Bu yıla kadar martın ilk haftası gerginliğin başlama haftasıydı..
Ülkeyi Nevruz korkusu sarardı..
Nevruz bayram ama bayram gibi kutlandığına şahit olunmadı.. Bu köşede çok defa altını çizdim..
Nevruz çatışma günüydü..
PKK defalarca kalkışma günü ilan etti.. Polis de Nevruz’u kutlamak isteyen herkese terörist muamelesi yaptı..
Bu sebeple mart ayı gerginlik ayıydı..
Dolmabahçe’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.. Stada kazma vurulunca alışkanlıklar da değişecek, maça gidip gelme şekilleri de..
Maç öncesi ritüeller de..
Maç iki devre gibi gözükse de izleyici için üç devredir.. Bazı durumlarda -tarihi maçlar diyelim- dört devreye çıktığı da olmuştur..
Kimileri için her maç dört devredir..
Maç öncesi, ilk yarı, ikinci yarı, maç sonrası..
Çoğu kişi için maç öncesini yaşamadan, maça ısınmadan, maçı izlemek adaba uygun değildir..
Beşiktaşlıların çeşitli toplanma merkezleri var.. Tabii herkes kesesine göre davranır.. Bu birahane de olur, kahvehane de, balıkçı da, kebapçı da..
Maçın özeti şuydu. Bir tarafta 11 kişilik Fenerbahçe vardı öte tarafta Fernandes...
Aldı, verdi, koştu, vurdu. Her topta o vardı, her atak onula başladı. Dört kişilik oynadı.
Mükemmeldi.
Aslında kötülerin maçını izledik. Beşiktaş iyi değildi. Hele ilk yarının başında sahada yok gibiydi.
Fenerbahçe rahat rahat geliyor, Emre’yle çıkıyor, Kuyt’la yaklaşıyor, Sow ile Webo kaleyi yokluyor, Beşiktaş defansı olan biteni seyrediyordu.
Beşiktaş’ın orta sahası tek bir hamle yapmıyordu.
Yapamıyordu. Hele sol taraf... Koridor olmuştu.
Birçok mesele gibi Kürt meselesi de, terörün son bulması da, dönüp dolaştı demokrasiye geldi, dayandı...
Çözüm yolunda ilk mutabakat..
Daha fazla demokrasi..
Farklı bir konuya bakalım..
Cumhurbaşkanı’nın yeni yönetim şekli, yeni sistem, yeni rejim tartışılırken dikkat edilmesini istediği konu ne?
Demokrasi prensiplerinin unutulmaması..
Bu, yolu düşenlere kazık atmak anlamına gelmiyor.. Burası Bebek, burası Arnavutköy, Hisar, Kuzguncuk, Çengelköy..
Buralara gelirsen bedeli var.. Üç liralık hizmet buralarda yedi liradır, sekiz liradır.. Zaman zaman on liradır..
Demek istediğim şu.. Boğaz’a inmenin bedeli ağır..
Diyecekler ki; dünyada bu iş böyledir..
Doğrudur..
Her kentin ‘hit’ alanları vardır.. Oralarda hayat pahalıdır..
Ama bizimki kadar değil..
İyi niyetli de bulabilirsiniz, küstahça da.. BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’e dikte ettirdiği vatandaşlık tanımına bakarsak; mesele buysa bu iş hallolur diyebiliriz..
İtiraz eden pek çıkmaz..
Öcalan’ın vatandaşlık tanımı şöyle..
“Özgür iradesiyle Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlılığını ifade eden her birey Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır..”
Veya..
Türkiye vatandaşıdır..
Anayasaya böyle bir metin koyduk mu, yolun yarısını geçecek miyiz? Sorun çözülecek mi?
Eğitim sistemi yaz boz tahtasından beter oldu.. Her bakan olan yeni bir şey icat ediyor.. Kendine göre ayar çekiyor..
Neredeyse son on yılımız böyle geçti..
Bakanlar aynı partiden ama çocukları liseye nasıl yerleştireceklerine bir türlü karar veremediler..
Birinin yaptığını öteki bozdu..
*
Minicik çocukların geleceğinin bir, bir buçuk saatte şekillenmesi doğru değil denildi, sınav sistemi üç yıla yayıldı..
Çocuklar altıncı sınıftan itibaren sınava girmeye başladılar.. Sadece sınav notuyla yetinilmedi, okul notu da katıldı.. Öğretmen kanaati de konuldu..
PKK meselesi tam anlamıyla pişirilmeye başlanmamıştı.. Tencere ateşe sürülmemişti.. Ocak ayının ikinci yarısıydı.. Türkiye için tehlikeli senaryo başlıklı bir yazı kaleme aldım..
Şöyle demişim..
“Kürtlere artık Türk demeyelim, Kürtlere Kürt diyelim diyenler mecburen başkanlık sistemine evet demiş olacak..
Başkanlık sistemine karşı olanlar Kürt meselesinin çözümüne onay vermemiş duruma düşecek..
Evet demek de..
Hayır demek de gerçek niyeti ortaya koymayacak..
Canım ikisine de evet diyen yok mudur?