"Ben Başbakan'ın yüzünde bir nur gördüm. Farklı bir güç gördüm. Bir gün eve geldim, Rabbime dua ettim. 'Bugünden itibaren her kötülüğü bırakıyorum, içkiyi ve gece hayatını bırakıyorum' diyerek Kuran - ı Kerim'e el bastım."Şenses, Tayyip Bey'in kimsenin bilmediği, fark etmediği bir özelliğini böylece açıkladıktan sonra devam ediyor."Sayın Başbakan okumayı çok sever. On dakika dahi boş olsa eline bir kitap alıp okur."Okurumuz Orhan Bey dün telefonda bizim aracılığımızla Adnan Şenses'ten bir ricasını dile getiriyor. Ricası mı?"Adnan Şenses, Tayyip Erdoğan'ı kitap okurken gösteren bir fotoğrafını bulup bana göndersin, ben de hemen her türlü kötülüğü, içkiyi, gece hayatını bırakmaya söz veriyorum." Akaryakıtçı - şarkıcı Adnan Şenses geçen pazar günkü Yeni Şafak'ta dostu Tayyip Erdoğan'ı anlatıyor. Bu memlekette İslami sermaye mağduru vatandaşların sayısı mı daha fazla, yoksa onların desteğiyle iktidara gelenlerin mağdur ettiği vatandaşların sayısı mı? Kendi alanında usta bir avukat olan Kübra Kabaali ile sohbet ederken söz geçen hafta kaybettiğimiz Prof. Orhan Aldıkaçtı'ya geliyor... Profesör Aldıkaçtı sınavlarda çıldırtıcı sorular sorarmış. Kübra Hanım bir tanesini hatırlıyor:-
"Danıştay'a yapılan menfur saldırıdan sadece 3 saat sonra Başbakan'ın çevresinden ve Emniyet'in bir kanadından kulaklara şu fısıldandı.- Bu olayın altında başka şey aramayın. Bu cinayeti işleyen kişi ile Cumhuriyet gazetesine saldıran kişi aynı. Sedat Peker ve Veli Küçük gibi kişilerle ilişkisi var."Bu enformasyon Devlet Bakanı M. Ali Şahin çıkışlı. Şahin, aynı gün basına daha geniş olarak:- Sürprizlere hazırlıklı olun, mesajını verdi.Ertesi günden itibaren basına çete lideri olarak Muzaffer Tekin adı sızdırıldı, onun Veli Küçük, İbrahim Şahin gibi malum kişilerle fotoğrafları servis yapıldı. Gazeteler bu fotoğrafları kullandılar ve kullanıldılar. "Susurluk" başlıkları atıldı. Danıştay baskınını "ulusalcı çete" ye bağlama manevrası 4 gün sonunda fiyasko ile bitti.Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'yla konuyu dün tekrar konuştuk. Dedi ki:- Soruşturmayı yargının değil adeta yürütmenin yürüttüğünü... İçeriden dışarıya şimdiye kadar görülmedik ölçüde yapılan bilgi servisinin nedeninin de bu olduğunu daha baştan söylemiştim...Olaydan 3 saat sonra, hükümet ve emniyetin olayı Muzaffer Tekin ve yakınlarına yönelterek hedef şaşırtması esas azmettiricinin bulunmasını önledi. Alparslan
* * *Peki nedir karanlıktaki olay? Bilemeyiz. Ancak bir dostumuzun dikkat çekici fikir jimnastiğini aktarabiliriz:"Senaryoyu bir dış istihbarat örgütü yazıyor... Bu örgüt AKP'nin son dönemdeki politikalarına kızan bir ülkenin örgütü olabilir... Alparslan Arslan'ı tetikçi olarak kullanıyor... Azmettirici olarak da Muzaffer Tekin'i hazırlıyor. Danıştay baskını sonrasında Muzaffer Tekin devreye sokulup dikkatler milliyetçi çevrelere yönlendirilerek hedef şaşırtılıyor. Türkiye iç tartışmalara giriyor. Gerçek azmettiriciler kendilerini gözden kaybettiriyor... İktidar ve emrindeki teşkilat, olayın ucu kendisine dokunmasın diye hedef saptırma senaryosuna katkıda bulunuyor. Olay düğüm oluyor. Ortada kalıyor." Aslında "Ulusalcı çete" balonu büyük başarıyla şişirilmişti. Muzaffer Tekin adlı bir emekli yüzbaşı bulundu. Yüzbaşının daha önceden hazır edildiği anlaşılan Susurlukçular ve Veli Küçük'le birlikte çekilmiş fotoğrafları büyük gazetelere servis yapıldı, manşetler atıldı, halkın zihninde "Vay beee, bu işin altında da Susurluk yani derin devlet varmış" izlenimi uyandırıldı. Fakat aksi şeytan! O arada küçük bir başarısızlık yaşandı! Muzaffer Tekin'in Danıştay baskınını düzenleyen
- Saldırının arkasından bir ihanet çetesi çıktı... Danıştay saldırısı artık hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde, Türkiye'nin huzurunu sabote etmeye yönelik kanlı bir komplodur...Başbakan'ın bu müjdesi memnunlukla karşılanmış ama ortada küçük bir soru işareti kalmıştı! Çete neredeydi? Lideri kimdi? Gözler tabii hemen Emniyet'te sorgulanan eski subay Muzaffer Tekin'e çevrilmişti. Basın kullanılmış, Muzaffer Tekin bir kuşku yumağı ve çete lideri kisvesine sokulmuştu. Birtakım fotoğraflarla işin ucu emekli subaylara ve orduya uzatılmıştı... Lider bulunmuştu! Ama bu liderin Danıştay baskınıyla ilgisi kurulamıyordu. Tekin 4 gün Emniyet'te tutuldu. Gazetelere birtakım fotoğraflar dağıtılarak kafalar karıştırıldı. Sonunda beklenen oldu. Tekin dün serbest bırakıldı. Danıştay baskınını saptırmak ve azmettirici koltuğuna bir "ulusalcı çete" oturtmak girişimi şimdilik başarılı olmadı. Oysa bu yolda nasıl da yoğun çaba gösterilmişti. Örneğin dünkü Hürriyet'te Saygı Öztürk'ün şu haberi: "Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'ndeki sorguda Alparslan Arslan'a 'örgüt şeması' gösterildi. İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek, bazı emekli subayların da isimlerinin,
- Ceza yasamıza göre hazırlık soruşturmaları gizlidir ve bu gizlilik iddianamenin mahkeme tarafından kabul edilip ilk duruşmada okunmasına kadar devam eder. Gizliliği ihlal edenler bir yıldan üç yıla kadar hapisle cezalandırılır. Danıştay'a yapılan saldırının soruşturmasında gizliliğin açıkça ihlalinin ötesinde bir dezenformasyon söz konusu. Adeta yargı bir tarafa bırakılmış, soruşturmayı yürütme yürütüyor. Başbakan, ben bu olayın içindeyim, diyor. Başbakan Yardımcısı, sürprizlere hazır olun, açıklaması yapıyor. Vali işin içinde, Emniyet Müdürü içinde... Olayı saptırma, yönlendirme gayreti açık şekilde görülüyor. Ben şimdiye kadar hiçbir hazırlık soruşturmasında dışarıya bu denli bilgi servisinin yapıldığını ve soruşturmanın tamamen dışında olması gereken kişilerin soruşturmanın içinde yer aldığını görmedim. Böyle bir hazırlık soruşturmasından sağlıklı sonuç çıkmaz. Bu bilgileri sızdıranlar da, medya da, konuyla ilgili hemen her gün açıklama yapan Başbakan ve bakanlar da açıkça suç işliyorlar. Hazırlık soruşturması sürerken gazetelere çarşaf çarşaf sorgu ifadeleri yansıyor. Herkes başka bir şey söylüyor. Siyasiler olay aydınlanmış gibi kesin hüküm içeren açıklamalar yapıyor.
O iş öyle kolay mı? Olmadığını Anayasa hukukçusu eski Adalet Bakanı Prof. Hikmet Sami Türk güzel anlatıyor:- Cumhurbaşkanını halkın seçmesi Anayasa'daki birkaç hükmün değiştirilmesiyle sınırlı kalamaz. Çok kapsamlı değişiklik gerektirir. Çünkü parlamenter sistemde cumhurbaşkanı devletin tarafsız başıdır, bu sıfatla ulusal birliği temsil eder. Seçilişi de o yüzden parlamentoda herhangi bir görüşme olmaksızın gerçekleşir. Cumhurbaşkanı adayları herhangi bir program vaat etmezler. Milletvekilleri cumhurbaşkanını devletin başı olma konusunda en uygun, en saygın isim olarak gördükleri için seçerler. Cumhurbaşkanı halka seçtirilirse ister istemez bir yanda cumhurbaşkanı diğer yanda başbakan ve kabinesi olmak üzere yeni bir yapı oluşur. Çünkü cumhurbaşkanı adayları halktan oy alabilmek için bir program vaat edecekler... O program şu veya bu ölçüde iktidar partisinin programıyla uyuşmayacak... O zaman iki taraf arasında çatışma kaçınılmaz olacaktır. Bu çatışma başkanlık sistemine geçilirse ortadan kalkar. Ancak o da sistemin yapısını tümüyle değiştirilmesini gerektirir... 9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel son zamanlarda israrla bir öneride bulunuyor: "Anayasa'nın ilgili maddesi
Kafalarda yaratılmak istenen görüntü belli:"Saldırı derin devletin işi... Asıl hedef Danıştay değil bugünkü iktidar... Amaç iktidarı yıpratmak... Mümkünse istifaya zorlamak."Avukat Alparslan Arslan'ın büyük ölçüde ortaya çıkan kafa yapısı... Hedef olarak Danıştay 2. Daire'yi seçmesi... Arabasında bu Daire üyelerini hedef gösteren Vakit gazetesinin çıkması... Daha önce Cumhuriyet gazetesini bombalaması... Kadıköy'deki cami eyleminde ön saflarda boy göstermesi... "Muzaffer Tekin'i tanırım ama bu işle kesinlikle ilgisi yok" şeklindeki ifadesi, vs. Bunlar dikkatlerden kaçırılıyor. Çabalar faili bulma yönünde ilerlemiyor. Başbakan'ın sorumluluğunu ve diğer hedef göstericileri gözden kaçırmak yönünde ilerliyor. Bu suikastın arkasında kim varsa mutlaka ortaya çıkarılmalı. Ama bu gidişle zor görünüyor... Danıştay'a yapılan saldırı henüz ilk soruşturma aşamasında... Yani normal olarak soruşturmayla ilgili dışarıya bilgi sızmaması gerekir... Ne var ki gazete başlıklarına baktığımızda belli merkezlerden dışarıya adeta dakika dakika bilgi servisi yapıldığını... Ya da bilgi diye bir takım saptırmacaların sızdırıldığını... Azmettirici koltuğuna birtakım çetelerin ya da Ordu bağlantılı kişilerin
Öte yandan... KKTC yönetimi de teslimiyetçiliğin birbirinden parlak örneklerini veriyor. Örneğin... Adı Girne Milletvekili olarak geçen Rum Meclis Başkanı Hristofyas'a, KKTC Cumhurbaşkanlığı seçim propagandası yapması için izin veriyor. Hristofyas Girne'ye geliyor, sayıları 500'ü aşmayan Maronit ve Rumlara propaganda yapıyor. Amaç oy almak mı? Yok canım... Onun amacı "Girne bizimdir" imajını güçlendirmek. Cumhurbaşkanı Talat, Hristofyas'ı bunu bile bile, Dışişleri Bakanlığı'ndan da habersiz buyur ediyor...Bir başka teslimiyet gafı... Rum Merkez Bankası bir konferans düzenliyor. Baş konuşmacı, Papadopulos... Konferansın davetiyeleri Kuzey Kıbrıs'ta KKTC Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi tarafından dağıtılıyor. Sanki KKTC Dışişleri Bakanlığı Papadopulos'a bağlıymış, onun hizmetkârıymış gibi...Papadopulos, Rum egemenliğinde bir Kıbrıs kurmakta kararlı... Bizimkileri adam yerine koymuyor. Bizimkilerin bu muameleden rahatsız olduğu da pek gözlenmiyor... AB bastırıyor; "Limanları ve havaalanlarını Rumlara açın"... Haklılar... Çünkü bizim hükümet hem Brüksel'de hem Ek Protokol'de Rum yönetimini tanıyacağına söz verdi. İç kamuoyunu bugüne dek yalanlarla oyaladılar. Ama yanlış hesabı