Kosova kararı Kıbrıs için örnek olabilir mi?

24 Temmuz 2010

Kimine göre karar doğru ve adil... Kimine göre ise tam aksine, yanlış ve tehlikeli... Uluslararası Adalet Divanı’nın Kosova’nın Şubat 2008’de tek taraflı olarak ilan ettiği bağımsızlığı meşru sayan kararına tepkiler işte öylesine çelişkili.
Divanın tavsiye kararından memnun olanlar, başta bizzat Kosova olmak üzere, onun egemenliğini tanıyan 69 ülke, bu arada özellikle ABD, çoğu AB üyeleri ve Türkiye...
Kararı eleştirenler ise, başta bizzat Adalet Divanı’na başvurmuş olan Sırbistan, Rusya, Çin, İspanya ve Kıbrıs Rum yönetimi...
Bütün bu tepkilerin farklı gerekçeleri var. Ama açıkçası bu tepkilerde esas önemli olan, hukuki argümanlar değil, ulusal çıkarların şekillendirdiği siyasi pozisyonlardır.
Aslında Divan’ın kararı da, hukuki olduğu kadar siyasi bir nitelik taşıyor.

Farklı tavırlar

Yazının Devamı

Herkes kendi yoluna...

23 Temmuz 2010

Kıbrıs harekâtının 36. yıldönümü töreninde konuşan Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Cemil Çiçek, Kıbrıs Rumlarına ve uluslararası camiaya iki önemli mesaj verdi.
Birinci mesajın adresi Kıbrıs Rum yönetimi. Çiçek iki yıldan beri süren doğrudan müzakereler için bir zaman limiti koydu ve “yılsonuna kadar anlaşma olmazsa, herkes kendi yoluna devam eder” diye konuştu.
İkinci mesajın adresi ise AB. Birliğin Kıbrıs meselesindeki tutumundan şikâyet eden Çiçek, Türkiye’nin üyeliği için Kıbrıs koşulunu ortaya koyanlara seslendi ve AB ile Kıbrıs arasında bir seçim yapmak gerekire “tercih Kıbrıs olacak” dedi...
Ankara’nın ve KKTC yönetiminin her iki konuda da görüşlerinin bir süreden beri bu doğrultuda olduğu biliniyor. Ancak Cemil Çiçek’in iki mesajını da gayet kesin bir ifadeyle -hem de Rumların bir “kara gün” saydıkları Türk askeri harekâtının yıldönümünde- vermesi, anlamlı ve düşündürücüdür...
Yılsonuna kadar anlaşma olmazsa “herkes kendi yoluna devam eder” ifadesinden anlaşılan şey, o takdirde Türk tarafının artık masadan kalkacağıdır.
Bu aynı zamanda, Ankara’nın da artık anlaşma sağlanamazsa “iki devlet” opsiyonunu benimseyeceğini de ortaya koyuyor.
Yani bu takdirde KKTC’nin

Yazının Devamı

Afganistan’da “askeri seçenek” yetmiyor

21 Temmuz 2010

Şiddetin kol gezdiği, bombaların patladığı Kâbil’de, Türkiye dahil 70 ülkenin Dışişleri Bakanlarının ve üst düzey yetkililerinin, Afganistan’ın geleceğini görüşmek üzere bir araya gelmesi, kendi başına önemli bir olay.
Bu, Afgan başkentinde bir “ilk”. Daha önce, çeşitli ülkelerde Afganistan’la ilgili birçok konferans yapıldı. Bu toplantılar daha çok Afganistan’daki savaşın daha başarılı şekilde sürdürülmesi, askeri desteğin ve mali yardımların artırılması gibi konularla ilgiliydi.
Kâbil’deki geniş konferansın niteliği farklı. Bu kez, inisiyatifi bizzat Afganistan eline aldı.
Afgan lideri Hamid Karzai dün konferansın açılış konuşmasında yapmak istediklerinin ipuçlarını verdi. Açıkladığı plana göre, ülkenin güvenliğini ve asayişini tamamen Afgan ordusu ve polisi devralacak. Bunun için bir takvim de belirledi: 2014 yılına kadar...
Karzai Afganistan’da en büyük sorunun Taliban ile savaşmak olduğunun bilincinde. Ama meselenin sadece askeri yoldan halledilemeyeceğini de fark ediyor. Bunu geçen ocak ayında Londra’da yapılan benzer bir konferansta açıkça belirtmiş, hatta bir nevi “Taliban açılımı”ndan söz etmişti. Buna göre, Afgan hükümeti bir yandan, Taliban savaşçılarını, para ve

Yazının Devamı

NATO yönetiminde Türk varlığı

20 Temmuz 2010

NATO Genel Sekreteri Andres Fogh Rasmussen’in bir Türk diplomatını Savunma Politikası ve Planlama’dan sorumlu olarak kendi yardımcılığına ataması, iki açıdan sevindirici bir gelişme. Birincisi, bu atamanın bir yıl önce Türkiye tarafından yapılan talebi nihayet karşılamasıdır. İkincisi de, Rasmussen’in Nisan 2009’da NATO Genel Sekreterliği’ne getirilmesi sırasında Türkiye’nin itirazlarının yarattığı olumsuz havanın artık geride kalmasıdır.
Hatırlanacağı gibi Ankara, Danimarka’nın eski Başbakanı’nın Genel Sekreterliğe getirilmesine, özellikle “karikatür krizi” nedeniyle (ayrıca ROJ TV meselesindeki tavrı yüzünden) karşı çıkmıştı. Türkiye’nin bu tutumu o zaman NATO’da hoşnutsuzluk yaratmış, başta ABD olmak üzere birçok müttefik ülke, Erdoğan Hükümeti’ne Rasmussen’in adaylığını engellemekten vazgeçmesi çağrısında bulunmuştu.
Hükümet o zaman bunun karşılığında üç koşulun yerine getirilmesini istemişti. Bunlardan biri, Rasmussen’in mutlaka bir Türkü Genel Sekreter Yardımcılığı’na getirmesiydi.

40 yıl sonra...
Genel Sekreter’in 6 yardımcısı var. Yeni bir atama yapabilmek için, bu koltuklardan birinin boşalması gerekiyor. Bu durum nihayet şimdi gerçekleşebildi. Çek diplomatından

Yazının Devamı

Jennifer Lopez “olayı”nın ardından...

17 Temmuz 2010

Ünlü Amerikalı şarkıcı Jennifer Lopez’in KKTC’de bir otelin açılışında vereceği konseri iptal etmesinin üstünde hâlâ bu kadar durulmasının nedeni, “olay”ın sembolik bir anlam taşımasıdır. Kıbrıs’ta her şey gibi, bu basit sanat etkinliği de siyasi bir nitelik kazanmıştır.
Olayın iki yüzü var:
Birincisi, Lopez’in Girne bölgesinde önümüzdeki hafta açılacak olan lüks bir otelde, 3 milyon dolar karşılığında bir konser vermekten vazgeçmesinin nedeniyle ilgili.
Sebep malum: Rum baskısı. Ünlü yıldız, Rum tarafının Kuzey Kıbrıs’ta bir konser vermesine ve ailesiyle birlikte kısa bir tatil geçirmesine karşı gösterdiği tahammülsüzlüğe boyun eğmek zorunda kaldı.
Bu ilk kere olmuyor. Önceki gün Ankara’ya gelen KKTC Başbakanı İrsen Küçük’ün Başbakan Erdoğan’la ortak basın toplantısında dediği gibi, Kıbrıslı Rumlar, Kuzey’de en ufak bir spor faaliyetinin veya bir sanat etkinliğinin düzenlenmesine engel olmak için seferber oluyorlar. Bu da Güney’in çözüm konusundaki samimiyetsizliğinin derecesini gösteriyor.
Gene önceki gün KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu da bir konuşmasında bu konuya değindi ve şöyle dedi, “Güney komşularımız her konuda önümüze engel koyuyorlar. Bir otelin reklamı olurmuş

Yazının Devamı

Türkiye, İran sorununda yardımcı rolde

16 Temmuz 2010

Geçen salı günü, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Amerikalı meslektaşı Hillary Clinton ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından, Washington’dan gelen bir haber, Türkiye’nin İran sorunundaki rolü hakkında zihinleri karıştırdı.
AP Ajansı’nın ismini açıklamadığı bir yetkiliye atfen aktardığı bir demece göre, Bayan Clinton Türkiye’nin İran’ı baskı altında tutmaya yönelik uluslararası çabalardan “uzak durmasını” istemiş...
Haberin sadece bu cümlesi esas alınarak başlıklara yansıyınca, olay Türkiye’nin İran sorununun çözümü sürecinde artık “devre dışı” bırakıldığı şeklinde algılandı.
Oysa gerçek tam olarak öyle değil. Aynı haberde belirtildiği gibi, Hillary Clinton, İran’la nükleer anlaşmazlığın çözümü için müzakerelerin, BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesiyle Almanya’nın oluşturduğu “altılar” grubu tarafından yönetilmesi gerektiğini söyledi ve Tahran’ın da diyaloğunu bu grupla sürdürmesi için ikna edilmesini istedi.

Önce “altılar”...
Şimdi biraz geriye dönelim. Türkiye geçen mayısta Brezilya ile birlikte İran’ı “uranyum takası” anlaşmasını imzalamaya razı etmişti. Bu anlaşma, daha önce İran’ın reddettiği esasları içeriyor, yani 1200 kilogram uranyumun Türkiye’de

Yazının Devamı

Şartlar yerine getirilmezse...

10 Temmuz 2010

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Londra ziyaretinde İngiliz meslektaşıyla düzenlediği ortak basın toplantısında, İsrail ile kopma noktasına gelen ilişkilerin düzelebilmesi için Ankara’nın şartlarını şu sözcüklerle ifade etti: “İsrail suçunu kabul etmeli, özür dilemeli ya da uluslararası soruşturmaya razı olmalı. İsrail bu iki alternatife uymazsa, Türkiye her türlü tedbiri almak hakkına sahiptir...”
Bakan, “Financial Times” gazetesindeki özel demecinde de, Türk-İsrail ilişkilerinin “kritik bir aşamada” bulunduğunu belirttikten sonra, “önümüzdeki haftalarda ve aylarda yaşanabileceklerin İsrail’in tavrına bağlı olduğunu” ve Ankara’nın bu durumda “ilişkileri yeniden gözden geçireceğini” vurguladı.
Davutoğlu, İngiliz medyasına daha diplomatik bir üslupla söylediklerini, birkaç gün önce Türk basınına daha açık bir dille ifade etti. Bakan’ın Kırgızistan’dan dönerken uçakta Türk gazetecilerine söyledikleri özetle şu: İsrail (kendi kararıyla veya uluslararası bir soruşturma sonucunda) Türkiye’den mutlaka özür dilemeli, tazminat ödemeli. Aksi halde, Ankara İsrail ile ilişkileri kesecek...
Bakan “kesmek” derken neyi kastetti: Bu, ilişkilerin topyekün koparılması anlamına mı geliyor?
Dışi

Yazının Devamı

İsrail neye güveniyor?

9 Temmuz 2010

ABD Başkanı Barack Obama ile İsrail Başkanı Benjamin Netanyahu’nun Beyaz Saray’daki görüşmelerinde, “Mavi Marmara” baskını ve Türk- İsrail gerginliği, ele aldıkları konuların alt sırasında yer alıyordu. Öncelikli konular ABD-İsrail ilişkilerinin geleceği, Filistin ile barış müzakereleri, Batı Şeria’daki yeni yerleşim birimleri ve İran’ın nükleer programıydı.
Başbakan Erdoğan son olarak Toronto’da görüştüğü Obama’dan, Türkiye’nin “Mavi Marmara” olayı ile ilgili şartlarını Netanyahu’ya iletmesini ve kendisini bu koşulların yerine getirilmesi için ikna etmesini istemişti.
Obama’nın bu isteği Bibi’ye aktardığını sanıyoruz. Ancak bunun kapalı kapıların ardından nasıl yapıldığı ve ne sonuç alındığı hakkında bir bilgi sızmadı. İki lider ortak basın toplantısında bu konuya hiç değinmedi.
Ancak Netanyahu CNN’de Larry King’in bu konu ile ilgili sorusunu yanıtlarken, olayda 9 Türkün ölmesinden üzüntü duyduğunu, fakat İsrailli komandoların kendilerini savunmak zorunda kaldığını söylemekle yetindi.
Bu aslında Netanyahu ve diğer İsrailli yetkililerin daha önce söylediklerinin bir tekrarı. Bu Bibi’nin Obama’nın mesajını dikkate almadığı anlamına mı geliyor? Yoksa bu telkinin yakında bir

Yazının Devamı