Ortalık analizden geçilmiyor. Teknoloji insanı yalnızlaştırıyormuş, eskiden her şey ne güzelmiş, şimdi sadece sosyal medyada mesajlaşma varmış. Sanki yalnızlık eskiden yoktu
Efendim geçen pazar “günaydın” lafı Twitter isimli güzide sosyal ağımızda trending topic olunca bir analizci şöyle yazmış... Bunun anlamı sesli olarak günaydın diyecek kimseleri olmayanların Twitter ve Facebook’da yalnızlığına çare aramasıymış. Yalnız olmasak buralarda işimiz neymiş... Her şeyi tekrar düşünecekmişiz.
Valla oturup ağlayası geliyor insanın!
Sosyal medya illa yoksunlukla açıklanacak. İnsanlar eğlenmeye, haber almaya, millet ne konuşuyor diye bakmaya giremez. İlla bunun altında derin anlamlar olmalı. Kardeşim biz bir sürü haberi Twitter’dan, Facebook’tan alıyoruz. Gazeteler, televizyonlar sosyal medyadan haber üretiyor. Facebook’ta insanlar şirket kuruyor iş yapıyor, dükkan açıyor, siz hâlâ bireyin yalnızlığı muhabbetine takılıp kalmışsınız.
Yalnızlığı teknoloji icat etmedi ki...
Sanki insanlık tarihi kadar eski binlerce yıllık bir yalnızlık edebiyatı yok. Sanki insanlar muhtelif konumlarda kendilerini yalnız, yabancılaşmış hissetmediler, bunu yazıp çizdiklerinde, resimlerinde,
Murat Bardakçı bir ürün lansmanında semazen dönmesini “çöküş” olarak nitelendirdi. Halbuki memlekette tasavvuf kullanımı bununla sınırlı değil. THY, uçakta beklerken tasavvuf dinletiyor; parti kurultaylarında, çay bahçelerinde, düğünlerde semazen dolu her yer
MHP kongresinden semazenli bir sahne...
Geçenlerde Murat Bardakçı Habertürk’te Türk kültürünün ve geleneklerinin sonunu ilan etti (“Şampanya, Sema ve Çöküş”, 28 Ocak). Esma Sultan’da semazenlerin döndüğü bir ürün lasmanı mı ne yapılmış ve bu bizim kültürümüzün sonuymuş. Bardakçı sert üslubuyla kılıçtan geçirmiş o gece orada bulunan herkesi. Gitmedim ama merak ettim. Çöküş olduysa bir gazeteci olarak tanık olmak isterdim.
Yazıda çizilen tablo ellerinde şampanyalarla semazen izleyen birtakım Batılı tiplerden ibaret. Aynı Türk filmlerinde olduğu gibi saygısız, kahkahalar atan, tabii ki zengin ve geleneklere önem vermeyen tipler... Maneviyatla falan alakası olmayan bu kafirler iki mal satıp daha zengin olacağız diye bizim semazen kültürümüzü karanlık emellerine alet ediyorlar. Bazı magazin yazarları da bu geceyi köşelerinde yazarak düşmanla işbirliği içine girmişler. E malı tanıtılan firma da Fransızmış zaten.
İnsa
Ferdi Özbeğen “Kaybedenler Kulübü” filmindeki “Dilek Taşı” şarkısıyla ilgili “Benim şarkım en güzel sahnede” demiş. Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk: “Ümit Besen, Orhan Gencebay yüksek rakamlar istedi. Sadece Özbeğen ‘Alın, kullanın’ dedi”
Ferdi Özbeğen’in vefat ettiği gece bir baktım Twitter’da bir “Dilek Taşı” ve “Kaybedenler Kulübü” çılgınlığı yaşanıyor; dünya çapında trending topic “Kaybedenler Kulübü”. Meğer Kanal D’de oynuyormuş film. Valla güzel bir anma. Zira yeni kuşak için Ferdi Özbeğen artık bu filmdeki “Dilek Taşı” şarkısıdır.
Mete Avunduk’u aradım. Bu şarkı hakkında bir konuşalım, iki lokma da bir şey yeriz hem dedim. Sağolsunlar kırmadılar, standart.fm’deki programlarından önce Kaan Çaydamlı’yla da buluştuk “Dilek Taşı” muhabbeti yaptık. Laf lafı açtı.
Ferdi Özbeğen hafızalardan çıkıp gitmişti. Kolay unutan milletiz. Akşam yat, sabaha her şey sıfırdan başlıyor. Özbeğen uzun süredir kanserdi ama son yıllarda Taksim’de yeniden program yapmaya başlamış ve kendi meşrebince bir geri dönüş yaşamıştı.
Neticede üstü çizilebilir, kırılabilir, çıtırtısı var, patırtısı var, taşıması zor, ağır. Ayrıca daha yüksek ve düşük frekansları verebilme açısından CD’den teknik olarak daha kötü. İyi de neden plak?Bu mühim soruya yanıt arıyoruz
1993’te dünyada toplam 300 bin adet plak satıldı. Toplasan yaz başında çıkmış bir Serdar Ortaç albümünün sene sonu satışı kadar.
CD’nin dünyayı ele geçirdiği yıllardı ve herkes bu teknoloji harikası “veri depolama dairesi”nin (kişisel Türkçeleştirme girişimi, TDK’ya selam) geri dönülmesi imkansız bir yol açtığına emindi. CD, kaseti de plağı da tarihe gömecekti.
Kaseti gömdü (onu ayrıca yazarım) ama aynısını plağa yapamadı. Plak dipten giderek çıktı, özellikle 2000’lerde CD mp3’e, online satışa, stream’e yenilirken plak aradan yükseldi. Kendi başına bir niş pazar oluşturdu. Bu pazar önceleri “meraklısı alıyor” düzeyindeyken şimdi ilgi çekici derecede büyüme yolunda. CD satışları her yıl düşüyor, plak satışları artıyor.
2012’de plak satışları bir önceki yıla göre yüzde 16 artarak 4.7 milyona ulaştı. Bu rakam yeni ve eski albümleri ve ikinci elleri kapsıyor. Tüm “fiziki” albüm satışının yüzde 2.3’ü. Küçük ama geleceği olan bir pazar.
Sadede
Böyle bir niyetiniz varsa bakın size bir-iki önerim var bu pazar. İğneyi kendime çuvaldızı başkasına batırdım. Ya da “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” diyelim
* Çizgi roman, mizah dergisi, kişisel gelişim şeyleri falan, bunları artık boşverin. İyi roman okuyun. Yetişkin olun biraz. İçinizdeki çocuk baymadı mı daha?
* Taksiden inmeden paranızı pulunuzu hazırlayın kardeşim. Arkada milleti ağaç etmeyin.
* Torrent sitelerinden uzak durun. Artık yasalı var.
* Bir spor salonuna yazılın (gidin demiyorum en azından yazılın). Olmadı arada bir yürüyün. Beyninize oksijen gitsin.
* Emniyet şeridini kullanmayın, ambulans arkasına atlamayın hemen, belki arkadan yakını geliyordur. Biraz anlayış ve saygı...
* Elinizi kornadan çekin. İki dakika sessiz olun.
Geçenlerde bir alışveriş merkezinde açılan “Mahalle” adındaki yapay mahalleyi dolaştım. AB’ye giremedik belki ama Amerikalı olmuşuz, artık her şeyin yapayını seviyoruz
Geçenlerde Nişantaşı’na yolum düştü, bir gidip göreyim dedim. Nişantaşı City’s’in en üst katını komple kapamışlar, “Mahalle” adı altında bir adet yapay mahalle/alışveriş alanı oluşturmuşlar. Sokakta dolaşır gibi bir binanın en üst katında dolanıp durmamız ve tüketmemiz fikri üzerine yapılmış. (Aynen İstinyePark’ın içindeki yapay pazar gibi.)
Her tarafta yeme içme yerleri var. Çok özetle yağ, yemek ve balık kokan bir yer. Havalandırma ne kadar iyi olursa olsun açık havadaki gerçek mahalle gibi olmuyor tabii. Bir tur attığınızda insan içine çıkamayacak kadar fena bir kokuyu da giysilerinizin ve saçınızın derinliklerine çekmiş oluyorsunuz.
Şık şık hanımların ve beylerin bu kokuda nasıl salata yiyerek ve cool bir şey yaptıklarına inanarak zaman geçirdiklerini muhabbetle izledim.
Onları izlemek, şu ara fazlaca okuduğumdan olsa gerek, bana Umberto Eco’yu hatırlattı.
Üstad Amerika’yı gezerken, bir Avrupalı olarak orada gördüğü gerçeklik algısına çok şaşırır. Amerikalılar gerçekle yetinmemekte, gerçeğin
Bütün mesele bu. Rock’n Coke’a dair haberler akmaya başladı, “kimler gelecek?” piyasası açıldı. Sordum öğrendim, işin aslı şöyle
Efendim öncelikle şunu söyleyeyim. Gerçekten de bütün mesele bu olmalı normal şartlarda. Ne cenazeler, ne bitmeyen davalar, ne elinde çubukla haritada Suriye’ye nasıl gireceğimizi anlatan emekli paşalar, ne “tepkilere tepkiyle” karşılık veren parti liderleri, ne mecliste tekme tokat birbirine giren vekillerimiz, ne bölünme korkusu, ne totalitarizm endişesi, ne hapisteki gazeteciler, öğrenciler... Keşke bunların hiçbiri olmasa da gündem “Blur geliyor mu, gelmiyor mu?” olsa. Ben hiç sıkılmam böyle bir ülkede, sizi bilmem.
Blur büyük ihtimalle gelecek. Ancak resmi bir açıklama yok bu konuda. İşin aslı şu: Bir süredir iki yılda bir yapılan Rock’n Coke bu yaz yapılacak. Bazı değişiklikler var. Öncelikle organizasyonu artık Pozitif yapmıyor. Bu görev Knowhow isimli firmaya verildi Coca Cola tarafından. Booking kısmı, yani sanatçılarla anlaşma kısmı ise her yıl Budapeşte’de yapılan Avrupa’nın en büyük festivallerinden Sziget’in yetkililerine devredildi. Coca Cola’nın
Rock’n Coke’u Sziget festivalinin bir ayağı gibi konumlandırma düşüncesi olduğunu bir
Duayen müzik yazarlarından Ira Robbins “Müzik yazarı mı? Artık kimin ihtiyacı var ki?” diye sordu. Yanıtını geçen hafta gittiğim bir yemekte buldum
Her ne kadar Milliyet Pazar’ın kısa sürede gelenekselleşen şaşaalı yemekleri kadar olmasa ve masada “selebriti” bulunmasa da, ben de ara sıra birileriyle yemeğe çıkıyorum, hatta bu yemeklerde bazen ilginç konular konuşulabiliyor.
Bunlardan biri geçen hafta Deezer ile ilgiliydi. Deezer nedir? Çok ama çok özetle anlatayım. Ayda 5 liralık ya da 10 liralık iki paket var. İnternetteki bu müzik platformuna bir kez kaydolup bu paketlerden birini seçtiğinizde müzik dinleme ve indirme sorununuzu hallediyorsunuz. “Oraya gir onu dinle, buraya gir şu albümü yükle”, “flash bellek var mı?”, “ama bu dosya çalışmadı” falan kalmıyor. Ayda 5-10 liraya her tür müzik elinizin altında, bilgisayar, tablet ya da telefonunuzda.
Korsancıysanız bile sabit diske para veriyorsunuz. Bunda ona da gerek yok. Evde gigabaytlarla, terabaytlarla müzik depolamak yerine her şey internette ve dilediğiniz an ulaşabileceğiniz uzaklıkta. (Arşivciyseniz de plak alın ayrıca, dijital müzik saklamak da ne demek.)
Ayrıntı bol ama dünyada 160 ülkede faaliyet gösteren