AB açısından Türkiye...

10 Aralık 2011

Her yılsonu AB zirvesinden çıkan sonuç bildirgesinin Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bölümü bir tartışma konusu olur.
Genelde Ankara bu belgede olumlu saydığı kısımları kendisine verilen bir destek olarak gösterir, buna karşılık olumsuz ifadeleri eleştirir ve “kabul edilemez” diye ilan eder...
Aynı şekilde bildirgenin Kıbrıs’la ilgili bölümünden Rumlar da kendi lehlerindeki ifadelerden başarı payı çıkarırlar, hoşlarına gitmeyen kısımları ise pas geçerler...
Bu seferki sonuç bildirgesinin Türkiye’yi direkt ilgilendiren bölümleri de hem hoşa gidecek olumlu ifadeler, hem de tepki yaratacak cümleler içeriyor.
Kıbrıs Rum kesiminin tepkisi de bundan farksız...
* * *
AB zirvesinde bugün onaylanması beklenen metnin Türkiye’ye dair bölümünün önemli bir kısmı, gerçekten Türkiye’yi memnun edecek tespitler içeriyor.

Yazının Devamı

AB’ye karşı söylenmek...

9 Aralık 2011

Son günlerde Türkiye’de AB’ye karşı söylenmek bir moda oldu adeta... Bu kampanyanın iki özelliği var: Biri AB’ye karşı sert çıkışlar yapanlara, hatta onunla dalga geçenlere Cumhurbaşkanı’ndan Bakanlara kadar üst düzey yetkililerin katılmasıdır. Diğeri de, AB aleyhindeki beyanların eskisinden oldukça farklı bir üslup taşımasıdır.
Bu bağlamda dikkati en çok çeken söylem, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçenlerde Londra’daki bir konuşmasında AB’yi “miserable” yani “sefil” ya da “zavallı” olarak niteleyen ifadesidir.
Bunun ardından AB’yi çökmekte ve dağılmakta olan bir örgüt olarak gösterme trendi başladı. Bu fikirden hareket edenler arasında, güçlenen Türkiye’nin felaketin eşiğindeki AB’ye artık ihtiyacı olmadığı sonucunu çıkaranlar da var. “Onlar sefil, biz süperiz” gibi gurur okşayan ifadeler kullananlar olduğu gibi...
* * *
Öteden beri sistematik olarak Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı olanları bir yana bırakalım; ama devlet ricali saflarında böyle bir duygunun ve görünüşün yayılması, dikkat çekici... Hele dış politika bilgisi ve birikimi iyi bilinen, tavır ve beyanlarında dengeli ve ölçülü bir dil kullanan Cumhurbaşkanı’nın AB için “miserable” terimini kullanması,

Yazının Devamı

Esad zamana oynuyor

7 Aralık 2011

Daha birkaç ay öncesine kadar Türkiye ve Suriye liderleri iki ülke arasında stratejik ortaklıktan ve ekonomik entegrasyondan söz ediyordu... Siyasi bağlar iki tarafın Bakanlar Kurulu’nun ortak toplantılar düzenlemesi noktasına ulaşmıştı. Hatta “iki hükümet, tek ülke”den bahsedenler vardı... Bu yakınlık, halklar arasında vizesiz karşılıklı ziyaretlerden, serbest ticarete kadar pek çok alanı kapsıyordu...
Şimdiki manzaraya bakın: Liderler arasındaki o sempati ve yakınlığın yerini, güvensizlik ve öfke aldı... Siyasi, ekonomik, sosyal bağlar koptu veya askıya alındı...
Ankara şimdi Suriye’ye karşı ekonomik ve askeri yaptırımlar uyguluyor, Şam da buna misillemede bulunarak serbest ticaret anlaşmasını rafa kaldırıyor... Türkiye Suriyeli muhaliflere arka çıkarken, Esad yönetimi de askeri tatbikat gösterileriyle Ankara’ya göz dağı vermeye çalışıyor...
Gerçi Türk Hükümeti, aldığı bu tavrın “Suriye halkına değil, sadece Esad rejimine karşı” olduğunu sık sık belirtiyor; ama sonuçta halen iki ülke birbirine düşman durumuna düşmüş bulunuyor.

Prensip meselesi
Türk hükümeti daha baştan Esad’a karşı kesin bir tavır benimsemekle, bir risk almıştır. Nitekim bunu üst düzey yetkililer

Yazının Devamı

Yaptırımlar neye yarıyor?

6 Aralık 2011

Türkiye dahil uluslararası camianın geniş bir kesiminin Suriye’ye karşı uygulamaya koyduğu yaptırımlar, Esad rejiminin çökmesini sağlayacak mı?
Bir genelleme yaparsak ekonomik, askeri ve diplomatik yaptırımların, hedef aldığı ülkeleri ağır baskı altında tuttuğunu, yalnızlığa sürüklediğini ve sıkıntıya soktuğunu görüyoruz. Ama bu uygulamanın tek başına o ülkelerin yöneticilerinin devrilmesine yol açmadığı da bir gerçek.
Yaptırımlara hedef olan ülkeler ne kadar despot rejimler tarafından yönetiliyorsa ve bu yönetimler dünyaya ne kadar meydan okumayı göze alıyorsa, yaptırımların istenen sonucu vermesi ihtimali o derecede düşük oluyor...
Aynı şekilde, uluslararası camiada tam bir konsensüs olmadığı ve bazı önemli ülkeler bu kampanyaya katılmadığı sürece, yaptırımların zorlayıcı etkisi de o derecede zayıf kalıyor...
Yıllardan beri böyle bir tecrübe yaşanıyor. Nitekim bunun birçok örneği var.

Çıkarlar bir olmadıkça...

Yazının Devamı

Türkiye avantajlı

3 Aralık 2011

Arap dünyasındaki yeni realiteye en rahat ayak uydurabilecek ülkelerin başında Türkiye geliyor.
Yeni realite derken kastettiğimiz şey, Arap Baharı sonucunda Kuzey Afrika’daki ve Ortadoğu’daki birçok ülkede İslam kökenli grupların öne çıkması ve yönetim katına kadar yükselmesidir.
Ankara’nın bu yeni realite karşısında bir sıkıntısı yok. Aksine, Türkiye’nin bu bağlamda avantajlı durumda olduğu dahi söylenebilir.
Ortadoğu’daki gelişmelerle yakından ilgili olan pek çok ülke için böyle bir sıkıntı var.
ABD’den Rusya’ya, Fransa’dan Çin’e, İsrail’den İran’a kadar pek çok ülkenin liderleri ve stratejistleri, yeni realite karşısında nasıl bir tutum alınması gerektiği üzerinde harıl harıl çalışıyorlar.
Dün de belirttiğimiz gibi, İran‘ın bu konuda ciddi sıkıntıları var. Ama asıl en sıkıntılı durumda olan İsrail’dir. Bölgede İslam kökenli partilerin giderek nüfuz kazanmaları ve hatta -bir koalisyonun başında da olsa- iktidara gelmeleri, İsrail’i ürkütüyor.
İsrail’in endişesi, Mısır gibi komşu ülkelerde İslamcıların yönetime geçmesi halinde, aralarındaki “soğuk barış”ın bozulacağı ve yeni bir gerginlik dönemine girileceğidir. İsrail’de bazı liberal çevreler İsrail hükümetinin

Yazının Devamı

Bölgede yeni dengeler oluşuyor

2 Aralık 2011

Arap coğrafyasındaki halk hareketi sonucunda İslam kökenli grupların öne çıkması ve belirleyici bir duruma gelmesi, bölge ile ilgili güçler tarafından nasıl değerlendiriliyor? Bu tarihi değişim bölgedeki dengeleri ve dolayısıyla uluslararası ilişkileri nasıl etkileyecek?
İki hafta önce İstanbul’da TESEV ile Friedrich-Ebert Stiftung Vakfı’nın birlikte düzenlediği bir konferansta bir İranlı akademisyen, Arap dünyasındaki halk isyanının aslında bir “İslam devrimi” olduğunu söyledi. Konuşmacı, Arap coğrafyasındaki bu olayı, İran’da 1979’da gerçekleşen İslam devrimine benzetti ve bu hareketin İran’da bu şekilde algılanarak destek gördüğünü belirtti.
Tartışmalar sırasında bir Mısırlı akademisyen Arap ülkelerindeki halk ayaklanmasının, sağcısı solcusu ile bir “kitlesel” hareket olduğunu ve aslında İslami bir düzen kurmak için değil, çoğulculuğu getirmek için yapıldığını vurguladı... Bir başka Arap konuşmacı da, İran’ın Suriye’deki ayaklanmayı görmezlikten gelip Esad rejiminin yanında yer almasının bir çelişki olduğunu ve Tahran’ın bu olayda tamamen çıkarcı bir tutum sergilediğini söyledi...

Ucu açık süreç
Arap dünyasındaki devrim, yeni başlayan ve tam oturabilmesi için

Yazının Devamı

İslamcılar neden kazanıyor?

30 Kasım 2011

Arap dünyasındaki halk hareketlerinde, dün de belirttiğimiz gibi, siyasi İslam giderek öne çıkıyor ve zemin kazanıyor. Eski dikta rejimlerinin devrildiği ülkelerde yapılan seçimlerden en kazançlı çıkanlar da İslami gruplardır. Nitekim Tunus’ta ve Fas’ta öyle oldu. Mısır’da da öyle olması bekleniyor. Suriye’nin de Esad sonrası dönemde benzer bir durumla karşılaşması ihtimali oldukça yüksek...
Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya uzanan Arap coğrafyasında İslam kökenli grupların öne çıkmalarının çeşitli nedenleri var.
1) Arap dünyasında Müslüman Kardeşler (“İhvan-ül Müslimin”), çeşitli “İslamcı grupların anası” olarak kabul edilir. Mısır’da 1928’de kurulan bu örgüt zamanla bütün Arap dünyasına yayılmış ve birçok ülkede geniş bir taban bulmuştur.
Bugün farklı isimler altında ve değişik programlarla faaliyette bulunan İslami grupların ortak özelliği, örgütlü, inançlı, disiplinli olmalarıdır. Birçok Arap ülkesinde İslamcılar yıllar boyunca yasaklandıkları veya baskı altında tutuldukları halde, varlıklarını sürdürebilmişlerdir.
Böyle bir tabana ve altyapıya sahip olan bu gruplar, dikta rejimlerinin devrilmesinin yarattığı yeni ortamı kendi ülkelerinde siyasi bir rol oynamak için bir

Yazının Devamı

Arap baharı islamcıları öne çıkarıyor

29 Kasım 2011

Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu Arap Baharı ile gelen halk hareketleri, İslam kökenli siyasi grupları giderek öne çıkarıyor ve onların belirleyici bir rol almalarına yol açıyor.
Arap dünyasındaki değişim rüzgârlarının gözleri önüne serdiği en önemli, somut sonuç bu...
Birçok ülkede siyasi İslam, yeni devrilen veya devrilmesi hedeflenen eski otoriter rejimlerin yerine en etkin alternatif olarak ortaya çıkıyor.
Bu tarihi dönüşüme sahne olan ülkelere kısaca bakalım.
Arap Baharı’nın ilk kendini gösterdiği TUNUS’ta Bin Ali rejiminin devrilmesinden sonra, demokrasiye “yumuşak geçiş”in ikinci aşamasına girildi ve geçen ay Ulusal Kurucu Meclis için yapılan seçimlerde, “En Nahda” (Uyanış) partisi birinci parti olarak çıktı. Önceki rejim, bu İslamcı partinin faaliyetini yasaklamış, liderini Raşid El Gannuşi’yi de sınır dışı etmişti. Bin Ali yönetimi devrildikten sonra El Gannuşi ülkesine döndü, parti de faaliyete geçti. En Nahda, oyların yüzde 40’ını, Meclis’in 217 sandalyesinin 90’ını kazanmayı başardı...
* * *
Arap Baharı ikinci uğrak yeri olan MISIR‘da dün Mübarek sonrası dönemin ilk seçimleri yapıldı. Elliye yakın siyasi grubun katıldığı bu seçimlerde en güçlü ve iddialı

Yazının Devamı