Kaçan kurbanlık hayvanları yakalamak için harcanan çabaları ve Türk usulü boğa güreşi sahnelerini de dünya gördü mü bilmiyorum ama biz gördük, Kurban Bayramı boyunca. Hayvan yakalama ve itlaf etme konusunda özel becerilere sahip olduğumuz kesin. Olimpiyatlarda böyle bir dal yok olsaydı mutlaka altın madalyayı kapardık. Türkiye, kuş gribine karşı vermekte olduğu cansiperane mücadeleyle bir kez daha dünyayı şaşırtıyor. Hastalığın Türkiye'deki yayılış hızının yanı sıra, kullanılan mücadele yöntemlerinin de dünyayı şaşırttığını tahmin ediyorum. Uzay adamı kılığındaki görevlilerin, kümesten kaçmaya çalışan tavukları, usta kalecileri bile kıskandıracak plonjonlarla havada yakalayarak, itlaf edilmek üzere torbalara tıkmaları dünya televizyonlarında ilgi ve hayretle izleniyordur herhalde. Son günlerde ülkemizde yaşananlar dünyayı ne kadar şaşırttı bilmiyorum ama kuş gribinin Türkiye'deki yayılma hızı ve kuş gribi teşhisiyle gözlem altında tutulan hastaların bir kısmının durumu, dünyanın kafasını gerçekten karıştırmış durumda. Bir kere 3 milyar insanın yaşadığı Asya'da, 4 yıldan beri yalnızca 140 insanın kuş gribine yakalandığı bilinirken Türkiye'de kuş gribi şüphesiyle gözlem altına
İşte bu anlamda iletişim kurabildiğim bir dostumun yılbaşında hediye ettiği "Hearts & Minds" adlı etkileyici belgeseli izledikten sonra TV kanallarını tararken, BBC World'de, en sevimli haliyle ABD Başkanı George W. Bush çıktı karşıma, geçen akşam. Bush, BBC tarafından canlı yayımlanan Pentagon'daki konuşmasında, Irak'ta zaferin yakın olduğunu ve ülkede demokrasi yerleşirken, yeni Irak ordusunun da ABD ordusunun yerini alacağını müjdeliyordu. Bayramı farklı bir ortamda geçirmek isteyenlerin gideceği yere gittiği şu bayram gününde, burada kalan ve gazetesini alıp bu köşeye de göz atanlarla bir duygu ve düşünce paylaşımını amaçladım, bu yazıyı yazarken. İnsan belli bir yaşa geldikten sonra, duygu ve düşünce paylaşımının önemini ve değerini çok daha iyi anlıyor galiba. Ben kendi hesabıma, gerçek anlamda bir duygu ve düşünce paylaşımında bulunabildiğim insanlarla kurabildiğim iletişimin, yaşamımı anlamlı kılan şeyler hiyerarşisinde sürekli yükseldiğini hissediyorum. 1974 yılında gerçekleştirdiği "Hearts & Minds" ile ABD'nin Vietnam macerasını eleştiren yönetmen Peter Davis'i haklı çıkarmak için konuşuyordu sanki ABD Başkanı. Peter Davis, "Hearts & Minds"ın 2005 Ekim'inde piyasaya
Bu olayda, kimin ne kadar zarara uğradığının ötesinde, asıl üzerinde durulması gereken şey, deneme hata yöntemiyle sorun çözmeye kalkışmanın ya da iş yapmanın ilkelliği. Levent trafiğinde denenen düzenlemenin başarılı olmayacağını anlamak için onca masrafa girip onca insana azap çektirmeye hiç gerek yoktu. Söz konusu güzergahtaki trafik yoğunluğunu hesap ederek hangi çözümün aslında sorun yaratacağını hesaplamak için de dahi olmak gerekmiyordu. Ne yazık ki bu basit hesaplamayı yapmak yerine parayı harcayıp parlak(!) bir fikri denemek çok daha kolay geldi kimilerine ve faturayı biz ödedik. Akmerkez ile Levent arasındaki trafiği felç eden düzenlemeye son verildi ve eski trafik düzenine dönüldü. Bu parlak(!) fikri uygulamaya koyup tam da yılbaşı trafiğinde o güzergahı kullanmak zorunda olanlara hayatı zehir eden yetkililer şimdi "zararın neresinden dönülse kardır" kolaycılığına sığınarak işin içinden sıyrılmaya çalışacaktır kuşkusuz. O güzergahı yolu kullananların zaten "beyaz Türkler" olduğunu ve bu olayın AKP'ye fazla oy kaybettirmeyeceğini düşünenler de çıkacaktır. Levent'in trafiğinin ötesinde kaygı verici olan nokta, deneme hata yöntemiyle iş yapma anlayışının başka alanlarda
Bu tür olayların yaşanabildiği bir ülkede kuş gribi konusunda kaygılı olmamak mümkün mü? Ne yazık ki ben bu konudaki kaygılarımı paylaşacak birilerini bulmakta zorlandım şu ana kadar. Kendi yakın çevremdekiler arasında bile, Türkiye'deki kümes hayvanlarında ilk kuş gribi vakasının saptanması üzerine, kuş gribinin nasıl küresel bir felakete dönüşebileceğini yazdığım için olayı abarttığımı, hatta uluslararası ilaç firmalarının oyununa geldiğimi düşünenler oldu. O günden bu yana kümes hayvanı yemeyişimi ise ancak 'evhamlı' olduğumu söyleyerek açıklayabiliyorum çevremdeki insanlara. Geçen gece NTV'de Banu Güven'in gece haberlerinde, satamadığı tavukları bir kamyona yükleyip pazar yerine getirerek çocuklara dağıtan "hayırsever" vatandaşın görüntüleri geldi ekrana. Çocuklar bedava tavukları kapışmak için büyük bir çaba harcıyor, eline bir tavuk geçiren hayvanı havada sallayarak başarısını kutluyordu. Bu sahne, kuş gribinin ülkemizde can almaya başladığının anlaşıldığı bir ortamda yaşanıyordu. Kuş gribi korkusuyla satılamayan tavukların bedava dağıtılması bu ortamda gündeme gelebiliyordu. Buna benzer ilkellikler gazete haberlerinde de sergilendi. Bu köşede yer alan 10 ve 16 ekim 2005
Uluslararası mali piyasaların ve dünya ekonomisinin geleceği ile ilgili tahmin yapmak da aynı ölçüde zorlaştı son yıllarda. Bir kere, küreselleşmeyle birlikte uluslararası mali piyasaları ve küresel reel ekonomiyi etkileyen ülke ve 'oyuncu' sayısı o kadar arttı ve çeşitlendi ki, bunların davranışları hakkında sağlıklı tahmin yapmak çok zorlaştı. İkincisi, mali piyasalarda "türev enstrümanları" denen ve karmaşık olasılık hesaplarına dayandırılan yeni araçlar yaygınlık kazandı. İnanılmaz gibi görünen bir rakam ama türev enstrümanları pazarının 2006 yılında 500 trilyon dolarlık bir büyüklüğe erişmesi bekleniyor. (F. Times, 28.12.05) Deprem uzmanları, tarihsel verileri kullanarak hangi tektonik faylarda enerji birikimi olduğunu saptayabiliyor ve deprem olasılıkları konusunda bazı tahminler yapabiliyorlar ama nerede, ne zaman, hangi şiddette bir deprem olacağını önceden açıklayamıyorlar. Dünya ekonomisiyle ilgili temel beklentiler ve buna göre oluşturulan ana senaryo değişmediği sürece, türev enstrümanların, sistemdeki volatiliteyi, yani oynaklığı azaltan bir etki de yapabildiği görülüyor. Ancak bu ana senaryoyu bozabilecek gelişmelerin yaşanması halinde beklentilerde meydana gelecek
Tüm bu etkinliklerin önemli ölçüde harcamaya yol açtığı ve ekonomiye canlılık kazandırdığı bir gerçek. Yılbaşı kutlamalarının coşkusu ve parıltısı, İstanbul'a "yılbaşı geçirilecek kent" olarak ün kazandırırsa bunun turizme de önemli katkıları olabilir. Geçen Cuma akşamı Levent'in ara sokaklarında, işyeri olarak kullanılan evlerin bazılarında, coşkusu sokağa da yansıyan yılbaşı partileri vardı. İstanbul'un değişik semtlerinde, modern yaşamı simgeleyen sitelerdeki yılbaşı süslemeleri ve ışıklandırmaları, neredeyse Amerika'daki benzerlerini aratmayacak kadar görkemliydi. Yılbaşı öncesinde hatırı sayılır bir hediye trafiği yaşandı İstanbul'da. Yılbaşını eğlence yerlerinde kutlayanların yanı sıra Nişantaşı'nda, Taksim'de, Bağdat Caddesi'nde yılbaşını sokakta kutlayanlar da hayli fazlaydı. Milyonlarca kişi de başta telefon olmak üzere çeşitli iletişim olanaklarını kullanarak yakınlarının yeni yılını kutladı. Ancak ülkemizde yılbaşı etkinliklerine ve bu etkinliklerin simgelediği hayat tarzına tepki duyanların da hayli fazla olduğunu biliyoruz. Bunlar arasında dini gerekçelerle yılbaşının kutlanmasına karşı çıkanlar olduğu gibi, yılbaşı kutlamalarını gelenek ve göreneklerimize aykırı
İnsanları güldürme yeteneğimi sınırlayan bir diğer özelliğim de, çocukluktan beri "büyük adam" gibi ciddi davranmaya koşullanmam oldu herhalde. Benden hep ağırbaşlı, dengeli, rasyonel, ölçülü davranışlar beklendiğini düşünerek büyüdüm ben. Sululuk, hafiflik, komiklik yapmak için alışkanlıklarımın dışına çıkmam gerekti ve bu da çok sık olamadı doğal olarak. İnsanları güldürecek bir olayı ya da öyküyü hiç gülmeden ve yüz ifadesini değiştirmeden anlatabilenlere hep gıpta etmişimdir. Düşünebiliyor musunuz, adam en komik şeyi sonuna kadar hiç renk vermeden, buz gibi bir ifadeyle anlatıyor ve ancak dinleyenler kahkahadan kırıldıktan sonra onlara katılıyor. Ve tabi i müthiş etkili oluyor. Ben ise, komik bulduğum bir şeyi anlatmaya kalkıştığımda çoğu kez önce kendim gülmeye başlıyorum ve tabii anlatmaya çalıştığım şeyin etkisini en aza indirmiş oluyorum. Bu yüzden de sıkça kalkışmıyorum komik bulduğum bir şeyi anlatmaya. Gazete yazarı olup önemli konular hakkında alenen fikir yürütmeye başlayınca, durumum daha da ciddileşti. Bana sürekli olarak ciddi sorular soruluyor ve ciddi cevaplar vermem bekleniyordu artık. Hiç şaka kaldırmayacak konularda yazı yazmanın, ülkemizin ciddi sayılan
Yemek öncesinde kendisiyle sohbet etme olanağını bulduğum Otomotiv Sanayii Derneği OSD'nin Genel Sekreteri Prof. Ercan Tezer de, otomotiv sanayiimizin önündeki en önemli sorunun "vizyon eksikliği" olduğunu vurguladı. Otomotiv sanayiinin duayeni sayılabilecek olan Prof. Tezer, son yıllarda üretimde ve ihracatta sağlanan atılımın, daha önceki dönemde kotarılmış olan projelerin bir sonucu olduğunu ve mevcut kapasiteyle varılacak noktanın sınırına gelindiğini belirtti. Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin, Milliyet Otomobil Gazetesi'nin düzenlediği yemekte yaptığı konuşmanın sonunda, "otomotiv sektörünün bir master plana ihtiyaç duyduğunu" söyleyince yanımda oturan Oto Yan Sanayicileri Derneği TAYSAD'ın başkanı Ömer Bilgin, "Doğru söylüyor, en önemli sorun bu" dedi. Parmağı taşın altında bir sanayici olan Ömer Bey, gene bizim masada bulunan derneğin Genel Sekreteri Adnan İnce'den Sedat Ergin'in konuşma metnini temin etmesini istedi. Prof. Tezer'e göre otomotiv sanayiindeki atılımı sürdürmek için araştırma geliştirmeye (Ar - Ge) öncelik verilerek daha yüksek katma değer içeren ürünlere yönelmek ve yeni proje üretmek şarttı ama 2005 yılı bu bakımdan hiç de umut verici bir