Ali Babacan, Türkiye'yi ciddi biçimde sarsan küresel dalganın olumsuz etkilerini yaşamaya devam edebileceğimizin farkında. Bu dalgalar karşısında "korunaklı" politikalar izlemenin gerekli olduğunu düşünen Babacan, mali istikrarı korumaya kararlı olduklarını ve enflasyonla mücadeleye öncelik vereceklerini vurgularken inandırıcı göründü. Ali Babacan, istikrarı korumayı ve enflasyonu düşürmeyi hedefleyen politikalarda ısrar etmenin seçmenin güvenini ve desteğini kazanmak yönünden en geçerli yol olduğuna da inanmış görünüyor. Küresel dalganın etkisiyle Türkiye'de yaşanan kur ve faiz şokunun mali piyasalarda ve reel sektörde yarattığı güven depreminin ve bunun olası sonuçlarının ise ekonomi yönetimince hafife alındığı ve öngörülere dahil edilmediği izlenimi doğdu bende. Küresel dalganın dünya ekonomisinde yaratabileceği sonuçlar ve bu sonuçların Türkiye'ye etkileri konusunda da Sayın Babacan'ın neler düşündüğünü öğrenemedim, çünkü bu konuda bir şey söylemedi. Sayın Babacan, dış dünyanın ve yabancı medyanın Türkiye'ye neden olumsuz bakmaya başladığını ise hiç anlayamamış bence. Sorunu salt bir iletişim sorunu olarak görüyor ama öyle değil. Devlet Bakanı Ali Babacan, önceki gün
Dünya Bankası ekonomisti Dailami, 2005 yılında 'gelişmekte olan' ülkelere akan özel sermayenin 490 milyar doları aşarak yeni bir rekora eriştiğini açıkladıktan sonra, bu güçlü sermaye akımının yöneldiği ülkelerde faiz oranlarının düşmesine ve ekonomik büyümenin hızlanmasına önemli katkı yaptığını vurguluyor ve şöyle diyordu: "Şimdi gelinen noktada bu ülkelere yönelik özel sermaye girişinin yön değiştirip sermaye çıkışına dönüşmesi halinde, bu ülkelerde ani faiz yükselişleri yaşanabilir ve büyüme olumsuz etkilenebilir. Bu bizi kaygılandırıyor." Dünya Bankası'nın 2006 yılı Global Development Finance (Küresel Kalkınma Finansmanı) raporu mayıs ayının son günlerinde açıklandı. Raporu kaleme alan Mansur Dailami, bir bütün olarak 'gelişmekte olan' ülkelere ve özellikle de Türkiye gibi 'Yükselen Pazar'(YP) ülkelerine özel sermaye akışındaki patlamanın 2005 yılında artarak sürdüğünü gösteren çarpıcı rakamları açıklarken, bir de uyarı yapma gereğini duyuyordu. Aslında Dailami bu açıklamayı, sözünü ettiği kaygı verici olasılığın gerçekleşmeye başladığı ortamda yapıyordu. Özellikle 2003 yılı başından itibaren Türkiye gibi YP ülkelerine büyük miktarlarda dış kaynak girişi sağlayan küresel
Türkiye, küresel piyasalarda yaşanmakta olan fırtınadan en fazla etkilenen ülkelerin başında gelirken, Sayın Başbakan'dan Merkez Bankası Başkanı'na kadar, yetkili konumdakilerin yaptığı açıklamalar ne yazık ki böyle bir anonsu çağrıştırıyor. Küresel fırtınanın yaklaştığı belliyken hiçbir önlem almayan, üstelik deneyimli uçuş ekibini değiştiren ve uçakta 'siyaset oyunu' oynamaya kalkışanların şimdi böyle açıklamalar yaparak inandırıcı olmaları olanaksız. Uçak ürkütücü biçimde sarsılırken kaptan pilotun sesi duyulur: "Sayın yolcularımız, lütfen kemerlerinizi bağlayınız ve yerlerinizden kalkmayınız. Amerika'da başlayan Fed fırtınasının yarattığı hava boşluğu nedeniyle yolculuğumuz biraz sarsıntılı geçmektedir. Uçağımızın cari açık penceresinin kapanamaması ve enflasyon freninin patlamış olması fazla önemli değildir. Dış güçlerin düğmeye basarak uçağımızı düşürme girişimleri de sonuçsuz kalacaktır. Tezgâhtan yetişme kaptanınız ve ekibi her şeyin farkında olup duruma hakimdir, Allah'ın izniyle uçağımız hedefine ulaşacaktır." Türkiye'de "Başarımızı çekemediler, düğmeye bastılar" edebiyatıyla birilerini avutmak belki mümkün olabilir ama dış dünyadaki, uluslararası piyasalardaki olumsuz
Bu dalga geçici mi, arkası var mı? 2001 krizinin tekrarı yaşanır mı? YTL.nin değeri ne olur? 2004'deki gibi bir toparlanma yaşanır mı? Enflasyon başını alıp gider mi? Reel ekonomide ciddi bir daralma yaşanır mı? Bu dalga bu iktidarı götürür mü? Bu tür sorulara cevap ararken öncelikle hatırda tutmamız gereken iki nokta var: (1) Bu dalgalanma, dünya ekonomisinin likidite bolluğu döneminden çıkıp bozulan dengeleri düzeltme dönemine girdiği bir ortamda yaşanıyor. Dolayısıyla şimdiki dalga YP ülkelerinin 2004 baharında atlattığı küçük dalgadan farklı (2) Türkiye bu dalgalanmaya 2001'den hayli farklı koşullarda yakalanmış bulunuyor. Türkiye'nin artık ekonomik ve mali krizler yaşamayacağına inananların iyice çoğaldığı bir ortamda, bizim tekneyi çok fena sarsan iri dalgaya çarpınca hemen batma çıkma söylemine geri döndük. Şimdi en sık sorulan sorular şunlar: Şimdi yaşanmakta olan olayı, finansal okyanustaki bir sarsıntının adeta bir tsunami etkisi yaratıp, Türkiye gibi 'Yükselen Pazar'(YP) ülkelerini vurmasına benzetebiliriz. Daha olay bitmiş, hasar belli olmuş değil ama Türkiye gibi hazırlıksız yakalanan ülkelerin daha çok zarar göreceğini görmek için kahin olmak gerekmiyor. Gelinen
İktidara geldikleri dönemde yükselişe geçen küresel dalganın üstünde sörf yaparken kendilerini dünya sörf şampiyonu zannetmeye başlayan bizim yöneticiler, bu dalganın bir inişi de olduğunu hesaba katmadan siyasetçilik oynamaya kalkıştıkları için şimdi çıkmaza saplandılar. Oysa 2006 yılının dünya ekonomisinde ve finans piyasalarında çalkantılı bir yıl olabileceği ve Türkiye'nin de bu nedenle çok dikkatli davranması gerektiği belliydi.Türkiye gibi 'Yükselen Pazar' (YP) ülkelerinin lehine gelişen yükseliş dalgasından yararlanan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yönetimi, ekonomideki başarıyı tamamen kendi marifeti olarak gördüğü ve gösterdiği için şimdi çok sıkıntıda, çünkü bu kez de bozgunun tek sorumlusu olarak AKP yönetimini görebiliyor insanlar. Günümüzde, dünyada olup biteni yakından izleyip doğru değerlendiremeyen ülkelerin hatta kişilerin başarılı olma şansı yok bence. Bu köşenin adının "Dünya Gözü" olarak belirlenmesinin nedeni de bu. Halen yaşanmakta olan ve Türkiye'yi de fazlasıyla etkileyen dalgalanmanın küresel sermaye hareketleriyle tetiklendiği bir gerçek. Dünyada nema, yani getiri peşinde koşan muazzam bir mali varlık birikimi var. Merrill Lynch ve Cap Gemini adlı
Kupa maçlarını izleyenleri öncelikle ilgilendiren şey kazanmak; yani tuttukları takımın maçı kazanması ve tabii sonunda Kupa'yı kaldırması. Perde gerisinde yaşananlar, zengin kulüplerin futbolu yozlaştırdığı, maç biletlerinin dağıtımında yolsuzluk yapıldığı yolundaki iddialar maçları izlerken belki fazla ilgilendirmiyor onları.Oysa futbolun bugününe ve yarınına gölge düşürebilecek nitelikteki gelişmelerin olumsuz sonuçları ortaya çıkmaya başladı bile. Örneğin Almanya'daki Dünya Kupası maçlarını izlemek isteyen ve afişe fiyatlardan bilet bulmaya çalışan futbolseverlerin birçoğu hedefine ulaşamadı, çünkü biletlerin dörtte biri sponsor firmalara, kurumsal davet paketlerine ve seçkin davetlilere ayrılmıştı. Daha sonra bu biletlerin bir bölümünün karaborsaya düştüğü ve astronomik fiyatlarla satışa sunulduğu yolundaki iddialar basına yansıdı. Wall Street Journal'a göre Meksika - İran gibi sıradan bir maçın bileti için 999 euro, 2. tur maçlarının biletleri için 1.999 euro, final maçının bileti için 4.899 euro isteniyordu. Dünya Kupası'nda takımlar sahaya çıkıp marifetlerini ortaya koydukça şanslı olabilecek takımların sayısı da azalmaya başladı. Erken favori Brezilya mı kazanacak? Ev
Tabloda da görüleceği gibi futbolcu ihraç eden tek ülke Gana değil. Dünya Kupası'na katılan takımlardan Fildişi Sahili'nin kadrosundaki 23 futbolcunun tümü başka ülkelerde futbol oynuyor. Çek Cumhuriyeti ile Avustralya'nın 23 kişilik kadrosundan 21'er futbolcu, favorilerden Brezilya ile Arjantin'in de 20'şer futbolcusu kendi ülkesi dışında oynuyor. Togo, Hırvatistan, Trinidad Tobago, Paraguay, Tunus, İsveç ve İsviçre de futbolcularının büyük çoğunluğu yabancı ülkelerde oynayan ülkeler. Kupaya katılan 32 milli takımdan 19'unun kadrosundaki futbolculardan yarıdan fazlası kendi ülkesi dışında futbol oynuyor. Dünya Kupası'nın ilk turunda kupayı daha önce üç kez kazanmış olan İtalya, ilk kez katılan Gana ile oynuyor. Kadrolara bakıyorum: İtalya'nın Dünya Kupası kadrosundaki 23 futbolcu da İtalya liginde top koşturuyor. Gana'nın kadrosundaki 23 futbolcudan ise yalnızca 4'ü Gana takımlarında oynuyor, diğer 19'u dünyanın diğer ülkelerindeki kulüp takımlarında sürdürüyor futbol yaşamlarını. Bu sayılar futbolun gerçekten küreselleştiğini mi gösteriyor? Yoksa dünyanın dört bir yanında yetişen yetenekli futbolcuların, paranın sihirli gücüyle, futbolun yoğun ilgi gördüğü ve zengin kulüplerin
Hor görme futbolu... Futbol, 22 kişinin bir topun peşinden koşmasından ibaret değil, dünyanın dört bir yanında kitlelerin yaygın ilgisini çekebilen bir oyun. Dört yılda bir tekrarlanan Dünya Kupası da futboldan ibaret bir olay değil. Bir ay boyunca dünyayı meşgul eden, milyonlarca insanın yaşam tarzını değiştiren, duygu ve özlemlerini açığa çıkartan, ekonomiyi ve hatta siyaseti etkileyebilen küresel bir olay bu. Böyle olduğu için de yalnızca futbolla ilgilenenler değil, ilgi alanları farklı olan gazeteciler, yazarlar, düşünürler, sanatçılar, bilim insanları ve dünyada olup biteni merak eden herkes Dünya Kupası ile ilgileniyor, fikir üretiyor, görüş belirtiyor. Milli Takımımız bu yılki kupada yok ne yazık ki; ama bu, bizim bu küresel olaya ilgisiz kalmamızı gerektirmiyor. Dünya Kupası'na katılmayan bir ülkede yaşasak da kupayla ilgili olarak düşünce üretenlerin kervanına kendi çapımızda katılabiliriz belki de. "BM olarak Dünya Kupası'nı kıskanıyoruz" diyor Annan ve kıskançlığın nedenini şöyle açıklıyor:"Dünya Kupası'nı düzenleyen FIFA'nın 207 üyesi var, BM'nin ise 191. Futbol, her ülkede, her ırktan ve dinden insanların oynadığı, gerçek anlamda küresel olan tek oyun. Dünya Kupası