TÜRKİYE’deki son gelişmeler karşısında dış dünyanın kafası gene bir hayli karışık.
Bu kez kafa karışıklığına yol açan olay, tam da Yargıtay Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’nde AKP’yi kapatma davasıyla ilgili sözlü mütalaasını yapmaya hazırlandığı bir sırada, Ergenekon soruşturması kapsamında aralarında emekli paşaların da bulunduğu birçok tanınmış kişinin gözaltına alınmasıdır.
Türkiye’de herkes gibi, yabancı diplomatlar ve Türkiye’deki olayları yakından izleyen dış çevreler, bu beklenmedik olayın nedenlerini anlamakta zorluk çekiyorlar.
Bir diplomatın deyişiyle “bu yeni operasyonun anlamı ile ilgili akla gelen pek çok soru var; ama çoğu sorunun cevapları yok”.
Bununla beraber, gerek yabancı diplomatik çevrelerde, gerekse dış basında yapılan değerlendirmelerde, bazı ilginç tespitler ortaya çıkıyor.
“Karşı darbe” mi?
AVRUPA Futbol Şampiyonası, üç hafta süren büyük heyecanıyla birlikte, artık geride kaldı; ama karşılaşmaların “teknik” yönlerinin yanı sıra, “siyasal” özellikleri hâlâ tartışılıyor.
Bu üç hafta boyunca, sadece Türkiye’nin değil, çoğu Avrupa ülkesinin dikkati Euro 2008’e odaklandı, sabah akşam hep maçlar konuşuldu, yükselen enflasyon, artan işsizlik, yayılan protesto gösterileri, yoğunlaşan sosyal huzursuzluk ve siyasal gerginlik ikinci plana düştü...
Şampiyonluk mücadelesi sadece geniş sporsever kitleleri değil, siyasileri de harekete geçirdi. Özellikle çeyrek finalden itibaren ülke liderleri millilerine moral vermek ve olası zaferin prestijinden pay almak için maçlara koştular. Şeref tribününde, krallar, cumhurbaşkanları, başbakanlar karşılaşmaları birlikte izlediler, birbirlerini sportmence kutladılar...
Euro 2008 bu bakımdan, Avrupa ülkelerinin futbol yoluyla, “rekabet içinde yakınlaşma” örneğini vermiş oldu.
AB takımı!
Avrupa Futbol
EURO 2008 yarı finalinde Türkiye-Almanya karşılaşması gecesi, Berlin’i Soğuk Savaş yıllarında ikiye bölen Brandenburg Kapısı’nın etrafındaki meydan, bir birliktelik tablosu yansıtıyordu.
Meydanı dolduran on binlerce Türk ve Alman, ellerinde Türk ve Alman bayraklarıyla, heyecanlı maçı dev ekranlardan yan yana izliyor, her atakta, her şutta ve her golde, ya sevinçten havalara uçuyor, ya da üzüntüden taş gibi kesiliyordu.
Tabii, maçın sonunda coşanlar Almanlar, üzülenler de Türkler oldu. Ama o heyecan dolu saatler, olaysız, bir dostluk havası içinde noktalandı...
Türklerin yoğun bulunduğu Almanya’nın çeşitli yerlerinde manzara aynıydı.
Tabii ki bu ülkede yaşayan 2.7 milyon Türkün kalbi Türk millileri için atacaktı. Elbet onlar, kökenleri ve kimlikleri nedeniyle, öncelikle Türk takımının kazanmasını isteyeceklerdi. Bu, ikinci vatanları olan Almanya’ya bağlılıklarına karşı bir davranış sayılamazdı...
Nitekim Almanya’nın bu maçı kazanıp finale yükselmesinden sonra, Türkler adeta tek ağızdan
FRANSIZ Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, acaba Senato’nun Türkiye’nin AB üyeliği için referandum şartını koşan anayasa değişikliğini reddetmesinden, gereken dersi alacak mı?
Gerçekten Senato’nun 7’ye karşı 297 oyla aldığı ret kararı, Sarkozy’nin bu konudaki tutumuna indirilen ağır bir darbedir.
Zira bu ezici çoğunluğun içinde, sadece muhalefet partileri değil, bizzat Sarkozy’nin “Halk Hareketi Birliği” (UMP) de yer alıyor. Ayrıca Senato’daki havayı sezen hükümet de bu önerge üzerinde ısrar etmekten vazgeçti, yani sonunda o da çark etti...
Bu, UMP’nin bu meselede bölündüğünü gösteriyor. Aynı partiden Ulusal Meclis’teki milletvekilleri ile Senato’daki temsilciler şimdi karşı karşıya geliyorlar!
Senato’nun ret kararından sonra, tasarıyı tekrar ele alacak olan Meclis nasıl davranacak? Meclis-Senato ortak oturumunda hangi tarafın görüşü ağır basacak?
Bunun sonucunu 21 Temmuz’da göreceğiz.
Senato’da yapılan konuşmalar (ki bunların bir kısmı UMP’lerden gelmiştir),
KESİN tarihi güvenlik nedeniyle açıklanmıyor, ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki ayın başlarında Bağdat’a gideceği sır değil. Ankara’da bu ziyaretle ilgili çalışmalar son aşamasında...
Bu, Saddam rejiminin devrilmesinden beri bir Türk başbakanının Irak’a gerçekleştireceği ilk resmi ziyaret olması açısından, önemli bir gelişme...
Türkiye ile şimdiki Irak rejimi arasındaki üst düzey direkt temaslar daha çok Iraklı liderlerin (Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Başbakan Nuri el Maliki gibi) Ankara’yı ziyaretleriyle sağlandı.
Bu dönemde Türk liderleri (örneğin eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer) bilinen hassasiyetlerden ötürü, Bağdat’a gitmemeyi tercih ettiler. Oysa diğer bölge ülkeleri başkanları -örneğin İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad- Talabani ve El Maliki ile görüşmek için, ABD işgali altındaki Bağdat’a gitmeyi ihmal etmediler.
Bununla beraber, Türk diplomasisi boş durmadı ve yeni Irak rejimi ile çeşitli yollardan temaslarını sürdürdü, bu arada
Geçen cuma gecesi yaşadığımız mucizeyi, yarın akşam da görebilecek miyiz? Türk Milli Takımı bu kez Basel’de Almanları yenmeyi başaracak mı?
Kadro daralmasının yarattığı dezavantaja rağmen, millilerimizin bir mucize daha yaratması ihtimali yok değil. Bunu söyleyen birçok Avrupalı -hatta Alman- var...
Türkiye’yi Euro 08’in yarı finaline taşıyan Viyana’daki başarısı veya şimdi sıkça kullanılan deyimi ile “Türk mucizesi”, işte böyle bir hava yaratmış bulunuyor.
Hoşa giden bir sözcük bu tabii. Dünya bu şekilde Türkiye’nin bilinmeyen yönlerini keşfediyor, beklenmedik bir başarısı karşısında şaşkınlık ve de hayranlık duyuyor.
“Mucize” sözcüğü, ansiklopedilerde “şaşırtan, hayranlık yaratan, olağanüstü bir olay”, “beklenmedik bir durum ya da sonuç” veya “şaşırtan bir rastlantı” diye tanımlanır.
Türk Milli Takımı’nın Hırvatlara karşı son anda elde ettiği zaferde, bu tarifin içindeki bazı unsurlar var tabii. Ama hepsi bu kadar mı? Bu “şaşırtan, beklenmedik
AB’nin Türkiye ile ilişkilerden, kendi geleceği ile ilgili kurumsal reformlara kadar, pek çok konuda kafası karışık...
Bu öteden beri süren bir rahatsızlık. Ama son günlerde bu, iyice nüksetmiş görünüyor.
Bunun nedenini, temel bir faktöre indirgemek mümkün: Avrupa Birliği, aslında gerçek anlamda bir Birlik olamadı.
Gerçekten AB, kendi iç bünyesi ile ilgili sorunlar dahil, birçok konuda, bir türlü tek vücut olamıyor; 27 üye ülkeden -ayrıca Komisyon ve Parlamento gibi organlardan- farklı sesler yükseliyor.
“İrlanda krizi”, AB’nin henüz tam bir siyasi bütünleşme aşamasına gelmediğini, açıkça gözlerin önüne serdi. Daha önceki bir yazımızda da belirttiğimiz gibi, AB içinde “Avrupa kimliği” duygusu tam yerleşmedi. İrlanda’daki halkoylaması, Avrupa’da çoğu ülkenin AB entegrasyonu uğruna kendi egemenliğinden ve ulusal kimliğinden fazla bir fedakârlık yapmaya henüz hazır olmadığını ortaya koydu...
Öbürleri de
TÜRKİYE’nin 13 Temmuz’da Paris’te yapılacak “Akdeniz İçin Birlik” zirvesine katılıp katılmayacağı henüz belli değil. Ankara bu konuyu “değerlendirmeye” devam ediyor ve kesin kararını vermek için bazı “açıklayıcı ve somut veriler” bekliyor...
Fransa’nın ev sahipliği yapacağı bu konferansa, AB’den 27 üyenin ve Akdeniz bölgesinden “Barselona süreci”ne mensup 17 ülkenin çoğu katılacaklarını bildirdi. Bunların arasında bölgeden Suriye ve İsrail de var. Şimdiye kadar daveti resmen reddeden tek ülke Libya...
Bu geniş toplantının amacı, başta Fransa’nın ortaya attığı, daha sonra AB’nin de sahiplendiği “Akdeniz İçin Birlik” girişimini şekillendirmek ve geliştirmektir.
Aslında bu fikir, Nicolas Sarkozy’nin kafasından çıktı. Bu “vizyon” kuşkusuz Fransa’nın Akdeniz bölgesindeki çıkarlarını dikkate alıyor ve nüfuz alanını genişletmeyi hedefliyordu.
Sarkozy konu ile ilgili ilk konuşmalarında bu girişimini, Türkiye’nin AB üyeliğine bir alternatif olarak