Turizm küçülüyor ama korkmayın, göçmen turizmi büyüyor.
Bu yıl terör endişesi ve Rusya ile yaşanan gerginlik sebebiyle Türkiye’ye daha az turist gelmesi bekleniyor.
Turizm Bakanlığı şubat ayında turist sayısında, bir önceki yıla göre yüzde 39 düşüş olduğunu açıkladı.
Sorun sadece aramızın kötü olduğu Ruslarda değil.
Bir önceki yıla göre Almanya’dan gelen turist de yüzde 31 oranında azalmış. İskandinav ülkelerinde düşüş yüzde 61.
İsviçre yüzde 29, Hollanda yüzde 35, Belçika yüzde 33, Fransa yüzde 42, Polonya yüzde 70, Romanya yüzde 85 oranında daha az turist göndermiş.
Normal karşılıyorum.
Biz, Batı’dan bakıldığında her yanında bombalar patlayan bir Ortadoğu ülkesiyiz, yabancı haber kanallarında Ortadoğu bülteni içinde Irak ve Suriye’yle birlikte anılıyoruz.
Canlı bombalar, iç savaş görüntüleri, aralarından hangilerinin suçlu, terörist, katil olduğunu ayırt edemediğimiz 3 milyona yakın Suriyeli ve açık bir sınır.
Bunu gören bilen turistin daha güvenli bir yere gitmek istemesi kadar doğal ne olabilir?
Biz kendi ülkemizde metroya, metrobüse tereddütsüz, endişesiz binemiyoruz, turist niye korkmasın?
Üstelik de Batılı turist olarak doğrudan cihatçı terörün hedefindeyse...
Fransa’daki cihatçı teröristlerin masum insanları katletmesinin ardından hepimizin çevresinde, mahallesinde “İyi oldu” diyen en az bir iki kişi yokmuş gibi davranıyoruz iş turizme gelince...
-
Turizm sorunlu olabilir ancak sahil yörelerinde başka türlü bir turizm giderek yükseliyor. Göçmen turizmi.
Giderek daha kurumsal bir şekilde kabullenilmiş ve icra edilen bir yeni turizm çeşidi bu. Münferit olaylardan söz etmiyoruz. Bir sistemden, bacasız endüstriden söz ediyoruz.
Tamamen kayıt ve yasa dışı ama meşru kabul ediliyor. Zihinlerde ve kalplerde normalleşiyor. Bakkal çakkalda satılan can yeleği ve botlara standart getirilmesi de zaten bu değil midir?
“Mani olamıyoruz, elimizden bir şey gelmiyor, bari iyisini kalitelisini alın da denizde ölmeyin.”
Hâlâ kış şartları devam etmesine rağmen geçişler durmuyor. Tekneler yola çıkıyor. Hangisinin batacağı, hangisinin Sahil Güvenlik tarafından yakalanacağı, bu sayede hangilerinin kimsenin ruhu duymadan karşıya geçeceği önceden belli. İçindekiler bilmese de onları gönderenler bunu biliyor.
-
Pek çok insan kaçakçısı size bu işi “insaniyet namına” yaptığını söyleyecektir. Garibana yardım adı altında gelişiyor olaylar. Ve bu yardımın karşılığı hiç fena değil.
Bir grubu basit bir botla karşıya geçirmek 30-40 bin liradan başlıyor. Daha büyük tekneler 100 bin liraya kadar satılıyor. Normalde 10 bin lira etmezler ama çaresiz göçmen “turistlere” on katına veriliyorlar.
Ülkemize gelen pek çok açık büfeci, tam pansiyoncu turist, gariban göçmenler kadar para bırakmıyor desek yanlış değil.
Bu yaz Rus, Alman sayısında düşüş olabilir ama Suriyeli, Afgan, Bangladeşliler evlerini barklarını satıp çoluk çocuk bir umut yola düşecek ve sahillerimize gelecekler.
Kalmaya değil, başka ülkelere gitmeye. Geçerken de canlarını ve paralarını bırakacaklar.
Onların umutlarını bizim insan kaçakçılarımız paraya çevirecek. Yaz boyunca gene sahiller can pazarı olacak.
-
“The Wire” dizisinde uyuşturucu satıcılarını takip eden polis memuru şöyle diyordu:
Uyuşturucuları takip edersen, uyuşturucu satıcılarına ulaşırsın. Ama parayı takip edersen, seni nereye götüreceğini asla bilemezsin.
Can yeleklerini, denize açılan botları takip edersek göçmenlere ya da insan kaçakçılarına ulaşırız. Ama parayı takip edersek bizi nereye götüreceğini asla bilemeyiz.
Neyse biz zaten ikisini de takip etmiyoruz.
Sıkıntı yok!