Benim, senin dilinde olsa önemsemem.. Kahvede, işyerinde, sokakta, meyhanede konuşulsa..
Muhabbettir der geçerim..
Geçen gün şahit oldum.. Durdum, kulak kabarttım.. Otobüs durağında kelli felli iki adam konuşuyordu..
Biri dedi ki; Amerika Irak’a girerseniz Erbil’i veririz dedi, enayilik ettik girmedik. Şimdi Suriye’ye girersek mükafat olarak Halep’i vereceklermiş. Amerika taahhüt etmiş..
Dinleyen cevap verdi:
Girelim o zaman!..
*
Suriye denilince Baas partisinin baskısı, Esad’ın zulmü ön plana çıkıyor.. Kendi halkını bombalaması.. Kendi halkına kurşun sıkması, keskin nişancılara kurban etmesi..
On binlerce kişinin öldüğünden.. Her gün onlarca kişinin öleceğinden.. Muhaliflerin korkulu rüyası haline gelen cinayet şebekesi Şebbika’nın yaptıklarından söz ediliyor..
Girdikleri mahalleyi yakıyorlar, yıkıyorlar, kadınlara tecavüz ediyorlar..
Türkiye’ye, Ürdün’e, Lübnan’a kaçan yüz binler gündeme taşınıyor..
Suriye denilince bunlar konuşuluyor..
Ama işin başka boyutu da var..
O boyuta, Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezi Direktörü Kaan Dilek dikkat çekti..
Başbakan’ın fırçasıyla ofsayta düşenler
Diyarbakır Emniyet Müdürü var ya.. Hani dağdakilerle de empati kurulmalı diyen.. Dağda ölen teröriste ağlamıyorsanız insan değilsiniz diyen..
Birçok AKP’li vekili ofsayta düşürdü..
Sadece milletvekillerini değil AKP’ye destek veren medyayı da.. Destek veren birçok yazarı da..
Devletin dili bu olmalıdır dediler, devletin gözyaşları olduğunu iddia ettiler.. Böyle düşünen devletin sırtını kimsenin yere getiremeyeceğini söylediler..
Methiye düzdüler..
*
Dar bölge iki turlu seçim sistemini yıllardır savunuyorum.. CHP lideri Kılıçdaroğlu muhtarlar konfederasyonunda yaptığı konuşmada güzel formüle etmiş..
‘Vatandaş milletvekilini de muhtar gibi seçmeli’ demiş, eklemiş..
“Yani vatandaş kendi milletvekilini kendi seçmeli. Siyasi partilerin dayatması olmamalı.
Örnek mi istiyorsunuz işte muhtarlar.”
*
Ankara’nın ilk işi bu olmalı; milletvekillerini özgürleştirmek.. Milletvekillerinin sırtını millete dayamasını sağlamak..
Bu aralar sık sık kuvvetler ayrılığından bahsediliyor ya.. Seçilme şeklini değiştirmeden bu iş olmaz..
Yeni anayasa yapılacağını bekliyorsanız daha çok beklersiniz.. Partiler masada oturuyormuş, kimse masadan kalkmaya cesaret edemiyormuş, uzlaşmayanı halk cezalandıracakmış..
Palavra..
Yeni anayasa olmayacak, olması da mümkün değil..
Niye mi böyle söylüyorum..
İki nedenden.. Ankara’ya gittim gördüm, sordum soruşturdum.. Görünürde uzlaşma komisyonu var ama uzlaşmamak için var..
Vekillerin uzlaşmak diye bir derdi yok..
Vekillerin yeni bir anayasa yazmak diye bir isteği de yok..
Pazar günleri yazılar farklılaşıyor ya.. Daha yumuşak, daha dingin, daha huzur verici oluyor.. Diyorum ki; en keskin konuları da bu kıvamda konuşsak, tartışsak bütün sorunlarımızı çözeriz..
Bağırmadan, çağırmadan, kızmadan, öfkelenmeden..
Sakin sakin konuşabilsek..
Hadi bir deneme yapalım..
Siyasal istikrar meselesine el atalım.. Bizde siyasal istikrar bir partinin Meclis’te ezici çoğunluğu elde etmesi olarak algılanıyor..
Her istediğini yapabilmesi..
Tezkere çıktı diye savaşa girecek halimiz yok.. İktidarın böyle bir niyeti de yok..
Uçağın düşürülmesinden sonra top mermisiyle beş vatandaşımızın öldürülmesi ağır oldu..
Ankara tepki vermek zorundaydı..
Verdi..
Gereken cevap verildiyse bu tezkere neyin nesi diyeceksiniz?
Bir daha olmaması için..
Üç gün sonra füze düşmemesi için.. Suriye uçağının yanlışlıkla bizi vurmaması için..
Alex’in kovuluşu, Bağdat yönetiminin Kuzey Irak’taki üslerinizi kapatın kararının da, 28 Şubat soruşturma komisyonunun gazetecileri dinlemesinin de önüne geçti..
Hafta sonuna denk gelse neredeyse AKP kongresini bile gölgede bırakacaktı..
Fenerli olsun olmasın herkesin dilindeki tek konu bu..
15 gün önce heykeli dikilen adamın kovulması..
Dünkü yazıda ucundan kıyısından ben de bu meseleye girmiştim.. İddialı olmayan bir tonla şu teşhisi koymuştum:
“Anladım ki Alex, Aziz Yıldırım’ın önüne geçmiş..
Belki de bütün mesele bu!.