“Süper gazeteci” Fahrettin Fidan bu hafta hiper gazetecilikle... Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun telefonda şifreli olarak yaptıkları “yemin pazarlığı görüşmesi”nin tutanaklarıyla karşınızda.
KK: Meclis’in yapısı güzel/İçinde herkes birbirine işmar eder, göz süzer/Etmeyince yemin/Benim arkadaşlar üzülür, dudak büzer.
RTE: Makinenin kuluyum/Bu yemin konusunda pek doluyum/Şimdi ne ağlıyon Kuruoğlan/Ben bu Meclis’in hem sağı, hem soluyum.
KK: Makineler yağlanır/Yağlanır da bağlanır/Yemin etmedik diye/Bizim MYK’de, Grup’ta her dem zırıl zırıl ağlanır.
RTE: Makinenin urganı/Telli müllü yorganı/Bu kafayla giderseniz/Kes at sen o iki organı.
KK: Mavi yorgan düreyim/Bul bir formül gireyim/Grup alttan kaymakta/De bakalım ben nideyim?
RTE: Bir boyuna baktım bir yüzüne/Ayrılık sürmesin çekmişsin gözüne/Bakma dedim, baktın el sözüne.
Şike soruşturması dosyasında gizlilik kararı var. Soruşturma ile ilgili olarak İstanbul Başsavcılığı dışında hiçbir makam açıklama yapamaz.
Ne var ki, İstanbul Emniyet Müdürlüğü “19 maçta şike ve teşvik tespit edildiği”ne ilişkin bir açıklamayla yasaları tam ortasından deliyor.
Ayrıca F.B. Başkanı Aziz Yıldırım’ın Emniyet’te çekilen fotoğrafının basına sızdırılması hem CMK’ya hem de özel yaşamın gizliliği ilkesine aykırı... İhlaller Ergenekon’u bile geçti!
Arkadaşımız Fahrettin Fidan AKP’nin hukukçu milletvekili Prof. Burhan Kuzu’ya sordu:
- Yasalara göre gizli olması gereken ilk soruşturmanın bu kadar aleni hale getirilmesine ne diyorsunuz?
- Hoş değil tabii ki. Olmaması gerekir. Ama maalesef oluyor.
- Peki neden oluyor?
Meclis krizinin orta yerindeki kara delik neresinden baksanız sırıtıyor...
Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve aynı durumdakilerin...
Seçilme hakkı var...
Meclis’te milletvekili olarak görev yapma hakkı yok...
AKP bu mantık çarpıklığında hâlâ diretiyor... Bu alanda Meclis Başkanı Çiçek’in manevra yeteneği sınırlı. Top Adalet Bakanı’nda. En makul çözüm:
“Adalet Bakanı’nın ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın kanun lehine bozma talebiyle konuyu Yargıtay’a taşıması...”
Ne var ki, iktidar sorunu çözme yerine krizi derinleştirerek CHP’yi sıkıştırma ve bölme hesapları yapıyor...
Geçen ay başında Çevre ve Orman Bakanlığı ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı birleştirildi, tek bakanlık kuruldu:“Çevre Orman ve Şehircilik Bakanlığı”Aradan bir ay geçti geçmedi... Ne oldu biliyor musunuz?Bu bakanlık da lağvedilerek bölündü, 4 Temmuz tarihli kararname ile iki yeni bakanlık kuruldu:“Çevre ve Şehircilik Bakanlığı”, “Orman ve Su İşleri Bakanlığı...”Bu süreçte ne çevre, ne şehircilik, ne orman konularında uzman kuruluşlara görüşleri soruldu... Ne kamuoyuna merakları giderici bir açıklama yapıldı... Kimya deneyi gibi bakanlıklar bölündü, bakanlıklar birleştirildi... Bakanlık çalışanları şaşkına çevrildi...Sorarız, bunlar ciddi bir iktidarın işleri mi?Bu arada yeni yapılanmada Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilen şu yetki dikkatimizi çekiyor... “Başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek”Türkiye’de gecekonduya bile iki ayda ruhsat çıkartamazsınız... Madde belli ki ruhsata uygun inşa edilmeyen yapıları teknik denetimden kaçırmayı ve Ankara’dan doğrudan ruhsat vermeyi öngörüyor...Müthiş bir sömürü ve talan habercisi...Bakanlıklar neden yap
Başlatılan temiz ayaklar operasyonu futbolun temizlenmesi için milat olur mu? Dileyelim olsun...
Bu arada bizim spor basınının ve taraftarın da bu konuda kendine çeki düzen vermesi gerekiyor.
Bir örnek olay; 90’larda Süper Lig’de şampiyonluğa ilerleyen bir büyük kulüp son maçlarından birinde rakip kaleciye para teklif etti. Kaleci parayı kabul etmediği gibi kulüp başkanını durumdan haberdar etti. Kulüp başkanı da bir basın toplantısıyla hangi kulübün kendi kalecilerine kaç para teklif ettiğini, teslimatın yerini ve tanıklarını da belirterek açıkladı.
Ne oldu biliyor musunuz?
Ertesi gün hiçbir gazete bu habere yer vermedi.
Daha sonra bu konu canlandı... Biz sütunumuzda kulübün adını ve olayın ayrıntılarını yazdık. Yine basından hiç kimse ilgi göstermedi.
Sadece fanatik taraftarlardan küfür mektupları aldık. Aldığımızla kaldık.
Metro hattını Taksim’den Yenikapı’ya bağlayacak Haliç Metro Köprüsü hakkında traji komik tartışmalar sürüyor. Projeyi “İstanbul’a kalıcı eser bırakayım” diye Belediye Başkanı Kadir Topbaş çizmiş, uygulayıcılığı Hakan Kıran üstlenmişti. UNESCO Komitesi ve Koruma Kurulu ilk günden itibaren köprü modelini çok sakıncalı buldu. En çok tartışılan konu, köprüdeki taşıyıcı kulenin 82 metre olmasıydı. Köprünün taşıyıcı kulesi Haliç’in “Altın Boynuz” lakabından esinlenilerek bir çift boynuz şeklinde tasarlanmıştı. Ancak bu boynuz Süleymaniye ve diğer camilerin oluşturduğu silueti bozuyordu. Kule yükseklikleri önce 65 metreye, sonra da 55 metreye düşürüldü.
Projede değişiklikler yapıldı. Ancak UNESCO her toplantısında yapılan düzeltmelerin yetersiz olduğunu bildiriyor. Bu yüzden İstanbul’un 2011 yılında Dünya Miras Listesi’nden silinip Tehlike Altındaki Dünya Miras Listesi’ne yazılması gündemdedir...
Köprü inşaatı bir süre önce durdu.. UNESCO’ya yeni projeler sunuldu. Ama endişeler sürüyor. İşte son UNESCO raporundan satırlar:
“... Köprünün tasarımı üzerine sütunların inceltilmesi, metro istasyon örtüsünün değiştirilmesi gibi bazı açılardan bakıldığında etkiyi değiştirebilecek
Sivas Valisi Ali Kolat, Madımak olaylarının yıldönümünde, her yıl olduğunun aksine otelin önünde basın açıklaması ve anma töreni yapılmasına izin verilmeyeceğini açıkladı...
Ali Kolat son seçimde AKP’den Malatya milletvekilliğine adaylığını koymuş ama seçilememişti. AKP’li kimliği açığa çıkmış bir bürokrat...
Ali Kolat’ın bu açıklamasına karşı, Sivas’ta yakılan 37 kişiden biri olan şair Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok şu satırlarla karşılık verdi:
“Siz ki cumhuriyet tarihinin en insafsız ayaklanmalarından birinin temelinde yatan bu ortaçağ zihniyetine göz yumdunuz, siz ki bu katliamın ardından adil bir hukuk süreci işletmediniz, sadece kalabalıktan göstermelik olarak topladığınız sanıkları yargıya taşıdınız, elebaşlarının örgüt liderlerinin peşine düşmediniz, siz ki ‘sözde’ aranan firari sanıkların T. C. sınırları içinde evlenmesine, askerlik yapmasına, ehliyet almasına olanak sağladınız, siz ki bir insanlık suçunu zaman aşımı ile yüz yüze bırakacak altyapıyı sağladınız, siz ki 18 yıldır eyleme geçen cehalet ile savaşmadınız, Sivas katliamının ardında kalan karanlıkları aydınlatmadınız! Öyleyse bugün bu insanların senede sadece bir gün -o da kendi başlarına geldiği
Yargı mensupları hukuk ilkelerini bir yana bırakıp iktidarın basına hoyrat bakışını hukuk haline getirmeye çalışırlarsa ne olur... ÇGD Başkanı Ahmet Abakay’ın dünkü açıklamasına bakalım:
“Hopa Savcılığı, bugün basın ve yayın kuruluşlarına bir yazı göndererek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 31 Mayıs’ta Hopa’da yaptığı miting öncesi ve sonrasında olaylarda yaşamını yitiren Metin Lokumcu’nun cenaze töreninde çekilen, yayınlanmış ve yayınlanmamış tüm fotoğraf ve görüntüleri istedi.
Savcılık, 10 gün içerisinde yazısına yanıt verilmesini, verilmediyse bunun nedeninin bildirilmesini de talep ediyor.
Dahası, fotoğraf ve görüntüleri göndermeyenler hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi uyarınca adli işlem yapılacağını vurguluyor.
Savcılığın, şunu bilmesi gerekmektedir; Gazeteciler, savcılığın personeli ya da olayları adli makamlara intikal ettirmek için maaş alan kolluk görevlileri değildir. Ellerindeki görüntüleri adli makamlara bildirme, iletme gibi bir yükümlülükleri yoktur.
Gazetecileri, izledikleri olayların tarafı, şikâyetçisi, jurnalcisi haline sokmaya yönelik bu tavır, Başbakan’ın ve hükümetin basına yönelik düşmanca ve taraflı tutumunun devamı niteliğindedir.
T