Ulusal değerlere hiç önem vermediğimi, tüm ulusal varlıklarımızı satmaya hazır olduğumu, Avrupa Birliği (AB) kapısında aşağılanmayı marifet sandığımı, 'Kurtlar Vadisi Irak' filmiyle 'Şu Çılgın Türkler' kitabını aynı kefeye koyarak, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı küçümsediğimi düşünenler de hayli fazlaydı. Bu arada, küreselleşmenin damgasını vurduğu bir dünyada ulusal gücün önemini vurgulayan okurlar da vardı.Ben o yazıda, günümüzün dünyasında ulusal gücün ve ulusal duruşun önemini kaybettiğini iddia etmedim. Dünyadaki gelişmeleri göz ardı ederek ulusal tavır belirlemenin çıkmazını göstermek, milli heyecanları şoven bir milliyetçiliğe dönüştürerek ulusal gücü artırmanın olanaksızlığını vurgulamak istedim. Geçen pazartesi bu köşede yer alan "Milliyetçi dalga millete yarar mı?" başlıklı yazıya epeyce tepki geldi. Kimilerine göre ben haddimi aşmış ve liboş takımına katılıp "milliyetçi dalgayla dalga geçmek" cüretini göstermiştim. 21. yüzyılın başında, küreselleşmenin dönüştürdüğü bir dünyada yaşarken, 'ulusal güç' ve 'ulusal duruş' gibi kavramların içini nasıl doldurabileceğimizi mutlaka yeniden düşünmek zorundayız. Bugünün dünyasında da ulusal duruş ve bu duruşu destekleyecek politikalar
ABD'nin en yüksek tirajlı ve en etkili gazetelerinden biri olan Wall Street Journal'ın filmi eleştirirken yazdıkları, Irak'ta her türlü insanlık dışı eyleme imza atan Amerikalıların, kendilerini savunmaya çalışırken ne kadar komik duruma düşebileceklerini de gösteriyor. Cuma günü, Kurtlar Vadisi - Irak filmini gördükten birkaç saat sonra, o günkü Wall Street Journal gazetesinin hafta sonu ekinde yer alan "Türk Lokumu" başlıklı yazıyı okuyunca, filmle ilgili olarak yaptığım ilk değerlendirmenin hiç de yanlış olmadığını düşündüm. Bu film uydurma gerekçelerle Irak'ı işgal eden ve orada her türlü insanlık dışı eylemi gerçekleştiren Amerikalılara, tam da anlayacakları bir dille, müthiş bir ders veriyor; midelerine oturacak, hazmedilmesi hayli zor bir "Türk Lokumu" yediriyor. Kurtlar Vadisi - Irak, bu bakımdan fevkalade başarılı bir film bence. Filmde sürekli olarak adam öldüren, vuran, kıran, işkence yapan Amerikan askerlerinin gösterilmesinden yakınan Wall Street Journal, özellikle bir düğüne yapılan baskınla ilgili sahneye çok alınmış, "Irak'ta böyle bir olay olmadı, düğüne yapılan saldırıyı Irak'taki Amerikan askerleri değil, Ürdün'de El Kaide düzenledi" diyerek, aklı sıra
Rekabetin giderek yoğunlaştığı bir dünyada ekonomik büyümemizi nasıl sürdürebilecek, insanımıza nasıl iş yaratacaktık? Sanayimizin rekabet gücünü nasıl geliştirecek ve sürekli büyüyen dış açığımızı nasıl kapatacaktık?Kafamda bu sorularla Türkiye'ye dönüp gazeteleri taramaya koyulduğumda, Güven Sak'ın Referans gazetesinde ( 31 ocak ve 3 şubat tarihlerinde) yayımlanan iki yazısı hemen dikkatimi çekti. Türkiye Ekonomik Araştırmalar Vakfı (TEPAV) çatısı altında kurulan Ekonomi Politikaları Araştırma Enstitüsü'nün (EPRI) direktörü olan Güven Sak, Türkiye imalat sanayindeki gelişmelerle cari açıktaki büyüme arasında bağ kuran önemli saptamalar yapıyordu bu iki yazıda. Davos'ta dünya ekonomisinin geleceğiyle ilgili tartışmaları ve bu yıl daha çok Çin ile Hindistan'a odaklanan başarı öykülerini dinlerken hep Türkiye'nin ve Türkiye ekonomisinin geleceğini düşündüm. Güven Sak ilk olarak imalat sanayimizin farklı sektörlerinin 2001 - 2005 döneminde asimetrik büyüme performansları sergilemiş olmasına dikkat çekiyordu. Yukarıdaki tabloda da görüldüğü gibi, bazı sektörler imalat sanayinin yıllık ortalama büyüme hızı olan % 8'in çok üzerinde bir hızla büyümüştü bu dönemde; buna karşılık
Türklerin, dünyaya hükmetme iddiasındaki büyük güçlere bile kafa tutabileceğini düşünmek ve hissetmek, çoğumuzun hoşuna gidiyor her halde.Bu tür duygularla beslenen milliyetçi dalganın, günlük yaşamında tatminsizlikler yaşayan insanlara belli bir tatmin sağladığı düşünülebilir. Türkün yenilmezliğini vurgulayan milliyetçi dalganın bir boşluğu doldurarak bir işlevi yerine getirdiğini ve bu nedenle millete, parayla ifade edilemeyecek bir yarar sağladığını da düşünebiliriz.Ancak bu işlevi yerine getiren milliyetçi dalganın giderek politikayı ve özellikle Türkiye'nin dış politikasını etkilemesi halinde ne olur? Bu yönde bir gelişme acaba millete yarar mı sağlar, zarar mı getirir? Şu Çılgın Türkler kitabı satış rekorları kırmaya devam ederken yeni vizyona giren Kurtlar Vadisi - Irak filminin de izlenme rekorları kıracağına kesin gözüyle bakılıyor. Şu Çılgın Türkler'i okuyan ya da Kurtlar Vadisi Irak'ı izleyen Türklerin bu sayede kendilerini daha iyi hissettiği anlaşılıyor. Bu soruya cevap ararken ABD'de Bush yönetiminin, 11 Eylül şoku sonrasında Amerika'da kabaran milliyetçi dalgadan da yararlanarak izlediği saldırgan politikanın, dünyanın tek süper gücüne ne kazandırdığına ve ne
Şili'de solun adayı Michelle Bachelet seçimi kazanarak ülkenin ilk kadın başkanı olurken Bolivya'nin ABD'ye kök söktürmesi beklenen ilk yerli başkanı Evo Morales göreve başladı. Latin Amerika ABD karşıtı "solun kalesi" haline geldi. ABD ve Avrupa, İran'ın nükleer kapasitesini geliştirme girişimi karşısında çaresizlik içinde bocalarken petrolün fiyatı 70 dolara yaklaştı. Davos'ta Çin ve Hindistan'ın yükselişi gündemi belirlerken Avrupa çok boyutlu sorunlarıyla, ABD dış açıklarıyla gündeme gelebildi. Filistin seçimlerinde Hamas zaferinin şoku, demokrasinin bedelini ABD'ye bir kez daha hatırlattı. Hazreti Muhammet'le ilgili karikatürlerin yayınlandığı Avrupa ülkeleriyle İslam alemi arasında, ekonomik boyutu da olan bir kültürel çatışmanın eşiğine gelindi. Hindistan'ın elektriksiz bir köyünden yetişip dünyanın en büyük çelik firmasına sahip olan Lakshmi Mittal, Avrupa'nın çelik devi Arcelor'u ele geçirme girişimini başlattı. Son haftalarda dünyanın gündemine düşen bazı önemli olayları satırbaşlarıyla hatırlayalım: Bunlar, Batı'nın 150 yıllık küresel hakimiyetini tehdit eden güncel gelişmelerin sonuçları. Bu gelişmelere yön veren dört ana eğilimden söz etmek mümkün:1. Batı'nın
Hindistan'ın farklı alanlardaki performansını anlatan DVD, broşür, dergi v.b. gibi tanıtım malzemesi, hava alanından itibaren yıllık toplantıya katılan hemen herkese ulaştırıldı. Hindistan, cumartesi gecesi yapılan geleneksel kapanış balosuna da damgasını vurdu. Davos'taki Kongre Merkezi'nin geniş katılımlı ana oturumlarının yapıldığı büyük salon, Zürih Oda Orkestrası'nın konseri sonrasında, bir buçuk saat içinde Tac Mahal'li dekoruyla Hindistan'ı çağrıştıran muazzam bir şölen alanına dönüştürüldü. Hindistan'ın ünlü dansçıları ve sanatçıları sahneyi doldururken toplantı yorgunu "Davos ahalisi" Hindistan mutfağının örnekleriyle bezenmiş görkemli büfenin önünde kuyruklar oluşturdu. Kuyruktaki hemen herkesin boynundan Hintli kızların dağıttığı rengarenk atkılar sarkıyordu. Son yıllardaki şaşırtıcı performansıyla dikkatleri üzerine çeken ve Çin ile birlikte iş dünyasının gündemine yerleşen Hindistan, Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu Yıllık Toplantısı'nın da yıldız ülkesiydi bu yıl. "Her yerde Hindistan" (India Everywhere) sloganıyla Davos'a çok boyutlu bir çıkartma yapan Hindistan'ın tanıtım çabası, Zürih hava alanına ayak bastığımız andan, yıllık toplantının bitimine dek kendini
"Bu yıl Davos'ta ekonomideki başarıları nedeniyle gündem oluşturabilen ülkeler Çin ve Hindistan'dı. Çin, çok geniş bir alana yayılan atılımıyla, dünya imalat sanayiinin en büyük gücü olma yolunda ilerliyor. Pek çok temel maddenin en büyük tüketicisi haline geldiği için piyasalarda giderek artan bir ağırlığı var. Hindistan ise yazılım alanında başlattığı atılımı diğer alanlara yaygınlaştırarak ekonomik büyümesini hızlandırma yolunda. Dünya nüfusunun neredeyse % 40'ını barındıran bu iki ülkenin dev boyutları, onlara tek başına sıçrama yapacak ülke olma şansını tanıyor. Bir atılım çabası göstermeleri halinde onlarla birlikte adı anılabilecek boyutta iki ülke daha var: Brezilya ve Rusya. Halen dünya ekonomisinin % 15'ini oluşturan bu dört ülkenin önümüzdeki 20 yılda bu payı daha da artırması söz konusu. Türkiye de 70 milyon dolayındaki nüfusu ve 250 - 300 milyar dolarlık ekonomisiyle küçük bir ülke sayılmaz kuşkusuz. Ancak gerek boyutları gerekse eğitim düzeyi ve teknoloji birikimi Türkiye'nin bu dört ülke ile birlikte anılmasına olanak vermiyor. Yani Türkiye kendi başına sıçrama yapacak ölçekte bir ülke değil.Türkiye'nin durumundaki ülkelerin, küresel ekonomi içinde ağır darbeler
Bu yıl Davos'ta Dünya Ekonomik Forumu'nu izlerken, çelişkili duygu ve düşüncelere kapıldım. Bir yandan ufkumu genişleten değerlendirmeler dinledim, farklı bakış açılarının ipuçlarını yakaladım Davos'ta ve kendi kendime "İyi ki buradayım" dedim. Öte yandan burada tartışılan senaryolarda ortaya konan olasılıklar karşısında bocaladım, karşılaşabileceğimiz krizleri ve felaketleri düşünürken "Ne işim vardı burada?" dediğim de oldu. Tüm bu olasılıkları hesaba katmadan yaşamak daha iyi olacaktı belki de. İstanbul'da kalıp karın yarattığı sorunlarla boğuşmak, Davos'a gelip kafa karışıklığının yarattığı sorunlarla boğuşmaktan daha kolay gelecekti bana. Davos'ta açıklanan "Küresel Riskler" raporunun bazı bulguları Milliyet'te de yer aldı. Yakın vadede ve 2015 yılına kadar uzanan orta - uzun vadede karşılaşılabilecek riskleri, oluşum nedenlerine göre beş ana grupta toplamış bu rapor: (1) Ekonomiden - piyasalardan kaynaklanan riskler (2) Jeopolitik riskler (3) Çevre sorunlarından kaynaklanan riskler (4) Sosyal sorunlardan kaynaklanan riskler (5) Teknolojik risklerBu beş grupta toplanan risklere topluca baktığınızda, bunların birbirlerini tetikleme olasılığının ne kadar yüksek olduğunu fark