Kılıçdaroğlu ve kara delik

21 Mayıs 2010

Evrenin yaratılışını açıklayan “kara delik” teorisine göre, içinde bulunduğumuz evren başka bir evrendeki kara delikten yaratıldı. Başka evrendeki kara deliğin genişlemesi sonucu yeni bir evren doğdu.
Siyasette de bazen böyle kara delikler doğuyor.
Son zamanlarda çok sık sorulan soru şu: “Beklentilerimi karşılayacak bir parti bulamıyorum. Oyumu hangi partiye vereyim?” Bu soru bugünkü Türk siyasal yaşamının en can alıcı sorusu. Siyasal yaşamdaki kara deliğin saptanması ve bunun doğurduğu umutsuzluğun ifadesi. Uzaydaki kara delik gibi, doldurulmazsa genişleyecek ve başka bir Türkiye’nin doğmasına yol açacak.
Siyasal yaşamdaki kara delik, CHP’nin izlediği siyasetle Türkiye’nin ve çağımızın gerçekleri arasındaki farktan doğdu. CHP’nin başına gelmesi olası gözüken Sayın Kılıçdaroğlu bu boşluğu doldurabilecek mi?
CHP’nin cumhuriyetin temel değerlerini savunmasının eleştirilecek bir yanı yok. Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet ve her devlet gibi, bu devletin üzerinde durduğu temel değerler var. Bu değerlerin savunucusu olmak, hele bunlara karşı bir tehdit olduğunu düşünüyorsanız, son derece doğal. Sorun bu değil.
Sorun, günümüzde bu değerlerin yeni bir içerik, yeni bir anlam

Yazının Devamı

Anayasa değişikliğinin sonuçları

17 Mayıs 2010

Anayasa, devletin temel düzenini gösteren çok önemli bir belge. O nedenle, resmi gazetede yayımlanan son anayasa değişikliklerinin ne götürüp ne getirdiğine dikkatle bakmak gerek.
Açıkça görülüyor ki, değişiklik paketi yürürlüğe girerse, Türkiye’de yargının konumu köklü bir değişikliğe uğrayacak.
Anayasa Mahkemesi’nin 17 üyesinden en az 10’u, yani çoğunluğu, iktidarla aynı görüşü paylaşan üyelerden olacak. 4 üyenin seçimi Cumhurbaşkanı’nın takdirine bırakılmış. 3 üyeyi de Cumhurbaşkanı, YÖK’ün göstereceği adaylardan seçecek. Etti 7. Üç üyeyi TBMM basit çoğunlukla seçecek. Etti 10. Bu bir rastlantı değil elbette.
HSYK için başka bir formül geliştirilmiş. Bunun anahtarı Adalet Bakanı’nın başkanlığı. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde Adalet Bakanı böyle bir kuruma başkanlık yapmıyor. Ayrıca müsteşar da doğal üye. Bakan ve müsteşarın birlikte üye oldukları başka bir örnek de yok. Bakan’ın sahip olduğu yetkiler şunlar: HSYK’nın yönetimi ve temsili Bakan’a ait. Müfettişlerin, soruşturma yapabilmek için Bakan’dan izin almaları gerekiyor. Genel Sekreter, Bakan tarafından atanacak. Toplantı gündemini Bakanlık yapacak. Müsteşar toplantıya katılmayarak ya da toplantıdan çıkarak

Yazının Devamı

Cinsel azınlıkların hakları

14 Mayıs 2010

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 2. maddesi “Herkes bu Bildiri’de yazılı hak ve özgürlüklerden, ırk, renk, cinsellik, dil, din... farklılığı gözetmeden yararlanır” der.
İnsan hakları alanında eşitlik için çetin mücadeleler verildi. Avrupa’da uzun süre kara derililer ve kadınlar “normal” insanlardan, “biz”den, yani beyaz derililerden ve erkeklerden daha az insan sayıldı ve aynı haklara sahip olamadılar.
Bu mücadelelerin ortak noktası, egemen bir grubun kendisine benzemeyen grupları “ötekileştirmesi”, kendinden ayırması, dışlaması. Günümüzde bu ayrımcılık mekanizması özellikle çoğunluktan farklı cinsel gruplar için geçerli. Kendini “normal” olarak gören heteroseksüel çoğunluk, kendisi gibi olmayan eşcinsel, trans cinsel, biseksüel ne kadar insan varsa, “normal olmayan” bir azınlık olarak görüyor. Çoğunluktan farklı, “normal” olmadıkları için her türlü ayrımcılık hatta şiddet meşru sayılıyor. İşe girmek, ev bulmak, sosyal hizmetlerden yararlanmak, aile kurmak gibi her alanda ayrımcılığa maruz kalıyorlar.
Sonunda iş gelip toplumsal ahlaka dayanıyor. Heteroseksüeller temiz ahlak sahibi. Eşcinseller ahlaksız. Oysa kimsenin kimseyi cinselliğinden dolayı yargılamaya hakkı yok.

Yazının Devamı

Basının sorumlulukları

10 Mayıs 2010

Basın özgürlüğü demokrasilerin sağlıklı işlemesinin vazgeçilmez koşulu. AİHM, basını “demokrasinin bekçisi” olarak tanımlıyor. Basının görevi, halkı bilgilendirmek, hükümetin yanlışlarını kamuoyunun dikkatine getirmek... Böylelikle halkın karar alma sürecine katılmasını sağlamak. Bunun yanında halkın da, kamuoyunu ilgilendiren konularda bilgi edinmek hakkı var.
AİHM, basın özgürlüğünü geniş yorumlar. Basının belirli bir ölçüde abartılı hatta tahrik edici bir üslup kullanmasını kabul eder. AİHM’ye göre, basının siyasetçileri ve hükümetleri eleştirme hakkı çok geniş. İktidarda ya da muhalefette siyasetçiler, siyasete girmekle kendilerini basın ve kamuoyunun incelemesine açarlar.
Düşünce ve basın özgürlüğü demokratik bir toplumun temel öğesi olmakla birlikte, şiddeti teşvik, ırkçı söylemler, kişilik haklarına saldırı, özel yaşamın ihlali gibi durumlarda, AİHM basın özgürlüğünün sınırlanabileceğini kabul ediyor. Ancak basının demokrasilerdeki temel işlevi ile bireylerin korunması arasında bir denge kurulmasını, bu amaçla da basına verilecek cezaların orantısız olmamasını, otosansüre yol açmamasını istiyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin basın özgürlüğünü de içeren 10. maddesi

Yazının Devamı

Alis yargılamalar diyarında

7 Mayıs 2010

Lewis Carroll’un hem saçmalık, hem anlam dolu “Alis Harikalar Diyarında/Aynadan İçeri” adlı kitabında, Alis ile Beyaz Kraliçe arasında şu konuşma geçer: Kraliçe: “Kralın habercisi şu anda, cezaevinde cezalandırılıyor. Yargılaması gelecek hafta çarşamba günü başlayacak. Ve tabii suç en son söylenecek” Alis sorar: “Peki, ya hiç suç işlememişse?” Kraliçe: “Bu daha da iyi olmaz mı?” Alis: “Daha iyi olur ama suç işlemeden cezalandırılması iyi olmaz, değil mi?”
Lewis Carroll 1871’de bu kitabı yazdığında, Kraliçe’nin söylediklerinin 139 yıl sonra, Türkiye’deki yargılamalar için geçerli olacağı aklına gelmezdi elbette.
Bugün Türkiye’de bir hukuk kaosu var.
Kralın habercisi gibi, gereksiz yere yıllarca cezaevinde tutularak cezalandırılan tutuklular, içindeki açık çelişkilerden imal edildikleri kuşkusu yaratan davalar, kim oldukları belirsiz, sorgulanamayan gizli tanıklar, inandırıcı olmayan kanıtlara dayanarak hazırlanmış iddianameler, soruşturma dosyasına giremedikleri için savunmalarını hazırlayamayan sanıklar, tarikat ilişkilerini sorguladığı için tutuklanan savcılar.
Bu tür yargılamalar daha çok otoriter ya da totaliter rejimlerin yerleşme aşamalarında görülüyor. Bu ülkelerde

Yazının Devamı

1 Mayıs İşçi Bayramı / ne kutlanıyor?

3 Mayıs 2010


İşçiler 32 yıl sonra Taksim Meydanı’na girdiler. Burada önemli olan, işçinin 1 Mayıs Bayramı’nı Taksim Meydanı’nda kutlaması değil, 32 yıldır Taksim Meydanı’nın işçiye kapalı tutulması.
Ama bu da şaşırtıcı değil. Türkiye’de işçi, yazılı olan ve olmayan yasaklarla kuşatılmış durumda. Taksim Meydanı da işçiye getirilen yasaklardan biriydi.
1 Mayıs 1977 kapanmış bir defter değil. Olayın suçluları yakalanmadı. Yakalanacağa da benzemiyor. CHP’nin 20 Nisan 2010’da olayın açıklığa kavuşturulması için verdiği Meclis araştırması önergelerinin AKP oylarıyla ret edilmesi dikkat çekici. Meclis’te bu konuda bir araştırma komisyonu bile kurulamadı.
İşçinin 1 Mayıs’ta bayram yapmak için bir nedeni yok. AB Komisyonu’nun 2009 İzleme Raporu da bunu gösteriyor. Rapora göre, Türkiye’de sendikal haklar gerçek anlamıyla tesis edilmiş değil. Sendika reformu yasası yıllardır bekliyor. Mevcut yasal çerçeve, örgütlenme, toplu sözleşme ve grev hakları bakımından AB standartları ve ILO Sözleşmeleri ile uyum içinde değil. ILO Uzmanlar Komitesi Türkiye’ye bu reformları gerçekleştirmesi çağrı yaptı. İşçi, işveren ve Hükümet arasında diyalog zayıf. Toplu sözleşmeden yararlanan işçilerin yüzdesi düşük.

Yazının Devamı

Başkanlık sistemi Türkiye’ye uygun mu?

30 Nisan 2010

Başkanlık sistemi tartışması Türkiye’de yeni değil. Turgut Özal da başkanlık sistemi üzerinde durmuştu. Ancak Sayın Özal’ın ya da Sayın Başbakan’ın başkanlık sistemi önerileri mevcut sistemin eleştirisinden hareketle ortaya atıldı. Oysa sistemi Türkiye’nin koşulları açısından incelemek daha doğru bir yaklaşım olabilir.
Başkanlık sisteminin tek başarılı uygulaması ABD’de görülüyor. Bu, ABD’nin kendine özgü koşullarından kaynaklanıyor. Başkanlık sistemini 1787 Anayasası ile gerçekleştiren ABD’nin kurucuları, yönetimi altında yaşadıkları İngiltere’nin sınırlı monarşi sisteminden esinlendiler. Ancak, ABD’de bir soylular sınıfı olmadığı için, kral yerine seçilmiş bir başkan öngördüler. Başka bir deyişle, başkanlık rejimi sınırlı monarşinin cumhuriyete dönüştürülmüş biçimi.
ABD’de başkanlık rejimi hem yürütmeye hem yasamaya duyulan güvensizliğin sonucu. ABD’nin kurucuları, İngiliz parlamentosunun kolonilerle ilgili olarak çıkardığı yasalardan dolayı yasamaya, Kral III. George’un güç kullanarak kolonileri egemenliği altında tutma çabalarından dolayı yürütmeye güvensizlik duyuyorlardı. Bu nedenle, yürütme ve yasamanın birbirlerinden bağımsız olmalarına ve birbirlerini denetlemelerine

Yazının Devamı

Başkanlık sistemi ve yargı

26 Nisan 2010

Sn. Başbakan son çıktığı televizyon programlarından birinde şunları söylüyor: “...atanmış-seçilmiş ilişkisindeki dengesizliği ortadan kaldıralım istiyoruz... Yüksek yargının kimseye hesap verme diye bir sorumluluğu yok... Belki Türkiye’nin gündemine yeniden başkanlık sistemi gelecek... Parlamento çok daha etkili bir hale gelecektir. Ama şu anda durum pek böyle değil. 411 çıkıyor ama, 411’in aldığı karar atanmışlar tarafından oluşmuş bir kurumda önü kesiliyor.”
Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi, Sn. Başbakan’ın temel sorunu yargı. Başkanlık sisteminin bu soruna çözüm getireceğini düşünüyor.
Oysa, bu pek öyle değil. Gerçi, ABD’de yüksek mahkeme yargıçları başkan tarafından atanıyor ama bu atamaların Başkan’dan bağımsız bir Kongre tarafından onaylanması gerektiğinden, başkanlar kendi ideolojilerine yakın yargıçlardan çok, Kongre’nin kabul edebileceği yargıçları atıyorlar. Bunun yanında, yargıçların görev süresi yaşam boyu. Yeniden atanma gibi bir sorun olmayınca, Başkan’a hoş görünme kaygıları bulunmuyor. (Yeni anayasa paketinde mevcut anayasadaki “süresi bitenler yeniden seçilebilirler” hükmü korunmuş. Ancak, yeni anayasa önerilerinde Anayasa Mahkemesi’nin 17 üyesinden 14’ünün

Yazının Devamı