü, hâlâ da örülüyor ve süreçler hiçbir zaman bitmeyecek çünkü biz “süreçlemeyi” seviyoruz.
Kral TV Müzik Ödülleri, Türkiye Müzik Ödülleri oldu. Hayırlı olsun ama yine körler sağırlar birbirini ağırlıyor. Kimse esas soruyu sormuyor
Organizasyon, kendi internet sitesinde kriterleri yayımlamış. Daha önce millet eşine, dostuna, sevgilisine ödül verdi iddiaları vardı ya, “Şimdi artık böyle değil hadise” demek istemişler sanırım. Şeffaflık adına güzel ama yine de itirazım var.
Genel olarak ödül kriterleri şöyle: Nielsen en çok çalınan şarkıcı, Müyap dijital albüm satış, Müyap mekanik satış, jüri oylaması, halk oylaması... Bu verilerin ve unsurların hepsi yüzde 20 oranında ağırlıklıymış. En iyi şarkı? Aynı kriterler. En iyi düet, o da aynı.
En iyi erkek ve kadın sanatçı?
Aynı. Burada niteliğe ayrılan ağırlık yüzde 20. Jürinin ağırlığı yani.
Niyet iyi sonuç fena
Nilüfer rock’çılarla düeti sevdi, “12 Düet”in ardından “13 Düet” isimli devam albümünü yayımladı. O kadar çok rock’çı var ki daha da en az iki albümlük yolu var sanatçının. Bakalım rock’çılar neler yapmış bu albümde
Gripin: Birol Namoğlu’nun sesini duyunca artık benim aklıma sadece ağlayarak şarkı söyleyen bir adam geliyor. Ağlayan adam ve Nilüfer, şarkıyla ilgisini anlayamadığım efektlerle beslenmiş bir düzenlemeyle “Hatıralar Hayal Oldu”yu söylemişler. Şarkı güzel de ben iki ekol arasında bir uyum göremedim.
Gece: “Başıma Gelenler” gayet eğlenceli bir şarkı. “Düetlenmiş”, düzenlenmiş ama bana sıradan bir rock’laştırma operasyonu gibi geldi.
Gitar, davul, bas oturup girişince rock mı oluyor?
Emre Aydın: Melankolik uzay arpejleri şeklindeki efektler bu şarkıda da (“Son Perde”) devam ediyor. Bir diğer ağlayan adamımız Emre Aydın ile Nilüfer’in uyumu Gripin’e göre daha iyi “Son Perde”de.
Bulutsuzluk Özlemi: Güçlü vokal gerektiren herkesin ezbere bildiği bir şarkıyı (“Her Yerde Kar Var”) Nilüfer’le söylemeye girişiyorsanız ya şahane bir vokaliniz olacak ya da Serge Gainsbourg gibi serbest takılacağınız başka türlü bir şarkı seçeceksiniz. Nejat Yavaşoğulları rock