28 Şubat kayıtlara ‘darbe’ olarak geçti.. Ama ne 12 Mart’a benziyordu ne 12 Eylül’e..
12 Mart’ta muhtıra vardı, tutuklamalar vardı, işkenceler vardı, idamlar vardı..
Şöyle diyebiliriz; askerin seçtiği siviller kanalıyla ülke yönetimini kışladan idare ettiği dönemdir..
Askerlerin kontrolü altındaki hükümetler dönemi..
*
12 Eylül’de asker 12 Martçılar gibi siviller marifetiyle ülkeyi yönetmeye kalkmadı.. Doğrudan direksiyonun başına geçti.. Yasama da, yargı da, yürütme de ülke savunması da tek merkezde toplandı..
28 Şubat öyle değil.. Askerler psikolojik harekâtla bir yandan hükümeti yıpratırken öte yandan aynı hükümete istediklerini yaptırmaya çalıştılar.. Ülkeyi 12 Mart’ta olduğu gibi seçtikleri siyasetçilerle değil, iktidardaki siyasetçileri baskı altına alarak yönetmeye kalktılar.. 28 Şubat MGK kararlarının anlamı budur..
Kofi Annan’ın Esad’a verdiği süre bu sabah doldu.. Türkiye için ‘tehlikeli’ süreç başladı..
Niye mi?
Annan’ın planına göre, bu sabah itibariyle çatışmalar duracak.. Ne askerler şiddet uygulayacak ne muhalifler..
Esad, Annan’a yazılı güvence vermiş ama yine de hayal gibi..
Bugüne kadar 9 bin kişi öldü.. Bir şey olmamış gibi çatışmaların bu sabah itibariyle kesilmesini beklemek gerçekçi değil..
Esad, en küçük bir boşluk bırakırsa alaşağı edileceğini biliyor.. Orantısız güç kullanarak muhaliflerin üzerine gitme nedeni bu..
Yok etmek!..
Yavaş yavaş iş bu noktaya gidiyor.. Bilerek yapılıyor diyemem ama sonuçta yapılan bu..
Savaş çığırtkanlığı..
Gaza basan basana.. Mehter marşı çalmaya başlayanlar bile var.. Süre doldu hadi hadi seslerinden geçilmiyor..
*
İktidar sert çıktık ya, iktidara yakın durmak isteyenler, iktidarın arkasında hizalanmaya çalışanlar daha da sert yapıyor..
Neredeyse kamuoyunu savaşa hazırlama misyonuna soyunmuş halleri var..
Biraz sakin olalım, elimizi tetiğe sürmeyelim, Esad’ı frenlemenin başka yollarını arayalım diyenlere acayip kızıyorlar..
Eskiden ‘işin ehli’ işkenceciler vardı.. Her biri ‘özel eğitim’den geçmişti..
Maharetleri, insan sağlığı üzerinde kalıcı etki bırakmadan işlerini halletmeleriydi..
Gerçi öğrenene kadar çok insanın kanına girdiler.. Sakat bıraktıklarının haddi hesabı yok.. Eli ağır olanların, ölçüyü tutturamayanların 200’den fazla kişiyi öldürdüğünü biliyoruz..
Zamanla uzmanlaştılar..
Zaten uzmanlaştıkça da işkenceyi sistematik hale getirdiler.. En önemli sorgu aracı yaptılar..
Hırsızı, hırlısı, katili, masumu diye ayırmadan, daha doğrusu ‘selamün aleyküm’ demeden
kolları sıvar hale geldiler..
Sorgudan önce kötek işin vazgeçilmezi oldu..
Geçen hafta çok güzel şeyler oldu.. 12 Eylül yargılamasının sembolik olmaması için, simgesel kalmaması için güçlü mutabakat sağlandı..
Savcılık iddianameyi ‘darbeyle’ sınırlı tutmuştu.. Bu sebeple; 12 Eylül yargılanmıyor, iki darbeci general yargılanıyor demiştim..
O haliyle hesaplaşma yarım kalacaktı.. Daha doğrusu ‘hesaplaşılmış gibi’ olacaktı..
Kamuoyu tepki gösterdi.. Bir çok düşünce adamı bu halin kabul edilmez olduğunu söyledi..
Yargının genişlemesi şarttı..
‘Darbe yapma’nın ötesine geçmesi.. İşkenceleriyle, hukuksuz yargılamalarıyla, icraatlarıyla 12 Eylül’ün yargılanması istendi..
Sağ da istedi sol da..
İslamcı kesim de..
Kuzey Radyo’da Atilla Güner’le Akşam Postası’nı dinliyor musunuz? Tavsiye ederim..
Sıradan olaylara bile çok farklı bakıyor, düşündürüyor..
Aşağıdaki satırlar onun.. Köşeye niye aldığımı sonra söylerim.. Önce birlikte okuyalım..
*
“Tarih 6 Nisan Cuma.. Saat 11.05.. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin kapısından girdim.. Yüksek lisans öğrencisiyim, doktora için şimdiden ALES için kaydımı yaptıracaktım. Yıllar oldu üniversiteden koptuğum.. Heyecanlıydım.. Güneş güzeldi.. Kıpır kıpırdı yüreğim.. Harika çiçeklerle bezenmiş, huzur veren bilim yuvasında olmak keyif veriyordu insana.. Minik meydandaki dev panoda, TKP, siyasal İslam ve Kürt siyaseti adına afişler iliştirilmişti. Kafeteryada, ‘emperyalizm, fikir özgürlüğü, vesayet’ gibi kavramları konuşuyordu gençler..
Çayına, kahvesine Lady Gaga’yı katık edenler de vardı.. ALES başvurusu için tarif edilen tarihi binanın bodrumuna indim.. Uzun koridorda 20 kişi sıradaydı.. Lisansüstü eğitim almak isteyen her kesimden kızlı erkekli kalabalık bu noktada buluşmuştu..
Bir süre sonra kalabalığı eritmek için 3 metre ilerideki odada da kayıt kabulü başladı.. İki yerden kayıt sürüyordu.. Bir süre sonra, sonradan açılan odadaki aday
12 Eylül davası simgesel anlamda önemli bir dava..
Önemli dava da tatmin edici sonuç çıkacak mı?
Zannetmiyorum..
Çünkü, bu iş Evren ile Şahinkaya ile sınırlı tutuldu..
Darbe yapmaları, yönetime el koymaları sorgulanıyor..
Hepsi bu..
Bunun ötesine geçmek mümkün değil..
İki yıl oluyor.. Yine bu aylardı.. Yargı meselesi bütün çarpıcılığıyla memleketin gündemindeydi..
Henüz Anayasa değişikliği yapılmamıştı.. Anayasa Mahkemesi’ne de, HSYK’ya da, Yargıtay’a da el atılmamıştı..
O günlerde iktidarın diline yapışan bir slogan vardı..
Yargının bağımsız olması yetmez, tarafsız da olmalı..
Muhalefet yargı bağımsız olmalı dedikçe, iktidar bağımsızlık yetmez tarafsız da olmalı diye bastırıyordu..
Etkili çıkıştı..
Kulağa hoş gelen sözlerdi..