Klasik müzik konserlerinde alkış sonda makbulmuş. Sanatçılar rahatsızmış. Sanat gündemi bu haberle çalkalanıyor. Bu vesileyle muhtelif seyirci tepkilerine ve kullanım alanlarına bir göz atalım
Yılbaşında izlediğim Berlin Filarmoni konserinde (ne konsermiş yaz yaz bitmedi) şef Simon Rattle benzer bir tepki vermiş, bölüm aralarında alkışlanmamasını rica etmişti. Bunu söyledikten sonraki ilk bölümün ardından alkış gelince de arkaya dönüp “işte tam da bunu yapmayın demek istemiştim” gibisinden ellerini iki yana açmıştı muzipçe. (Berlinliler de yanlış yerde alkışlıyor, paniğe gerek yok.)
Ben de Avrupai bir insan olduğumdan tıpkı Berlinliler gibi klasik müzik konserinde nerede alkışlanacağını tam bilemem. O yüzden sağa sola bakıp millete uyarım. Alkış başladıktan iki saniye sonra kimseden ters bi hareket gelmiyorsa ben de alkışlarım. Bu cahilliğimden konserlere daha sık giderek kurtulacağımı tahmin ediyorum.
Ama konu rock, caz, pop, blues, indie-alternatif falan oldu mu iş değişir. O konularda usulleri biraz bilirim. İsterseniz muhtelif türlerdeki konserlerde uygulanagelen sahneyi takdir usullerine ve diğer tepki şekillerime hep birlikte bakalım.
Alkış: Caz konserlerinde
Bruno Mars’ın ikinci albümü “Unorthodox Jukeboxe” aralık sonunda çıktı ama ben onu yeni yılın ilk iyi pop albümü ilan etmekte bir sakınca görmüyorum
Once bir konuyu açıklığa kavuşturalım.
Bir kere albüm çok “unorthodox” değil. Hatta fazlaca ortodoks. Yani âdetlere, temayüllere ters değil. Tersine güzel bir Amerikan pop albümünün bütün formüllerini ve özelliklerini taşıyor.
Bu formül 2013’te de değişmedi. İyi soul kökenli vokaller, pop rock şarkılar, soul şarkılar, bir-iki reggae ya da Karayip/Pasifik sularından tatil şarkısı, disko, funk, baladlar, baladlar ve baladlar...
Havai doğumlu Bruno Mars önceden Elvis “impersonator”ıymış. Yani Elvis gibi davranıp şarkı söyleyen binlerce şovmenden biri. Farkında mı bilmiyorum ama bence şu anda da Michael Jackson “impersonator”ı. Sesi, her kıvrımında, yükseliş alçalışında bana Michael Jackson’ı hatırlatıyor.
Bundan hiç rahatsızlık da duymuyorum. Adam iyi.
Albüme dair zayıf halka ise sözler. İnsan hoşlandığı kıza hiçbir koşulda “Give it to me, mothafucka” dememeli. İstediğini alamama ve kaba biri olarak görülme ihtimali çok fazla. Ayrıca yine insan sevdiğini öldürmek ve ardından zevkle hapis yatmakla ilgili “I’d spend a
Galiba olmuyor. Alicia Keys, yeni albümü “Girl on Fire”da bir adet Rihanna olmuş sanki. Albüm şahane ama Alicia yeniden doğmayaydı iyiydi
Ah bu popçuların sürekli kendini yenileme, yeniden doğma arzuları yok mu... İyi bir albüm yapmak yetmiyor, yeniden doğmak da lazım. Ve yeniden doğmak insana çok acayip şeyler yaptırabiliyor. Kah artık kızınıza, oğlunuza yakışacak türden şeyler giydiriyor üzerinize, kah kıymeti kendinden menkul müzik gurularına tamah ettiriyor. Bazen duygusal ataklar sonucu romantikleşiyor, bazen içinizdeki ergeni ateşliyor ve “ben artık dans yıldızı oldum” diyorsunuz. Popçuyken rock’çı, rock’çıyken popçu, cazcıyken arabeskçi olun... Yeter ki yenilenin, yeniden doğun.
Alicia Keys böyle bir çaba sonucunda Rihanna olmaya karar vermiş gibi duruyor. Yeni albümünün adı “Girl on Fire”. Rihanna’nın “Good Girl Gone Bad” albümündeki gibi bakıyor kapağından. Üstelik giydiği kıyafet itibarıyla da pek bir asi, pek bir acılara tek başına göğüs geren güçlü kadın. Amerikan halkı ve “dünyanın McDonald’s olan diğer ülkelerindeki güçlü kadınlar” için hazırlanmış gibi duruyor kapak.
Müzikal açıdan da bir “Rihannalaşma” söz konusu. Eski, güzel sesli, piyano çalan,
Hep rock, hep indie bir yere kadar. Yılbaşında kendime bir güzellik yaptım, takımımı giydim, Berlin’e, Filarmoni Orkestrası yılbaşı konserine gittim
Baştan söyleyeyim, bundan sonra klasik müzik konserlerinin müdavimiyim. Rock’tan, konserlerden, kulüp ortamlarından, hep aynı simalarla benzer isimleri izlemekten daraldığım zaman kendimi klasik müzik salonlarına atmaya karar verdim. Artık bu sayfada klasik müzik haberlerini daha sık görürseniz şaşırmayın. Ey Serhan Bali kolla kendini...
l Evet, bunu da başardım, biletleri aylar öncesinden tükenen Berlin Filarmoni Orkestrası yılbaşı konserine “artı 1” olarak kafayı soktum. Berlin’de o şık ortamda bile bu sistemin işlediğine şahit oldum. Yeni sloganım “sanat için artı 1”. (Not: Koyu renk bir takımınız olursa artı 1 daha kolay.)
l Takım demişken, Umberto Eco’nun denemelerinde (“Günlük Yaşamdan Sanata”, Can Yayınları) jean giymekle ilgili bir bölüm vardır. Üstad Eco jean giyen değil kumaş pantolon giyen kuşaktan olduğundan jean meselesine bakışı da bizim kuşaktan farklı. “Jean, kumaş pantolondan farklı olarak belinizi, poponuzu, kasıklarınızı sıkar. Bacak aranıza ve orada yer alan organınıza baskı yapar”der. (Bülent Arınç
Tamamen kişisel ‘en’ler listem hem müziğe hem de onun etrafında dolanan başka şeylere ait. Hafif Müzik büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öper; cümleten mutlu yıllar diler
Ama niye şu kadar yabancı şu kadar yerli albüm var?” “Neden ‘en bilmem ne’ kategorisi var, böyle kategori mi olur canım?” demeyin, baştan kendimi sağlama alayım diye yazıyorum. Liste tamamen kişisel. En iyi albümler değil, benim en sevdiklerim diye okuyabilirsiniz. Burada bir adalet anlayışı yok, tamamen sübjektif bir anlayış. Kişisel, zira yıl sonunda yapmayı en sevdiğim şey; olan biteni kategorilere uydurmak değil, olan bitenlerden kategori yaratmaktır. Buyrun efem 2012’de ortaya karışık “en”ler...
Dünyaya açılması muhtemel yerli grup: The Away Days
Muhtemelen ilk kez duyuyorsunuz. İngilizce müzik yapan bu çok genç indie ekip nisanda Teksas’taki SXSW festivalinde de bir konser verecek. İlgi çekeceklerinden eminim.
Yılın Youtube fenomeni
Müyap’ın yıllardır pek çok sitenin kapanmasına ya da kapatılmasına da neden olan dijital müzik telif takibinden çekildiğini yazmıştım. Şimdi de yerine ne geliyor ondan bahsedeyim
Esasında olan biten şu: Firmalar para kazanmaya ve büyüyen dijital pazardan telifleri kendi başlarına toplamaya devam edecek, gelirlerini artıracak. Ancak bu gelirler bu gidişle geçmişte de olduğu gibi sanatçılara ve küçük şirketlere pek yansımayacak gibi görünüyor. Bugün hâlâ kime nasıl dağıtacağını bilmediğinden: “Bizde paranız birikti, bunu ne zaman alacaksınız?” diye ödeme yapmak, telif ödemek isteyen firmayı geri çeviren telif kuruluşu var Türkiye’de. Gerisiniz siz hayal edin.
Dijital müzik nedir? MP3 satışları ve streaming. Yani şarkıları ya satın alıp cihazınıza indiriyorsunuz ya da sadece dinliyorsunuz. Her iki şekilde de bunun telif olarak bir karşılığı var.
Peki dijital müzik nerede satılıyor? İnternetteki dijital müzik mağazalarında? Geçenlerde Türkiye’ye de gelen iTunes dünyadaki en büyük mağaza mesela. Bizde de başta servis sağlayıcılar olmak üzere, yerli ve yabancı pek çok platform mağazasını çoktan açmıştı zaten.
Peki bu mağazalar şarkıları nasıl satıyor? Yapımcı firmalara telif
Müzik yapımcısı firmalar, meslek birlikleri MÜYAP’a devrettikleri dijital telif haklarını geri aldı. Artık ticari faaliyetler firmaların kontrolünde olacak. MÜYAP Başkanı Bülent Forta: “Tek parti yönetimi bitti, artık çok partili döneme geçmenin zamanı gelmişti” diyor
Dijital müzik kullanımı son iki yılda öyle büyük bir hızlı arttı ki dünyanın en büyük dijital müzik perakendecisi iTunes sonunda memlekete dükkan açmak zorunda kaldı. Spotify ve Deezer gibi siteler de sırada. Durum böyle olunca yapımcı firmalar büyük internet perakendecileriyle kendileri anlaşmak istiyor ve MÜYAP’a (Bağlantılı Hak Sahibi Fonogram Yapımcıları Meslek Birliği) devrettikleri ticari haklarını geri alıyor. Şimdi her firma kendi ticari anlaşmasını kendi yapacak, MÜYAP dijital müzikten çekilecek.
Türk dinleyicisi mahrum kalıyordu
Haberi duyunca hemen MÜYAP Başkanı Bülent Forta’yı aradım. MÜYAP konusunda sert yazılar yazan, telif haklarıyla ilgili aldığı tedbirlerin insanların iletişim özgürlüğüne müdahale ettiği durumları eleştiren biriyim. Bu konuda Forta çok sitem etmiştir bana. Şimdi rahatlamış görünüyordu.
“Tek parti yönetimi bitti, artık çok partili döneme geçmenin zamanı gelmişti” dedi
Bazı albümleri önceden dinleyip izlenimlerimizi sizlerle paylaşıyoruz ya, bu hafta da Mabel Matiz’in yeni albümü “Yaşım Çocuk” denk geldi...
Kökü 90’lara uzanan Sezen Aksu temelli standart Türk popu dışında da bir hayat olmalı 2012’de Türkiye’de” diye düşünenlerdenim, bütün saygımla birlikte.
Popülerliğe değil, popüler olan işlerin sıkıcılığına itirazım. O yüzden Mabel Matiz’in “Yaşım Çocuk” isimli yeni albümünü dinlerken heyecanlandım. Memlekete yeni nesil bir pop dalgası geliyor, adı sanı nedir bilmiyorum ama yakında kimse kayıtsız kalamayacak buna. Şarkı şarkı gideyim.
Krallar
Matiz’in kendine has bir sesi var. Bunu seven bayılıyor, beğenmeyen tahammül edemiyor. Ben ilginç bulanlardanım. İlk şarkı “Krallar” kaliteli bir folk pop şarkısı gibi tınlıyor. Fleet Foxes yapmış da Subpop’tan çıkmış bir albümde yer alıyormuş gibi sanki bu şarkı.