İktidarın çekirdeğindeydi, hatta kök hücrelerindeydi. Hükümetin akçalı işlerde en büyük bakanlıklarından birini yönetiyordu. Parayı, arsayı ve ihaleleri yönettiği için müteahhitleri de yönetiyordu. Sınırsız yetkiye sahip ama ve sıfır denetime tabi TOKİ “onundu”. Hakkındaki haberleri engellemeye çalışabiliyor, pıt diyene höt, çıt diyene zöt diyebiliyor; bunlar kökeninin delişmenliğine veriliyordu. 10 yılda 500 bin konut yapıyor, Anadolu’nun dört bir yanına bloklar ve siteler dikiyor, 20 yıl sonra döküntüye dönecek, ucuz malzemeden mahalleleri yan yana diziyordu. “Biz neyiz ki, bizim ufkumuz senede bir iki bin konut, Başbakan bu hesaplarla gittiğimizde kâğıtları yüzümüze atıyor. Vizyon onda, ufuk onda” diyordu. Hafta başında meydan okuyarak partisinden ayrıldı. Gücünü kaybetse bile, onurunu koruyacak, “Bastım istifayı, koydum postayı, çıktım aralarından” diyecekti. Olmadı... O şansı tanımadılar. Resmi Gazete’ye “azledildi” yazdılar. “Sen ayrılmıyorsun, biz seni kovuyoruz” diye geçirdiler kayıtlara. 10 yıllık emek hoop, onun hanesinden alınıp gerçek sahibinin hesabına yazılıverdi. Zamanında onun sözünün üstüne söz söyletmeyen, ceketine toz kondurmayan gazeteler “giderayak saçmaladı” diye yazdılar birinci sayfadan. Fotoğraf karesinden çıkınca fotoğrafları da sektör dergilerinden, kuşe kâğıda basılı bakanlık raporlarının birinci sayfalarından, parti bültenlerinden çıkacak şimdi. Sonra arşivlerden de kazınacak. Tarihi önce egemenler yazacak sonra Egemenlerin tarihi de yazılacak. O uzun uzun binalar hatıra kalacak.
HSYK ile savaşımız
Eskiden askerleri bilirdik. Genelkurmay Başkanı zaten devlet adamıydı. Kuvvet komutanlarını, ordu komutanlarını, beş sene sonraki genel kurmay başkanını, dört sene sonraki ikinci başkanı filan.. Kim hangi eğilimde (ne kadar laik ve şahin manasında), falanca tarihte kime nasıl atarlanmıştı takip ederdik. Sonra Anayasa Mahkemesi üyeleri girdi hayatımıza. Kim kimin akrabası, hangi siyasinin sınıf arkadaşı, daha önce hangi kararlara imza attı, bıyığı mı var, yakasına ne rozeti takıyor vs... Şimdi askerler gibi onlar da çıktı hayatımızdan. Genelkurmay Başkanı’nın “Bizi karıştırmayın” bültenleriyle, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın “Bu kadar da olmaz ama” açıklamaları olmasa varlıklarını unutacağız. Ama bürokratik kadrolarla sınavımız bitmedi. Yeni favorimiz, hedefimiz HSYK. Bildiri yayımladı, ne dedi, kaçı muhalif kaldı, muhalefet şerhi kaç sayfa... Başbakan savaş açıp yargılamaktan söz ediyor (kişileri de değil, kurumu.) “Benim yetkim yok, millet yargılasın” diyor.
Ben niye HSYK’yı yargılıyormuşum, anlamıyorum. Adalet Bakanlığı’nı ben yönetmiyorum, Anayasa’yı ben değiştirmiyorum, referandumla zemini istediği gibi düzleyen ben değilim, adını sanını bilmediğim adamları “yasa bunu emrediyor” dedikleri için niye ben yargılıyormuşum?.. Bu iktidarda bir nesil doğup büyüdü, niye “milletin bürokrasideki düşmanları” hiç azalmıyor, hep yenileri icat oluyor, kimsenin aklı ermiyor. Sen bozdun sen tamir et, beni bu işe karıştırma.
Ertuğrul Günay’ın istifası
AKP’ye girmesi affedilmedi. Muhafazakâr jargona en hakim solculardandı ama soldan gelip sağda siyaset yapanların kaderini aşamadı. CHP’yle gönül bağını çoktan koparmış olduğu için gözü arkada kalmadı ama yeni partisi de ona mülteci gözüyle baktı. Bakanlık ortalaması kötü değildi aslında. Kars’taki heykelin “ucube” denip yıkılmasında nafile ara bulmaya çalıştı, açığa düştü. Sembol binaların “dönüştürülmesinde” inisiyatifsiz kaldı. Ama Taksim’deki kışlaya en başta karşı çıkmasını da hanesine yazmak gerek. Kültür bakanlığını AKP usulü muhafazakârlıktan uzak tutup partinin şimşeklerini üstüne çekmemek kolay değildi, uzun süre idare etti. En azından onun zamanında tiyatroda ahlak kriterleri, sinemada +18’e yardım engeli gibi tribün şovları yaşanmadı. Notunu, mevcut bakanın birkaç aylık performansıyla kıyaslayarak verebiliriz. İtirazları olmasaydı hala bakanlık koltuğunda oturur muydu? Belki. Bakanlıktan alındıktan sonra muhalif oldu, rüşvet skandalının ilk gününde “Bakanlar istifa etmesin” dedi ama sonra keskinleşti. Bakanlık sonrasında istifasını bekleyen çoktu. Hem ona hem partisine kızgın olanlar, böyle ikili bir intikam için bu anı bekliyordu. Ama o sözünü AKP milletvekili olarak söylemenin, dışarıdan değil, içeriden eleştirmenin daha kıymetli olduğunu düşünüyordu. Bünyeye uymak için çok uğraştı ama bünye ona organ değil, diyaliz makinesi muamelesi yaptı. Bu maceranın sonunu kendisi dahil herkes baştan bildiği için de neticeye kimse şaşırmadı.
Milliyet’teki yazarlığım bu yazıyla bitiyor. Okurlara teşekkür ederim, kalan arkadaş ve meslektaşlarıma kolaylıklar dilerim...