Rio de Janeiro’da sosyalleşmenin yolu samba, futbol ve plajdan geçiyor. Bu üçünden birine yakın değilseniz işiniz zor. Sahile gittim, gezdim, amele yanığı oldum, samba yapmayı denedim, yenildim ama ezilmedim. Futbol mu? O toplara hiç girmedim
Rio’da eğlence bol. Özellikle Lapa bölgesine bayıldım. Bir-iki paralel cadde ve sağlı sollu barlar ile restoranların bulunduğu mahalle, bizdeki Tünel, Galata, Asmalımescit’e benziyor.
Biz canlı müzik dinlemeye muhtelif barlara kulüplere gidiyoruz ya, Rio de Janeiro’da da aynısı var. Ama müzik samba ve insanlar sahneye bakıp oldukları yerde tek başlarına sallanıp müzik dinlemiyor, birbirleriyle dans ediyorlar. Biriyle tanışmanın en iyi yolu onu dansa kaldırmak. Bizde düğünlerde bile zor olur ve artık sanırım nesli tükenmiş, demode bir alışkanlık bu ama Rio’da değil. Birini dansa davet etmek “cool” bir şey. Birlikte bir-iki şarkı dans ediyor, sohbet ediyor, sonra “Teşekkürler” deyip kendi masalarınıza dönüyorsunuz.Ya da dönmüyorsunuz. Yani Rio’da
samba bilmeyene hayat zor.
* Samba yapmaya uğraştım, mekandaki Brezilyalılar bir-iki figür gösterdi, beceremedim,
TRT’nin “Eurovision’da adalet istiyoruz” çığlığını sorunlu buldum. Her yıl belli ülkelerden 10-12 puan alırken oy sistemindeki ‘ülkeler blok halinde hareket ediyor’ anlayışı sorun edilmiyordu
Bülent Özveren, Baltık ülkeleri birbirine, İskandinav ülkeleri birbirlerine, balkan ülkeleri birbirlerine oy veriyor diye canlı yayında az öfkelenmemiştir. Ama Özveren Belçika, Hollanda, Avusturya gibi ükeler bize 12 puan verdiğinde pek seviniyordu. TRT’nin o zaman sisteme adil değil diye itiraz ettiğini hatırlamıyorum.
Bosna Hersek, Avusturya, Belçika, 12, Almanya, Hırvatistan 10 puan vermiş Sertab Erener’e. Azerbaycan 12, Almanya, Arnavutluk, Fransa, Hollanda, Belçika 10, İngiltere 8 puan vermiş Mor ve Ötesi’ne.
Almanya neden hep ‘çok beğeniyor’ Türkiye’yi? Almanya’daki gurbetçi vatandaşlar oy veriyor. Bunu bilmeyen var mı? Fransız halkı Türk müziği sevdalısı mı? Değil. Ama orada da gurbetçiler faal. Ya Hollanda, Belçika, İngiltere? Bu ülkelerin hiçbir tanesinde tek bir Türk şarkısı listeye giremez, adı bile duyulmazken hep Eurovision’da en beğendikleri ülkenin biz olmamız TRT’yi rahatsız ediyor muydu? Hayır. Gurbetçi kardeşlerimiz sağolsunlar.
Azerbaycan? E kardeşimiz.
Adı Mounir. Bizdeki Münir gibi. Fas asıllı Müslüman bir ailenin çocuğu. 28 yaşında. Evli. Fransa’nın tam da ortasındaki 140 bin nüfuslu ufacık bir şehir olan Angers’de doğup büyümüş, halen orada yaşıyor
Mounir 13 yaşında breakdance yapmaya başlamış. Sanıldığı gibi sokakta değil, ders alarak bu işe girişmiş. Bir kereliğine gitmiş, sonra hayatı değişmiş. Kendi gibi meraklı arkadaşlarıyla ekip oluşturmuş ve dans etmeye başlamışlar.
“Ailem bana hep destek oldu bu konuda” diyor, “Ben de onlara hiç sorunlu evlat olmadım. Karşılıklı bir anlaşma. Sadece bir ara ‘Dans acaba dersleri etkiler mi?’ diye endişe ettiler. Bitirme sınavlarına kadar dansa ara verdim. Sonra yeniden başladım. Okul bittikten sonra tek işim b-boy’luk oldu”. B-boy breakdance yapan kimse demek. Kızlar b-girl.
“28 yaşında jübile düşünülmeli”
“Bu işin en iyi yanı neler yapabileceğini keşfetmen, çalışırsan nerelere kadar gidebilirsin bunu görüyorsun.” Bir de tabii iyi bir b-boy’sanız dünyayı dolaşıyor, onlarca yüzlerce sizin kafada insanla tanışıyor, sarsılmaz dostluklar kuruyorsunuz. “En kötü yanı ne?” diye soruyorum. “B-boy enerjisini her zaman o an yaptığı işe verir. O kadar çok verir ki bu işi
İngilizcesi vasat, batılı olmayan bir rapçi, Korece şarkısıyla satış rekorları kırıyor, sosyal medyada fenomen oluyor, Justin Bieber’in menajeriyle anlaşıyor. Dünya değişiyor galiba...
Artık bilmeyen tanımayan kalmadı rapçi PSY’ı. 34 yaşında şöhret olan Güney Koreli Park Jae-sang
“12 yıldır rap yapıyorum bazen çok sıkıldığım da oldu, en iyi değilim ama en azından elimden gelenin en iyisini yaptım” demiş. Nerede? Justin Bieber’ın menajeriyle anlaşırken. Bunun anlamı şu, ilk kez doğru dürüst İngilizce bile bilmeyen bir pop şarkıcısı dünya çapında star oluyor. Tek şarkılık kalmamak için de hayli kararlı.
Jae-sang’ın babası fabrikatör. Yarı iletkenleri test eden cihazlar üreten bir tesisi var. Kendisi de müzikte tutunamasa işin başına geçecekmiş. Ama kimse bunun olacağına da inanmıyormuş. Çünkü küçüklüğünen beri berbat bir öğrenciymiş. Aklı fikri hiç anlamadığı Queen şarkılarının sözlerini ezberlemekteymiş. Şimdi insanlar tek kelime anlamasalar da onu şarkısıyla coşuyor. Kader.
Askerde de sorun çıkarmış. Orada da bizdeki gibi mecburi askerlik olduğundan gitmemezlik edememiş. Mecburi eğitimden
iki kere geçmiş. Daha sonra Eminem tarzı
rap şarkıları yapmaya başlamış. Güney
Can Bonomo şu günlerde piyasada olacak yeni albümü “Aşktan ve Gariplikten”de Nazım Hikmet, İhsan Oktay Anar, Aşık Veysel dahil pek çok ustaya selam çakıyor, “İstanbul müziği” diye tanımladığı tarzını da bir adım öteye taşıyarak...
Yeni albüm konseri 11 Aralık’ta Facebook’tan canlı yayımlanacak
Piyasaya çıkacak albümleri önceden dinleme mevsimi henüz bitmedi. Sıra Can Bonomo’da. Geçenlerde birisi “Can Bonomo playboy oldu, müziği unuttu” diye yazmıştı ya, bana sorarsanız boş durmamış, Eurovision’dan sonraki zamanı çalışarak geçirmiş. Bu albümde Bonomo’nun müzik gurusu, düzenlemelerini yapan Can Saban özellikle çok iyi iş çıkarmış. İnce ince işlemişler birlikte albümü. Şarkı şarkı gidelim.
Başkan
Şu kesin, Can Bonomo evde kulaklığı takıp dinleyeceğiniz şarkılardan arena rock’a geçiş yapmış. “Başkan” giriş şarkısı olarak bunu kanıtlıyor. Nefeslilerle, Bonomo’nun tiyatral vokalleriyle coşturucu bir şarkı. İlk klip bu şarkıya çekildi yakında piyasada olacak. 30 çocuk oynamış klipte.
Maşrapa
İddialı ritimlerin bestecisi, progresif cazın öncülerinden piyanist Dave Brubeck 91 yaşında hayata veda etti. 1959’da “Take Five” ile üne kavuştu ama asıl ilginci “Blue Rondo a la Turk”ün hikayesi
Dünyanın en çok satan caz albümlerinden biri “Time Out”. 1959’da yayımlandı ve içinde çıkan “Take Five” dünyanın milyondan fazla satılan ilk caz single’ı oldu. O dönem özellikle enstrümantal bir şarkının bu kadar fazla satması görülmüş bir şey değildi.
Bu ekonomik potansiyel elbette caz prodüktörlerinin müziğe ve caza bakışını değiştirdi. Bir anlamda Brubeck cazın ilk süperstarlarından biriydi ve sektörü değiştirdi. İşin ilginci “Take Five” aslında Brubeck’in hayat boyu bestelediği 250 caz parçasından biri değil. O saksafoncusu ve müzikal can dostu Paul Desmond’a ait.
9/8’lik ritme ilgisi
Brubeck 1920’de San Francisco’da doğdu. Babası hayvan yetiştiricisi annesi piyanistti. Piyano çalmayı annesinden öğrendiyse de müzik zevkini ve bakış açısını müzik öğretmeni Fransız müzisyen Darius Millhaud’dan aldı. Başta müzisyen olmayı düşünmüyordu. Babasının çiftliğinde çalışmak amacıyla veterinerlik okudu. Hayvanlarla ilgilenecek, kovboy hayatı yaşayacaktı. Ancak bir süre sonra
Hep ecnebi, hep ecnebi bir yere kadar. Bu pazar kendimi ecdadımızın nağmelerine teslim ettim...
Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim, rahat rahat konuşalım. Itri eserlerinin icra edildiği bir konserde bulunmak benim için alışılmış bir şey değil. Ama hoşuma gitti. Değişik geldi ve bilgilendirici oldu. İnsanların iyi müziğin her türüne ilgi duymasını, dinlemesini savunan biri olarak size de tavsiye ederim ara sıra yapın.. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 2012 Itri Yılı Etkinlikleri bugün de “Itri ve Dönemine Disiplinlerarası Bakışlar” başlıklı bir sempozyum ile devam ediyor. Şimdi gelelim sadede...
Aslına bakarsanız başbakanımızın her biri stat konseri tadında geçen konuşmalarından birini göreceğim için en güzel gömleğimi ve ceketimi giyip heyecan ve coşkuyla çıktım evden. Çıktım ki telefon acı acı çaldı. “Başbakan gelemiyor, yerine Egemen Bağış konuşma yapacak.” “Bi Alex değil tabii ama neden olmasın” diye düşündüm. Atladım vapura.
Samimi bir aile mitingi
Tesadüf Kadıköy’de Fazilet Partisi’nin mitingi vardı. Tenha ama samimi, bir stat konserinden ziyade kulüp event’i kıvamında. Trafik bile sıkıştırmayan samimi bir aile mitingi.
Egemen
Bazen insan o kadar çok rağbet görüyor ki yeni bir sanatsal birikim sonucunda falan değil sadece para için albüm çıkarıyor. Hatta o albümde kendini döven adamla düet bile yapabiliyor
“Unapologetic” isimli yeni albümü Türkiye’de de satışa sunulan Rihanna GQ dergisine poz vermişti.
Sevgili Rihanna, sen eğer asi kızsan bu ne, yok değilsen asi kız yaygarası neydi? R&B söyleyen güzel sesli bir kızken bir anda 2007’de “Good Girl Gone Bad” dedin, delirdin, asi havalara girdin, deriler, makyajlar, dövmeler derken dünya starı oldun. Tamam dedik, ne güzel söylüyor dedik. Sevgilinden dayak yedin, ağzın burnun dağıldı, mağdur oldun, kol kanat gerdik. Seksiyim dedin, tamam dedik, rock’çıyım dedin, ona da eyvallah dedik. Dans müziği yaparım dedin, David Guetta, Calvin Harris kapına koştu, seninle şarkı yaptı, peki dedik.
Ama bu ne? Seni döven
adamla düet yapmışsın.
Bir de şarkının adını ‘Nobody’s Business’ koymuşsun. “Sen bizimle kafa mı buluyorsun Rihanna?”