Türkiye’nin Ermenistan’la protokollerin gereğini yerine getireceğine dair bir açıklama yapmasını isteyen Erivan’a yanıtı şöyle: Türkiye açısından protokoller geçerlidir, başlatılan süreç de yaşamaktadır. Ancak bu belgelerin Meclis’ten geçirilmesi şu anda mümkün değildir. Dolayısıyla, bu işlem zamana bırakılmalıdır. Ermenistan da bu konuda sabırlı davranmalıdır...
Geçen salı günkü yazımızda, Erivan ziyaretimiz sırasında görüştüğümüz Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın bir yardımcısının yeni süreçteki tıkanmanın aşılabilmesi için, Türk hükümetinin, Zürih’te varılan mutabakata bağlı kaldığını bir deklarasyonla duyurmasını istediğini bildirmiştik. Yetkili, Sarkisyan’ın bu ayın ortalarında Washington’daki temaslarında bu meseleyi görüşeceğini açıklamış ve bu konuda tatminkâr bir sonuç sağlanamaması halinde, protokolleri askıya almak zorunda kalabileceğini ima etmişti.
Sürece devam
Bu konuda ne düşündüğünü sorduğumuz üst düzey bir Türk yetkilisi şöyle konuştu: “Ermenistan’ın istediği tarzda bir deklarasyona gerek yok. Bu mümkün değil. Ermenistan Türkiye’yi baskı altında tutmaya, sıkıştırmaya çalışıyor. Biz şimdiye kadar bu sürece bağlılığımız yeterince gösterdik”...
Yetkiliye göre,
Ermeni halkı için tarih 1915’te durmuş adeta... Kafalar iki olaya takılıp kalmış: Bunlardan biri Ermenilerin “soykırım” olarak benimsedikleri trajedi, diğeri ise Doğu Anadolu’daki “toprakların kaybı”dır.
Ermeni dünyası bir yüzyıla yakın bir zamandır bu iki olayın anılarıyla yaşıyor.
Diaspora Ermenileri gibi, Ermenistan yurttaşları da, bir yandan “soykırım”ın acısını canlı tutup bunu bütün dünyaya kabul ettirmeye çalışıyorlar, bir yandan da eskiden yaşadıkları toprakların nostaljisini ve oralara dönme hayallerini sürdürüyorlar.
Ermenistan’ı dolaşırken, insanlarıyla konuşurken, hatta üst düzey yetkililerini dinlerken, bu iki konu hep karşınıza çıkıyor.
İki olayın acısı ve nostaljisi, kaldığınız oteldeki odanıza konan “turistik” dergiden, meyhanede çalınan şarkıların güftesine kadar, her yerde, her vesileyle yansıtılıyor.
Diaspora ile el ele
Türkiye ile Ermenistan arasında zorlu müzakerelerden sonra, geçen ekimde Zürih’te imzalanan protokoller halen ölü noktada.
Ankara’nın resmi pozisyonu, protokollerin hayata geçirilmesi için gereken Meclis onayının ancak Yukarı Karabağ sorununun çözümünde somut bir ilerleme gerçekleşmesi halinde sağlanabileceği yönündedir. Oysa şimdilik böyle bir ilerleme saptanabilmiş değil.
Erivan, normalleşme sürecinin, yani sınırların açılmasının ve diplomatik ilişkilerin kurulmasının Karabağ sorunuyla irtibatlandırılmasına karşı. Sarkisyan yönetimi geçenlerde protokoller “makul bir süre içinde” onaylanmazsa, bu belgeleri kendi parlamentosundan geri çekeceğini bildirmişti.
Şimdi varılan noktada, Ermenistan ne yapacak? Gerçekten protokolleri geri çekip, yeni süreci askıya mı alacak?
Karar ABD’de verilecek
Erivan’a yaptığımız 4 günlük bir ziyaret sırasında bu sorunun yanıtını, görüştüğünüz üst düzey yetkililerden almaya çalıştık.
Geçen pazar akşamı ABD Başkanı Barack Obama Kongre’deki siyasi zaferini kutlarken, Fransa’da Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, bölgesel seçimlerdeki yenilgisinin üzüntüsünü yaşıyordu...
İlk bakışta bu iki olay, ABD’nin ve Fransa’nın dışında, dünyayı -ve bizi- pek ilgilendirmez gibi görünebilir. Ama iki gelişme de, yaratabileceği etkiler nedeniyle, herkesin dikkatini çekecek nitelikte.
ABD’deki olay, Başkan Obama’nın -daha adaylığını koyduğu günden beri- çok önemsediği sağlık reformu projesiyle ilgili. Pazar günü Temsilciler Meclisi yönetimin önerdiği yasa tasarısını az bir farkla da olsa (212’ye karşı 219 oyla) kabul etti.
Oylamada Cumhuriyetçiler blok halinde tasarıya karşı çıktılar. Öte yandan, muhafazakâr eğilimli bazı Demokratlar da bu reforma daha başından beri karşı çıkıyordu. Obama’nın yoğun çabaları sonucunda bazı Demokratlar son dakikada fikir değiştirdiler. Ama gene de Demokratlar 34 fire verdi.
Yönetim için önemli olan tabii bu reformun yasalaşmasıydı. Bu sayede ABD tarihinde ilk kez öylesine kapsamlı bir sağlık reformu gerçekleşiyor.
“Tarihi zafer”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’deki kaçak Ermenilerin sınır dışı edilebileceğine ilişkin sözleri, günlerden beri hararetle tartışılıyor.
Genelde iktidarın politikalarını destekleyen çevreler dahil, çok geniş bir kesim, Başbakan’ın bu konuda söylediklerini kınadılar, yabancı ülkelerin parlamentolarında soykırım tasarılarının kabul edilmesinin faturasının Türkiye’de “kaçak” olarak yaşayan 100 bin Ermeniye (ki bu rakam da çok abartılıdır) çıkarılmasına karşı çıktılar.
Başbakan bu eleştirilere kızsa da, böyle bir tartışmanın çıkmış olması, çok yerindedir ve talihsiz olayın tek sevindirici yanı da budur.
Yerindedir, çünkü gerçekten böyle bir yanlış düşüncenin -henüz uygulamaya konmadan- enine boyuna tartışılması, sorgulanması gerekli ve yararlıdır. Sevindiricidir, çünkü bu Türkiye’de artık iktidarın fikir ve davranışlarının toplumun etkin kesimlerince yakından izlendiğini ve açıkça eleştirildiğini gösteriyor.
Bundan daha doğal ne olabilir demeyin. Bu tür hassas konularda hükümetin yanlış davranışları karşısında sessiz kalındığı yıllar çok geride değil. Bunun en canlı örneği, 1964’te cereyan eden benzer bir kitlesel sınır dışı etme olayıdır.
Benzer örnek
Aslı Aydıntaşbaş, önceki gün Washington’dan gönderdiği yazısında çok önemli bir tespitte bulundu: “Türk-Amerikan ilişkileri, ruhsuz bir evliliğe dönüştü” dedi. “Bu evlilikte artık heyecan, sevgi yok, ‘al-ver’e dayalı soğuk bir ilişki var. Dolayısıyla bu evliliğin geleceği belirsiz...”
Türk-Amerikan ilişkilerini yakından izleyen herhangi bir gözlemcinin bu tespite itiraz edeceğini sanmıyorum.
Gerçekten geçmiş yıllarda çok sıcak duygulara, karşılıklı güvene ve örnek bir beraberliğe dayanan bu evlilik, son zamanlarda bu eski özelliklerini bir hayli yitirdi.
Bunun nedenlerine geçmeden önce, şunu hemen belirtelim: Bu evlilikte, o eski ruh ve heyecanın devam etmemesi, ilişkilerin kopacağı, yani bir “ayrılma”ya gidilmekte olduğu anlamına gelmiyor.
Evlilik farklı duygularla da olsa, devam ediyor. Herhalde daha uzun süre de devam edecek... Tıpkı “Katolik evliliği” gibi... (Malum, Katolik Kilisesi boşanmayı kabul etmez)...
Türkiye-ABD ilişkilerinin böyle olmasının çeşitli nedenleri var. İki taraf da birbirlerinden vazgeçmiyor, birbirinden kopmak istemiyor. İki taraf da, bu beraberliğin zaman zaman çıkan sürtüşmelere rağmen çıkarlarının icabı olduğunu ve ikisinin de birbirlerine
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun TBMM Dışişleri Komisyonu’nda, muhalefetin ısrarlarına rağmen, Ermenistan’la imzalanan protokollerin geri çekilmeyeceğini açıklaması şunu gösteriyor: 1) Hükümet Erivan ile ilişkileri normalleştirmeyi amaçlayan bu protokolleri, bütün zorluklara rağmen, yaşatmak konusunda kararlı. 2) Bu kararlılık, en azından bu aşamada soykırım tasarılarının ABD ve İsveç’te kabul edilmesinden etkilenmiyor. Yani Türkiye buna tepki olarak protokolleri yırtıp atmıyor.
Bizce bu akılcı bir davranıştır. Ankara protokolleri geri çekmekle, bu mutabakatın mutlaka hayata geçirilmesini isteyen (ABD’den Rusya’ya kadar) uluslararası camianın şimşeklerini üstüne çekmiş olacak ve tarihi bir fırsatın kaçırılmasının sorumlusu sayılacaktı. Tabii bundan da, soykırım kampanyasını yürüten Ermeni diasporasındaki militanlar kazançlı çıkacaktı.
Böyle bir davranışın diğer olumsuz bir sonucu da, Türkiye’nin Yukarı Karabağ sorunun çözümü için giriştiği çabalarda elindeki önemli bir kozu kaybetmesi olurdu. Ankara protokollerin onayını fiilen Karabağ meselesinde ilerleme kaydedilmesi şartına bağlamış bulunuyor. Türk diplomasisi Azerbaycan’ın lehinde bir sonuç alabilmek için, Minsk Grubu’nu
Geçenlerde yazdığımız bir yazıda mart ayının Türk dış politikası açısından kritik bir ay olacağını, özellikle Ermeni ve Kıbrıs sorunları yüzünden dış ilişkilerde ciddi sıkıntılar ortaya çıkabileceğini belirtmiştik. O yazıda vurguladığımız bir husus da, bu sorunlar yüzünden dost ve müttefik ülkelerle ciddi bir kriz yaşanması ve bunun da Türk dış politikasının rotasında bir sapmaya yol açması tehlikesiydi...
Türkiye’nin şu sırada Ermeni tasarıları nedeniyle ABD ve İsveç ile ilişkileri gerçekten hassas bir aşamaya girmiş bulunuyor. Hükümet Büyükelçi’yi geri çekmek, ziyaretleri iptal etmek gibi tepkilerle, bu ülkelerle bir “kontrollü gerilim politikası” izliyor. Bunun iç politika açısından popülist boyutu bir yana, güdülen diplomatik amaç Ermeni tasarısını kabul eden parlamenterlere bir “ders” vermek ve ilgili hükümetleri buna karşı net bir tavır almaya zorlamaktır.
İsveç olayında bu bir ölçüde sağlandı; İsveç hükümeti parlamentonun kararına bizzat tepki gösterdi. Ama Stockholm Büyükelçimiz hâlâ Ankara’da tutuluyor ve Başbakan’ın daha önce planlanan İsveç ziyareti gerçekleşmiyor...
ABD’ye karşı tepki ise, baştaki gibi aynı dozajda sürüyor. Bunun “uyarıcı” bir etki yapması, şimdiye