CHP’nin çifte kurultayına sadece üç gün kaldı... Genel Merkez’in kurultayı pazar günü 10 bin kişilik Arena’da yapılacak. Muhaliflerin kurultayı ise pazartesi günü mütevazı Ahmet Taner Kışlalı salonunda... Genel Merkez olağanüstü kurultayları düzenlerken böyle bir adalet ortaya koydu! Kılıçdaroğlu ekibi, pazar günü tatil, bizim kurultay dolup taşar, pazartesi günü delegelerin çoğu memleketlerine döner ikinci kurultay boş kalır, diye düşünüyor olmalı...
Ama tersi olacak...
Önder Sav yanlıları ilk gün kurultaya katılmayacaklar.
Deniz Baykal ve taraftarları da katılmayacak...
Böylece ilk gün 300 - 500 kişi arasında fire olacağı tahmin ediliyor...
Bu kurultay Kemal Kılıçdaroğlu’nu fire vermeden genel başkanlığa seçen kurultay...
Katılmayacak olan delegelerin sayısı o yüzden önem kazanıyor...
Servet Yesari Bey’in şarkısındaki gibi “Bir hâdise var can ile cânân arasında” ve anlaşılan o ki hadise bütün teskin edici demeçlere, yazılara, çağrılara rağmen sürecek.. Çünkü kapışma hesaplaşmaya dönüşme istidadı gösteriyor...
Cemaat sözcülerinden sayılan eski emniyet mensubu Emre Uslu’nun son yazısı gerginliğin boyutlarını gösteriyor:
“... son bir yıldır Ankara’da cemaatçi bürokrat avı var ve bu av artık sürek avına dönüşmüş durumda...”
“MİT cemaat aleyhinde bilgiler toplamış bu artık operasyon aşamasına gelmiş.”
“ MİT cemaat üyelerinin peşini bırakmıyor...”
“... Hukuksuz fişlemeleri yapanların ‘Başbakanlık emri’ kılıfı altında kurtarılmaya çalışıldığı iddia ediliyor.”
Emre Uslu’nun 18 Şubat’ta Taraf’ta öne sürdüğü bu iddiaları bir gün sonra Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan, Star’da yanıtladı:
Anayasa Mahkemesi artık son merci olarak bireysel başvurulara da bakacak. AYM bu başvuruları incelemek için 45 raportör yardımcısı kadrosu açtı ve bunun için ÖSYM aracılığı ile bir sınav yaptı. Daha sonra sınavdan 84 puan ve üstü alan 183 kişiyi mülakata çağırdı...
Buraya kadar bir usulsüzlük görülmüyor.
Derken... Geçen cuma günü sonuçlar açıklanıyor...
Açılan 45 kadrodan sadece 26 tanesine atama yapılmış...
19 kadro boş bırakılmış...
Tabloya bakıyorsunuz...
Yazılıda başarılı olanlar garip şekilde mülakatta dökülmüşler!
Basında gözlerden kaçan bir haber: “Anıtkabir istatistikleri kaldırıldı.”
Anıtkabir’i kaç kişinin ziyaret ettiği artık Genelkurmay’ın sitesinde yayınlanmıyor.
Bir habere göre “Ziyaretçi sayısı son beş yılda ilk kez beş milyonun altına düşmüşmüş” karar bu yüzdenmiş. Bize pek inandırıcı gelmedi bu gerekçe...
2011 yılında Anıtkabir’i 3 milyon 902 bin kişi ziyaret etmiş. Yani yaklaşık 4 milyon ziyaretçi.. Az mı?
Kaldı ki 5 yıl öncesindeki rakamlar bunun da altındadır. 2004 yılında yaklaşık 2.5 milyon kişi, 2005’te 3 milyon 801 bin kişi...
Wikipedia’da “Lenin’s Mausoleum” sayfasında Lenin’in mezarını 1924 - 1972 yılları arasında 10 milyondan fazla kişinin ziyaret ettiği yazılı. Ona siz 12 milyon deyin. Yılda 400 bin kişi eder... Atatürk’ün son yılki ziyaretçisi 4 milyon kişi... Lenin’in 10 katı...
İstatistiklerin kaldırılmasına bir başka sebep de Anıtkabir komutanlarının terfi edebilmek için istatistikleri yüksek göstermesiymiş... Bunu bir yandaş gazete yazmış...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kamuoyunda “Şike Yasası” olarak bilinen “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”u veto etmesindeki gerekçelerden biri neydi? Aynen şuydu:
“...halen yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında bulunan kişilere yönelik özel bir düzenleme olduğu intibaını uyandırdığı, bu durumun da değişikliğin esas amacı dışında özel bir saikle hazırlandığı eleştirilerine sebebiyet verdiği görülmektedir.”
Cumhurbaşkanı Gül’ün Şike Yasası için öne sürdüğü yukarıdaki gerekçeler dün sabah Meclis’ten geçen MİT Yasası’nda değişiklik yapan yasa için de aynen... Hatta çok daha fazlasıyla geçerli...
Avukat Turgut Kazan Cumhurbaşkanı’na gönderdiği mektupta bu konuyu vurguluyor:
“Şike yasası değişikliği, yalnızca cezaları indiriyordu. Siz, onu bile yürüyen soruşturmaya yönelik özel düzenleme saydınız. Oysa, şimdiki yasa yürüyen bir soruşturmayı ve belli kişileri korumayı hedef alıyor... Yani, doğrudan bilinen bir soruşturmaya müdahale ve kişiye özel düzenleme niteliği taşıyor.”
Kazan, bir başka kuralı anımsatıyor:
“Usul kuralı değişince geri dönülmez. Daha önceki usul işlemleri değerini yitirmez.”
Kafalar karışık... Bugüne dek özel yetkili mahkemeleri eleştiren kimileri şimdi hukuk adına Savcı Sarıkaya’nın arkasına geçmiş durumda...
Kimileri de Savcı Sarıkaya’nın yetkilerini aştığını savunuyor, MİT Müsteşarı’nın güvenceye alınmasını destekliyor...
Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inanan hukukçular nasıl tavır almalı?
Yeki Yaklaşımlar adlı internet sitesinde Avukat Başar Yaltı bu soruyu özetle şöyle yanıtlıyor...
“ Mevcut siyasal iktidarın, yargı üzerinden yürüttüğü siyasal hesaplaşma sonucunda, Cumhuriyetin kurumları tam olarak denetim altına alınarak devlet sistemi tümüyle ele geçirildi. Şimdi ise, toplumun İslami dönüşümünü sağlayacak üçüncü aşamaya geçilerek, (dindar gençlik yetiştirilmesi, Atatürk’ü unutturacak bir çaba içinde olunması vb.) Türk modernitesiyle hesaplaşma başlatıldı.
Bugüne kadar özel yetkili yargı üzerinden yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, yargısal görünümlü siyasal hesaplaşmalardır. Dolayısıyla bu mahkemelerin savcılarının başlattığı soruşturma veya bu mahkemelerin verdiği kararlar, yargısal görünümlü siyasal hamlelerdir.
Şimdiki yeni soruşturmalar ise artık iktidar içi bir kavga ve paylaşım mücadelesidir.
Amerikan Time dergisi 11 Şubat sayısında Suriye’de terör eylemleri düzenleyen muhaliflerin Hatay’ın bir köyünde yaptıkları toplantının ayrıntılarını yayımladı. Toplantıya derginin Rania Abouzeid isimli muhabiri de katılmıştı. Suriye ordusundan atılmış iki subayın da toplantıda bulunduğu belirtildi... Türkiye dünya sahnesinde bir yandan Suriyeli kardeşlerimizi kurtarmak rolünde... Bir yandan da Suriyeli teröristlere yardım ve yataklık suçlaması altında. Bu arada gündeme bir de ‘insani koridor’ projesi girdi. Koridordan gelecek Suriyeliler için kamplar bile hazır. Peki nasıl açılacak bu koridor? Asker gücüyle... Siz buna askeri müdahale için yeni bahane de diyebilirsiniz...
Onur Öymen son gelişmeleri değerlendiriyor:
“Vaşington’da Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile Bayan Clinton arasındaki görüşmelerden sonra yapılan açıklamalar bu aşamada ciddi bir diplomatik çözüme ulaşma olasılığının yüksek olmadığını göstermiştir.
Davutoğlu’nun ‘Bütün seçeneklerin düşünülmesi gerektiğini’ söylemesi askeri bir müdahalenin ihtimal dışı tutulmadığı izlenimini vermektedir.
Tam bu sırada Amerikan Merkezi Kuvvetler Komutanı’nın Ankara’ya gelmesi de askeri seçeneklerin değerlendirildiği
Dert bir tane olsaydı ağlamak kolaydı, demiş atalarımız...
Eğer mesele adaleti sağlamak olsaydı çözüm kolaydı, diyor Ali Sirmen dostumuz...
Özel yetkili mahkemeleri kapatır, dosyaları normal mahkemelere aktarır, tonlarca hukuksuzluğu bir anda ortadan kaldırabilirsiniz..
Türkiye Barolar Birliği de o çağrıyı yapıyor:
“Gelinen bu aşamada yapılması gereken; özel yetkili mahkemeleri düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250, 251, 252 maddelerini yürürlükten kaldırmaktır...”
Ne var ki, amaç adaleti sağlamak değil...
Amaç Başbakan’ın adamlarını özel yetkili mahkemelerin yargısından muaf tutmak...