Yılların tecrübesi şunu gösteriyor ki, yabancı ülke parlamentolarında “Ermeni soykırım tasarıları”nın kabul edilmesi karşısında Türkiye fazla bir şey yapamıyor, gösterdiği tepki, verdiği karşılık Ermeni kampanyalarının önünü kesemediği gibi, dost veya müttefik ülkelerle de ilişkilerin bozulmasına yol açıyor.
Aynı tecrübe şu sırada da yaşanıyor. Türkiye bu kez de aynı “tepki şablonu”nu uyguluyor, öfkesini sert beyanlarla yansıtıyor, büyükelçisini geri çekiyor, planlanmış üst düzey ziyaretleri iptal ediyor.
Genelde ilkbaharda (24 Nisan öncesinde) kopan fırtına bu şekilde atlatıldıktan sonra, “hasar tamiri” sürecine giriliyor ve ilişkilerin tekrar düzeltilmesine çalışılıyor.
Artık bıkkınlık yaratan bu mesele karşısında aynı şablonu uygulamanın -ve şimdi olduğu gibi- tepki dozajını artırmanın dışında, daha etkin yeni stratejilere ihtiyaç var.
Bu bağlamda ne yapmalı veya ne yapmamalı?
Parlamenterler yüzünden...
ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin Ermeni tasarısını kabul etmesinin tepkileri devam ederken, bu kez benzer bir karar İsveç parlamentosundan geldi.
Bu gelişmeler, her yıl bu zamanlarda (yani 24 Nisan öncesinde) dünyanın çeşitli yerlerindeki Ermenilerin ve onları destekleyenlerin soykırım iddiaları lehinde kararlar çıkartmak için giriştikleri “ilkbahar taarruzu”nun bir parçası.
Nitekim şimdi sırada başka ülkeler de var. İngiltere de bunlardan biri. Benzer bir tasarının önümüzdeki günlerde Avam Kamarasına gelmesi bekleniyor.
Son olarak İspanya’da da -merkezi parlamento değil ama- Katalonya Bölgesel Meclisi de Ermeni yanlısı bir karar almıştı...
Kısacası bu “taarruz” birçok cephede birden yayılıyor. Şimdiye kadar Ermeni tasarılarını kabul eden Rusya’dan Lübnan’a, İsviçre’den İtalya’ya kadar 20 ülkenin parlamentolarına yenilerinin eklenmesi olasılığı artıyor.
Bunun Türk kamuoyunu ne kadar üzdüğünü ve öfkelendirdiğini burada belirtmeye gerek yok. Ne var ki, bu “taarruzlar” sürpriz değil, yeni şeyler de değil. Yıllardır aynı sıkıntılar -artık bıkkınlık yaratan derecede -yaşanıyor. Maalesef öyle de devam edeceğe benziyor. Bunun için, artık buna karşı yeri stratejiler
Geçen salı günü, ABD’nin aracılığıyla İsrail ile Filistin yönetimi arasında “dolaylı” biçimde de olsa, görüşmelerin yeniden başlayacağı ilan edildiğinde Arap Birliği’nden Avrupa Birliği’ne kadar, herkes sevinmişti.
Türk Dışişleri Bakanlığı da yayımladığı açıklamada bu kararı “ileri bir adım” olarak nitelendirmiş, Ankara’nın bölgedeki barış çabalarına aktif katkıda bulunmaya devam edeceğini belirtmişti.
Dün gelen haberler, bu görüşmelerin yapılamayacağını, uzlaşma umutlarının dağıldığını ortaya koyuyor.
Bu her şeyden önce son haftalarda yoğun çaba harcayan ABD diplomasisi için bir fiyaskodur. Obama yönetimi, deneyimli diplomat George Mitchell’in sayısız Ortadoğu turlarından ve hele Başkan Yardımcısı Joe Biden’in bölgeyi ziyaretinden sonra, yeni bir müzakere sürecinin başlatabileceğini umuyordu. Bu başta “dolaylı” bir şekilde yürütülecek, daha ileri aşamalarda iki taraf “doğrudan” müzakerelere oturacaklardı.
Aslında İsrail ile Filistin yönetimi arasında denenmemiş görüşme yöntemi kalmadı. 1993’ten itibaren çeşitli isimler altında yüzlerce toplantı yapıldı. Bu süreç, Gazze’deki olaylardan sonra tamamen kesildi. Bu kez ABD “dolaylı” görüşme metoduyla süreci canlandırmaya çalıştı.
Irak’ta geçen pazar günü yapılan seçimlerin kesin sonuçları hâlâ bilinmiyor. Komşu ülkede oy sayımı her nedense hızlı yapılamıyor.
Ama şimdiden bilinen bazı hususlar var: Terörist grupların seçim günü patlattıkları bombalara rağmen, halkın çoğunluğu sandık başına gitme cesaretini gösterdi... Daha önemlisi, 2005 seçimlerinden farklı olarak bu kez Sünniler oylarını kullandılar. Dolayısıyla, bu seçimlerin sonucu çok daha temsili olacak...
Şimdiden bilinen bir başka husus da, bu seçimlerden hiçbir partinin tek başına galip çıkmayacağı, dolayısıyla, bir koalisyon hükümetinin kurulacağıdır.
Bu, parti sayısındaki çokluktan ve seçim sisteminden kaynaklanan bir sonuç. Halkın geniş kesimlerini temsil etmesi bakımından iyi; ama ulusal uzlaşmanın ve istikrarın sağlanabilmesi açısından riskli bir durum...
Aslında seçimlere katılan başlıca gruplar, birçok partiyi bir araya getiren ittifaklardır. Şimdiki Başbakan Nuri El Maliki’nin başında bulunduğu Şii ağırlıklı “Hukuk Devleti İttifakı” irili ufaklı 40 partiyi kapsıyor... Eski Başbakan Ayad Allavi’nin liderliğindeki laik eğilimli “Irakiye İttifakı”, Şii ve Sünni, çeşitli unsurları temsil eden 63 gruptan oluşuyor... El Sadr gibi dini
ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin Ermeni soykırımı tasarısını kabul etmesinden sonra Ankara’daki resmi beyanlarda şu uyarı yapıldı: Bu karar, Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokollere ağır bir darbe indiriyor. Bu şartlarda Erivan ile normalleşme süreci tamamen kapanmış olacak...
Bu uyarının pratikte fazla bir anlam taşıdığını sanmıyoruz.
Eğer Ermeni tasarısı Komite’de reddedilseydi, protokollerin hayata geçirilmesi için hemen bir adım mı atılacaktı?
Komite’nin kararı, aslında Türkiye ile Ermenistan arasında zaten mevcut olmayan ilişkilerden çok, Ankara ile Washington arasındaki ilişkilere bir darbe vuruyor.
Gerçek şudur ki, geçen ekim ayında imzalanan protokoller, en az üç aydır bir ölü noktada bulunuyor. Bu durumdan iki taraf da sorumlu.
Zürich’te varılan mutabakata göre, protokoller iki hükümet tarafından hızla kendi meclislerine sunulup onaylanacak, kısa bir süre sonra (sınırların açılması vs. gibi) hükümler uygulanacaktı.
Geçmiş yıllarda ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin “Ermeni soykırım tasarısı”nı her kabul edişinde, Amerikan yetkilileri Washington’da olayı izleyen Türk gazetecilerine şöyle derdi: “Boşuna telaşlanmayın. Bu tasarının Komite’den geçmesi bir şey ifade etmez. Ülkede kimse bunun farkında bile değil. Baksanıza, Amerikan gazeteleri bunun haberini bile yayımlamıyor...”
Eskiden öyle idi, ama bu kez farklı. Önceki günkü oylama ve onu izleyen gelişmeler, dünkü Amerikan basınında olduğu gibi, Avrupa ve dünya medyasında da ilk sıradaki haberler arasında yer aldı.
Bu kararın daha Meclis’e gitmeden sadece alt komitesinden çıkmasına bu kez bu kadar ilgi gösterilmesinin önemli bir nedeni var. Dünyanın gözünde Türkiye artık her yönüyle yakından izlenmesi gereken bir ülke. Bunda stratejik konumu kadar, uluslararası platformda oynadığı aktif rolün de payı büyük. Bu özellikle ABD -ve Batı için- çok önemli bir faktör...
Diğer bir neden de, Türkiye’nin bu meseleyi daha baştan sıkı tutması, Washington’a uyarılarını ve mesajlarını zamanında duyurmuş olmasıdır. Nitekim Türk yetkililer bu kararın çıkması halinde, hem Türk-ABD ilişkilerinin, hem de Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasının
Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu bu kez çok açık -ve acı- konuştu: “Yunanistan iflasın eşiğinde... Yunan halkının canını acıtacak bir süreç başladı. Bu hayatta kalma kavgasıdır...”
Yunan lideri bu sözleri, hafta başında, yeni ekonomik tedbir paketini açıklamadan önce söyledi. Önceki gün “acı reçete”nin ilan edilmesinden sonra ise, Yunanistan’ı bu olağanüstü önlemleri almaya zorlayan AB’ye şu mesajı verdi: “Biz gerekeni yaptık. Şimdi aynı hareketi AB’den bekliyoruz.”
Papandreu “Yunan trajedisi”ni sonlandırmak için “AB stratejisi”nin nasıl belirleneceğini anlamak üzere bu hafta sonu, Almanya ve Fransa’ya gidecek.
Almanya ve Fransa, Yunanistan’ı içine düştüğü borç batağından ve ekonomik perişanlıktan kurtarabilecek ülkelerin başında geliyor. Eğer bu iki devletten ve AB’den fiilen destek gelmezse, üst üste ilan edilen ekonomik tedbir paketleri yetersiz kalacak ve devlet -hiç şakası yok- adeta özel bir şirket gibi, iflasa sürüklenecek.
Şimdiki durumda Yunan hazinesi tamtakır. Birikmiş borçlar 300 milyar euro’yu buluyor. Bunun 20 milyarının mayıs ayına kadar ödenmesi gerekiyor.
Lüküs hayatın sonu
Sanki eski bir şovu tekrar izliyor gibiyiz... Aynı sahne (ABD Kongresi), aynı senaryo (Ermeni soykırım tasarısı), aynı aktörler (Dışişleri Komitesi’ndeki Ermeni yanlısı milletvekilleri), aynı figüranlar (Ermeni lobicileri ve yandaşları)...
Bu bitmeyen dizinin yeni bölümünün en heyecanlı sahnesi, yarın Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi’nin toplanacağı Rayburn House’da oynanacak.
Komitenin 46 üyesi, ABD yönetiminin Ermeni soykırım iddiasını resmen kabul etmesini ve Başkan’ın 24 Nisan’da yayımlayacağı mesajda açık şekilde soykırım terimini kullanmasını öngören (HR 252 rumuzlu) karar tasarısını tartışıp oylayacak.
Ermeni tarafı bu oyundaki rolünü başından beri başarıyla oynadı. Ermeni kökenli seçmenler, dernekler, lobiciler, milletvekillerini kendi saflarına çekmek için büyük çaba harcadılar. Konuyu son dakikaya kadar basında, büyük TV kanallarında canlı tuttular.
Türkiye’ye gelince, açık konuşmak gerekirse, işi baştan gereği kadar sıkı tutmadı. Baksanıza, TBMM’den iki heyet Kongre üyelerini ikna etmek için ancak hafta sonu Washington’a gitti. Son dakikada yapılan böyle bir gezi ne kadar etkili olabilir ki?
Türkiye bu kez de -daha önce olduğu gibi- “strateji kartı”nı