Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümünde Başkan Haşim Kılıç önemli bir konuşma yaptı. Sayın Kılıç’ın konuşması, yargının sorunlarını tahlil eden, yargının Türk toplumunda ve dünyadaki konumuna değinen, siyasetçilere doğru mesajlar gönderen dengeli bir konuşma.
Konuşma, AKP’nin anayasa değişiklik paketindeki Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin maddelerin TBMM’de görüşülmesinin arifesinde yapıldığı için ister istemez bu açıdan değerlendirilecek. Anayasa Mahkemesi Başkanı, Anayasa Mahkemesi’nin yapısında ve yetkilerinde önemli değişiklikler getiren öneriler hakkında ne düşünüyor? Buna bakılacak.
Sayın Kılıç konumu bakımından değişiklik tasarısı hakkında yorum yapmayacağını söyledikten sonra şu dileği belirtiyor: “Bağımsızlık ve tarafsızlık konularında ciddi sorunları olan yargı sistemimizde yapılacak değişikliklerin tepkisel düşüncelere dayanmaması ve niteliği farklılaşmış yeni bir tarafsızlık ve bağımsızlık sorunu doğurmaması en büyük dileğimizdir.”
Başka bir deyişle, Anayasa Mahkemesi Başkanı, önerilen değişiklikleri “tepkisel” nitelikte görüyor ve yeni bir tarafsızlık ve bağımsızlık sorunu yaratmasından kaygı duyuyor. Bu yeni sorunun, siyasal iktidarın atayacağı kendi görüşüne
Anayasa paketi Anayasa Komisyonu’ndan geçti. Şimdi Meclis Genel Kurulu’nda. Paket bu haliyle kabul edilip yürürlüğe girerse, yargı bağımsızlığı açısından ortaya çıkacak durum şöyle:
Anayasa Mahkemesi 17 üyeden oluşacak. 3 üye TBMM tarafından salt çoğunlukla seçilecek. 14 üye Cumhurbaşkanı tarafından atanacak. Bunlardan dördü Cumhurbaşkanı’nın takdirine bırakılmış. Cumhurbaşkanı’nın atayacağı 4 üye, YÖK’ün göstereceği adaylar arasından atayacağı 3 üyeyle Meclis’in seçeceği 3 üyenin iktidar partisinin görüşlerini paylaşan üyeler olacağı açık. Böylelikle, 17 üyeden en az 10’unun iktidar partisine yakın üyeler olması güvence altına alınmış.
HSYK yargı bağımsızlığının anahtarı. Siyasal iktidar burada da dizginleri sıkıca elinde tutmak istiyor. Bunu şöyle gerçekleştiriyor: Adalet Bakanı ve müsteşarın üyelikleri ile Bakan’ın başkanlığı sürüyor. Oysa Avrupa Yargıçlar Konseyi de Venedik Komisyonu da raporlarında Bakan’ın HSYK’ya Başkanlık etmemesini öngörüyorlar. AB Komisyonu uzmanları, Anayasa’nın 159. maddesinin değiştirilerek Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK üyeliğinden çıkarılmasını tavsiye ediyor. Avrupa’daki uygulama da Yargıçlar Konseylerine bakanların başkanlık etmemesi
Üç gün önceki gazetelerde bir resim: 14 yaşındaki Hatip Kurt, Hakkâri’de gösteriye katıldığı için polis tarafından yerlerde sürüklenerek tutuklanıyor. Bu arada yaralandığı için hastaneye kaldırılıyor.
Türkiye’de Terör Yasası çerçevesinde, yaklaşık 4 bin çocuk hakkında yasal işlem başlatılmış. 2008 yılı rakamlarına göre, yargılamaların sadece yüzde 28’i mahkûmiyet kararıyla sonuçlanıyor. 300 hüküm giymiş çocuğa karşı 2000 tutuklu çocuk var.
AB Komisyonu 2009 Türkiye İlerleme Raporu’nda, çocuk adaleti ile ilgili şu eleştirilere yer veriliyor: TCK 220 (suç işlemek amacıyla örgüt kurmak) ve 314 (silahlı örgüt kurmak) maddelerinden tutuklananların sayısında büyük bir artış var. Bu çocuklara orantısız cezalar veriliyor. Tutukluluk sonrası kötü muameleye maruz kalıyorlar. Büyüklerle aynı tutukevlerine konuluyorlar. Çocuklara psikolojik yardım verilmiyor.
AB Komisyonu 13-14 Nisan 2010 tarihlerinde Ankara’da “Çocuk Adalet Sistemi ve Koruma Mekanizmaları” konusunda bir seminer düzenledi. Seminere çocuk yargıçları, savcıları, Adalet Bakanlığı yetkilileri, sivil toplum kuruluşları, Almanya’dan, İngiltere’den, İsveç’ten gelen uzmanlar katıldı. Seminer yararlı oldu. Türkiye’deki sistem
Anayasa değişikliği paketiyle Türkiye, bağımlı bir yargı yaratarak demokratikleşmek gibi garip bir sürece girdi. Oysa bağımsız bir yargı yaratarak demokratikleşmek, demokrasi açısından daha doğru bir yol olurdu. Siyasal iktidar bu yolu seçmiş olsaydı, anayasa paketindeki yargıya ilişkin maddeleri şu şekilde değiştirmek gerekirdi:
Anayasa Mahkemesi: Son tasarıda Anayasa Mahkemesi 17 üyeden oluşuyor. Üç üye TBMM tarafından seçilecek. Meclis’in Anayasa Mahkemesi’ne üye seçmesi doğru bir yaklaşım. Ancak secim için ilk turda üçte iki, ikinci turda salt çoğunluk aranacak. Üçte iki çoğunluk iktidarla muhalefeti tarafsız bir aday üzerinde uzlaşmaya zorluyor. Ama “üçte iki çoğunluk sağlanamazsa salt çoğunlukla seçilir” deyince, Meclis’te çoğunluğa sahip iktidar partisi bakımından uzlaşma zorunluluğu kalkıyor. Amaç Anayasa Mahkemesi’ne bağımsız, tarafsız üyeler seçmek olsaydı, seçim üçte iki koşuluna bağlanırdı.
O zaman Cumhurbaşkanı’nın seçeceği 14 üyenin çoğunluğunun da Meclis’e kaydırılması daha demokratik olurdu. Özellikle Cumhurbaşkanı’nın takdir yetkisine bırakılan dört üyenin, Meclis tarafından üçte iki çoğunlukla seçilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin bağımsızlığı ve tarafsızlığı
Balyoz Eylem Planı soruşturması kapsamında tutuklanan 19 kuşkulu, yargıç kararıyla 1 Nisan günü tahliye edildikten sonra, savcıların itirazı üzerine 4 Nisan günü 12. Ağır Ceza Mahkeme Heyeti kararıyla yeniden tutuklandılar. Kamuoyunun dikkatinin yoğunlaştığı böylesine önemli bir davada, birbiriyle çelişen iki karar verilmesi yargının güvenilirliği açısından olumsuz bir gelişme oldu.
Oysa, güvenilirlik, yargının görevini gereği gibi yerine getirebilmesinin vazgeçilmez bir koşulu. Yargının güvenilirliği, insanların, kararın içeriğiyle aynı görüşte olmasalar bile, bağımsız, tarafsız bir yargı tarafından dürüst bir biçimde yargılandıklarına inanması anlamını taşıyor. Kamuoyunun güvenini kazanmak, yargıcın kamuoyundaki popüler eğilimlere göre karar vermesi demek değil. Tersine, kamuoyundaki eğilimlerden etkilenmeden, sadece yasalara ve vicdanına göre karar verebilmesi demek.
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, savcıların itirazını kabul ederek verdiği yakalama kararı, gerçekte tutuklamanın devamı. Kararın gerekçesini okuyunca, Türkiye’de, yargının tutuklamalara ilişkin yaklaşımının neden AİHM’de çok sayıda ihlale ve tazminata yol açtığını anlıyoruz.
Kararda, kesinleşen ilk
Venedik Komisyonu mart ayında Türkiye ile ilgili yeni bir rapor yayımladı. Rapor iki konu içeriyor: Müslüman olmayan cemaatlerin hukuksal statüsü ve Fener Rum Patrikliği’nin “ekümenik” unvanını kullanması.
Müslüman olmayan cemaatlerin hukuksal statüsü
Raporda, uygulamada farklılıklar olsa bile, Avrupa‘da dinsel cemaatlerin tüzel kişilik kazanmalarına olanak tanındığı belirtiliyor.
Türkiye ile ilgili şu hususlara yer veriliyor:
* Türkiye’de gayrimüslim cemaatlerin tüzel kişilik kazanmasının Anayasa’nın 2, 13, 14 ve 24. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmekte. Oysa bu maddelerde dinsel cemaatlerin tüzel kişilik kazanmasına bir engel yok.
* Dinsel cemaatlerin tüzel kişiliğe sahip olmaması bütün cemaatler için geçerli olmakla birlikte, uygulamada Müslüman ve Müslüman olmayanlar arasında bir fark var. Müslümanların dinsel etkinlikleri Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenleniyor. Diyanet onları temsil ediyor. Müslüman olmayan gruplar ise Diyanet’e bağlı değil. Bu grupların yasal olarak var olmalarının tek yolu vakıf kurmak. Ancak bu yoldan taşınmaz mal sahibi olabiliyorlar ya da okul, hastane gibi etkinliklerine mali destek sağlayabiliyorlar.
* Müslüman olmayan
Anayasa paketinin yarattığı toz duman içinde, DİSK Başkanı Süleyman Çelebi’nin 18 Mart günü, Krize Karşı Toplumsal Önlemler Raporu’na ilişkin konuşması gözden kaçtı. Oysa rapor Türkiye’de yaşayan insanların gerçek sorunlarına eğiliyor.
Rapora göre, 2007 yılındaki yüzde 10.6’lık işsizlik oranı, 2007 yılında yüzde 13.6’ya, 2009 Şubat ayında yüzde 16.1’e çıktı. Türkiye’de 6 milyon insan işsiz. 70 milyon insandan sadece 21 milyonu çalışıyor. Türkiye’de resmi yoksul sayısı 12 milyon 170 bin. Açlık sınırının altında yaşayan insan sayısı ise 1 milyon 400 bin.
Rapor, istihdam artırıcı, yoksulluğu giderici bir dizi önlem içeriyor. Devletin istihdam artıran yatırımları desteklemesi, işten çıkarmalara karşı önlem alınması, düşük ücretlilerin ya da geliri olmayanların temel gereksinmelerinin karşılanması ya da aylık bağlanması bunlar arasında.
DİSK’in raporundaki verileri BM’nin 2009 yılı “İnsani Kalkınma Raporu”ndaki verilerle tamamlayınca Türkiye’nin kalkınma modelinde insana verilen önem daha iyi anlaşılıyor.
İnsani Kalkınma Raporu’nda bir ülkenin gelişmişliği sadece GSMH’deki büyümeyle ölçülmüyor. İnsan unsuru kalkınmanın merkezine konularak değerlendirme yapılıyor.
Bu ölçüt
Devletimiz çok tutumlu bir devlet. Parasını dikkatli harcıyor. Her şeyde tasarruf yapmaya çalışıyor. Vergileri çarçur etmiyor. Böyle eli sıkı, gereksiz yere para harcamayan bir devletimiz olduğu için sevinmeliyiz.
Devletimiz her alanda olduğu gibi, insan yaşamına ilişkin konularda da tasarruf yapıyor. Örneğin, meme kanserinin yayılmasını önleyen bir ilacın kullanım süresi 52 hafta iken, Sağlık Bakanlığı’nın genelgesiyle 9 haftayla sınırlanıyor. 9 haftadan sonra sigorta, ilacın parasını ödemiyor. Kanser ilaçları çok pahalı. Ancak kanser başka organlara sıçramış, hasta ölümün eşiğine gelmişse ödüyor. Oysa hasta, ilacı daha önce kullanabilse hastalığın yayılması önlenebilecek.
Ahmet bizim oradaki “market”te çalışıyor, 3 çocuğu var. Eşi meme kanseri. Bir süredir ilaç tedavisi görüyor. Ancak artık sigorta ödemiyor. Diğer organlara yayılırsa ödeyecekmiş. Ahmet “Yayıldıktan sonra ilacı ne yapayım? Elime gecen para ile bu ilacı almam olanaksız” diyor.
Bu hafta AIHM’de karara bağlanan Oyal/Türkiye davası da devletimizin ne denli tutumlu olduğunu gösteren başka bir örnek.
Yiğit Turhan Oyal 1996 Mayıs ayında, biraz aceleci davranarak dünyaya geliyor. Ve geldiğine pişman oluyor. Erken