Mevcut iktidar sağlık alanında çok önemli adımlar attı... Her ne kadar bu sağlık harcamasını bütçenin uzun süre taşıyıp taşımayacağı tartışılıyor ve uygulamaların yabancı tekellerin isteği doğrultusunda yürüdüğü söyleniyorsa da... Şu andaki durum olumlu... Ve halkı memnun ediyor...
Ne var ki, bunun böyle olması iktidarın doktorlara eziyet etmesini gerektirmiyor.
Muayenehaneler için öyle saçma koşullar getirildi ki... Hekimlerin isyan etmemesi mümkün değil...
Bir hekim okurumuz yazıyor:
“- 3 yıl içinde 8 kez yönetmelik değiştirdiler, bunların bir kısmında Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ertesi gün yenisini çıkardılar.
- Esas amaçları, devlette çalışan ve aynı zamanda muayenehanesi olan hekimlerin muayenehanelerini kapatmaktır, ancak yasa Anayasa Mahkemesi’nden döndü, Bakanlık da bunun üzerine imkânsızı isteyen bir dizi fiziki ve mimari koşul getirerek, geçimlerini sadece muayenehaneleri üzerinden sağlayan binlerce hekimin de işyerini kapatmak istiyor.
- Doktorları, tekelleşen özel hastane zincirlerinin patronlarına ucuz iş gücü olarak sunmak istiyorlar.
Köy enstitülerinin babası İsmail Hakkı Tonguç, önümüzdeki perşembe günü, ölümünün 51. yılı dolaysıyla Ankara’da anılıyor. Çok partili demokrasinin ilk zamanlarında yaptığı aşağıdaki tespit, onun ne denli uzak görüşlü olduğunu anlatmaya yeterlidir sanırız:
“Demokrasinin iki çeşidi vardır. Biri zor ve gerçek olanı, öbürü de kolayı, oyun olanı...
Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz birincisi, köklü değişiklikler ister. Bu zor demokrasidir ama gerçek demokrasidir. İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu, oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz de demokrasinin kolayını seçtik. Çok şeyler göreceğiz daha...”
Atlar atlılar...
Bir adam çocukları ormana gezmeye götürmüştü. Gezinti uzun sürdü. Çocuklar yorulmuşlardı. Onun kendilerini taşımasını istediler. Adamcağız “Ben sizi taşıyamam, gücüm yetmez” dedi “Ama size birer at bulurum ona biner güzel güzel evinize kadar gidersiniz”...
Ağaçlardan küçüklere uygun birer dal
Ankara’daki alt geçitleri havuzlara dönüştüren son sel baskını tabii gazetelerin internet sayfalarında da geniş yer aldı. Tabii habere ilişkin okuyucu yorumları da... O yorumlardan bir bölümünü “yoruma ne gerek!” diyerek aktarıyoruz.
- Ankaralılar! Durmak yok, Gökçek’le devam.
- Ey büyük Allahım! Verdikçe veriyor, verdikçe veriyor.
- Melih Gökçek boşuna yazmamış kendi sitesine, “Ankaralılar her şeye layıktır” diye.
- Atakule’yi de Kızkulesi yaptık mı tamamdır Sayın Başkanım!
- Başkanım, su çok güzel, sen de gelsene.
- Hayaldi, gerçek oldu: Angara’ya denüz geldü!
Kılıçdaroğlu başarılı mı, başarısız mı? Günün tartışmasına biz de bir yanından girelim...
Kılıçdaroğlu’nun başarılı yanları vardır... Çünkü...
Liderliği ele alalı henüz bir yıl olduğu halde dev bir rakiple başa baş mücadele etti. Laf yarışında ondan aşağı kalmadı. Meydanlarda barışçı, sakin bir üslup geliştirdi. 81 ili dolaştı, ayak basmadığı yer kalmadı. En önemlisi CHP’yi iktidara aday bir parti kimliğine soktu.
Gelelim başarısızlık noktalarına...
Kılıçdaroğlu’nun kadrosu ve programı ülkeyi yönetmeye yeterli değildi. Yamalı bohçayı andıran kadrosunda her kafadan bir ses çıkıyordu. Programı ayaküstü hazırlanmış intibaı veriyordu. Hiç kimse “Bu kadroyla bu ülke yönetilir” diyemedi. Kılıçdaroğlu seçimde genellikle tepki oylarını toparladı.
Kemal Bey’in göreve gelir gelmez ilk işi yeni bir kurultay düzenleyerek iktidar programı hazırlamak, bu programa uygun kadroyu oluşturmak olmalıydı. Bunu yapmadı.
Kılıçdaroğlu’nun kafasında CHP’nin klasik felsefe ve ilkelerine uymayan bir program mevcut. CHP’nin mevcut programından farklı şeyler söylüyor. Temel konularda söyledikleri mevcut programa aykırı düşüyor. Ulusal duyarlıklar yok onun programında.
Tayyip Erdoğan ‘Balkon konuşması’nda sık sık ve üzerine basarak milletim ve milletimiz sözcüklerini kullandı... Ancak adını koymadı, hiç “Türk milleti” demedi. Erdoğan bu deyimi kullanmamaya özen gösteriyor. Seçim kampanyasında Yalova’da yaptığı seçim konuşmasında bir kez kullanmış. Bir kez de Diyarbakır konuşmasının ardından televizyon röportajnda kullandı...
Aynı şekilde Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağzından da “Türk milleti” sözü çıkmıyor. O kadar ki CHP’nin 135 sayfalık seçim bildirgesinde “Türk milleti” deyimi bir kez olsun geçmiyor... Bir demecinde “Kürt demiyorum ama Türk de demiyorum” ifadesiyle “Türk”ü aynen Erdoğan gibi sadece etnik grup saydığı anlaşılıyor.
İyi de bu milletin bir adı olmayacak mı? İki lider bir gün:
- Sizin milletin adı nedir, diye sorulursa ne yanıt verecek?
Rus milleti var, Alman, Fransız, İngiliz milleti var.
Ama Türk milleti yok.. Türkiye’de yaşayan bir millet var ama adı yok... Neden? ABD, AB ve Kürt milliyetçileri öyle istiyor. Kürt kimliğini elbet kabul edeceğiz. Kürtlerin yıllardır yok sayılmaktan doğan tepkilerini de anlıyoruz. Ancak Cumhuriyet, Türk sözcüğünü, ırkın değil “Türkiye’ye vatandaşlık bağıyla bağlı herkesin adı” olarak
Aziz Nesin’in aptal - akıllı oranında değişiklik oldu. Yeni oran şöyle:
“Türk halkının yüzde 50’si akıllıdır”
Hangi yüzde 50 akıllı? Hangi yüzde 50 aptal? Onu da siz bulun..
Biz şu aptal - akıllı ayrımına biraz açıklık getirmek istiyoruz...
Sosyal psikolog Kaan Arslanoğlu “Yanılmanın gerçekliği” adlı kitabında der ki:
“Aziz Nesin’in Türkler için söylediği ‘çoğunluğu aptaldır’ sözü aslında tüm toplumlar için geçerlidir. Nesin’in kolayca benimsenen bu görüşünün bir tehlikeli yanı daha vardır. Pek çok aydın kendini Nesin’in ilan ettiği akıllılar oranı içinde saymakta ve toplumun geri kalanını kolayca aptallıkla suçlayabilmektedir. Oysa aptallık toplum içinde Nesin’in söylediği gibi kesin dağılım göstermez...
Her insanda bir ölçüde aptallık, bir ölçüde akıllılık vardır. Yalnızca aptallığın ve akıllılığın bireylerdeki oranları değişiktir. Aptal saydığımız herhangi biri bir konuda akıllıca düşünebilirken, akıllı saydığımız bazı aydınların aptalca düşündüğünün örneklerini sık sık görmekteyiz.”
“CHP 2011 Seçim Bildirgesi”nin 19. sayfasında güzel ve olumlu bir vaat var:
“Seçimle gelen milletvekilleri ve yöneticilerin mal bildirimlerini internet ortamında kamuoyunun bilgisine sunacağız”
Şimdi bu sözün tutulmasını bekleyeceğiz...
CHP’nin yeni milletvekilleri vakit geçirmeden mal bildirimlerini açıklamalı...
Bugüne dek bu konuda çok söz ve vaat verildi. Hiçbiri tutulmadı.
CHP sözünü tutmalı.. Diğer partilere örnek olmalı...
Rus fıkrası...
Sandıkların kapanmasına yarım saat kadar kalmış... CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, Genel Sekreter Bihlun Tamaylıgil ve İzmir Milletvekili adayı Rıza Türmen Genel Merkez’in ana giriş kapısının yanına birer sandalye çekmişler. Kâh kendi aralarında, kâh etraflarında birikmiş partililerle sohbet ediyorlar. Partililerin beklentisi çok yüksek, tek başına iktidarı telaffuz edenler bile var. Ve ilk sonuçlar gelmeye başlıyor. Oranlar inanılır gibi değil. Örneğin Amasya, Çorum hatta Yozgat gibi yerlerde bile CHP, AKP’nin açık ara önünde görünüyor. Birbirine sarılanlar, sevinçten havaya zıplayanlar gırla... Bu umutlu hava NTV, Star, CNN Türk gibi ulusal kanalların sonuçları yayınlamaya başlamasına kadar devam ediyor. Önce bir şaşkınlık sarıyor ortalığı, sonra hayal kırıklığı... Çünkü gerçek sonuçlar, az öncekilerden çok farklı. Ve anlaşılıyor ki, CHP’lileri umutlandıran, “tek başına iktidara geliyoruz galiba” dedirten sonuçlar CHP Koordinasyon Merkezi’nin verdiği sonuçlarmış. Merkeze o rakamlar da partinin il, ilçe örgütlerinden geliyormuş. Yalancı bahar sona eriyor... Partiye hüzün çöküyor.
Türkiye genelinde kesin sonuçlar belli olduğunda ise biraz teselli bulunuyor.
Her