Karadağlıların bağımsızlık tutkusu yeni değil. On dokuzuncu yüzyılda bir ara bağımsız yaşadılar da. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Karadağlılar bağımsızlıklarını kaybettiler, ancak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Mareşal Tito'nun kurduğu Yugoslavya Federal Cumhuriyeti içinde geniş bir özerkliğe kavuştular...1990'ların başında Yugoslavya'yı oluşturan federe bölgeler peş peşe bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bunlardan Bosna-Hersek ve Hırvatistan'ın Belgrad yönetiminden ayrılması kanlı bir şekilde (etnik temizlik ve çatışmayla) gerçekleşti.Karadağlılar daha o zaman bağımsızlık istediklerini ilan ettiler. Ancak Belgrad'ın baskısı buna imkân vermedi. Sonunda Sırplar (özellikle AB'nin de devreye girmesiyle) Karadağ'da gevşek bir federal sistemin kurulmasına razı oldular. Varılan anlaşma, 3 yıllık bir geçiş döneminden sonra bağımsızlık üzerinde referandumun yapılmasını da öngördü.Sonuçta halkın yüzde 55.5'i "evet" deyince, Karadağ'ın Sırbistan'dan "boşanması" ve bağımsızlığına kavuşması gerçekleşmiş oldu... KARADAĞ, medeni tarzda bir "boşanma" örneği verdi... Yugoslavya'nın Adriyatik sahillerindeki bu ufak bölgede halk, demokratik ve barışçıl yoldan Sırbistan'dan ayrılmaya ve
Aslında bu seçimler meclis için yapılmıştır. Papadopulos'un partisi DİKO -sandalye sayısını artırdığı halde- mecliste üçüncü durumdadır. Birinci durumda olan parti, geleneksel gücünü (bu kez az oy kaybıyla) sürdüren AKEL'dir. Ancak komünist AKEL, sağcı DİKO'nun iktidar ortağıdır ve Papadopulos'un aktif destekçisidir.Sağ veya sol eğilimli "milliyetçi" partilerin de bu seçimlerde aldığı sonuç hesaba katıldığında, şu tablo ortaya çıkıyor: Yeni meclise Papadopulos'un politikasını destekleyenler hâkim durumdadır. Bu da Rum liderinin gücünü artırmaktadır... Kıbrıs Rum kesimindeki seçimlerin sonucunun anlamı açık: Halkın çoğunluğu Cumhurbaşkanı Tasos Papadopulos'a ve onun izlediği politikalara yoğun destek veriyor. Bu politikanın ne olduğu da açık: Tek kelimeyle "çözümsüzlük"...Papadopulos ve bu seçimlerde başarı kazanan diğer partiler -ve tabii onlara oy verenler- çözümsüzlüğü, örneğin Annan Planı'nın öngördüğü esaslar üzerindeki bir çözüme (yani iki toplumun siyasi eşitliğine dayalı iki kesimli federal sisteme) tercih ediyorlar. Onlar için tek çözüm, iki kesimi ancak çoğunluk-azınlık statüsü içinde birleştirecek bir "üniter devlet" olabilir.Ne var ki, Papadopulos'un özellikle AB
"Ermeni soykırımını inkârı yasaklayan" ve cezalandıran yasa tasarısının Ulusal Meclis'ten geçmemesi, onlar için büyük şok oldu. Meclis Başkanı Jean-Louis Debre'nin oyalama taktikleriyle oylamayı engellemesi, yani sonuçta yasa tasarısının bekledikleri onayı görmemesi, Ermenileri derin düş kırıklığına uğrattı...Buna karşılık sonuç, Türkiye açısından rahatlatıcı... Ama şimdilik... Çünkü bu tasarı meclis oylamasında reddedilmiş, -yani "ölmüş"- değil.Sosyalistler konuyu önümüzdeki sonbaharda yeniden gündeme getirebilirler. Meclisteki bu rauntta Ermenilerin yenilgiye uğramasına sevinsek bile bunun "final" olmadığını dikkate alarak yeni rauntlara hazır olmalıyız... Fransa'daki Ermeni derneklerinin Fransız hükümetine ve Cumhurbaşkanı Chirac'a bu kadar kızmalarına, mecliste taşkınlık yapan bazı Ermeni militanlarının "Fransız olmaktan utanıyoruz" diye bağırmalarına şaşmamak lazım... Fransız meclisindeki son gelişmeden, çıkarılabilecek anlamlı sonuçlar var. Yasa tasarısının saf dışı edilmesi, Fransız hükümetinin ve Cumhurbaşkanı'nın en sonda tavrını ortaya koyması sayesinde mümkün oldu. Özellikle son günlerde iktidardakiler daha önce izledikleri "alçak profil" tavrını bırakıp aktif olarak
Bunun yeni bir örneğiyle karşı karşıyayız. ABD ile Libya, eski düşmanlıklarını geride bırakarak, dostane ilişkiler kurmaya karar verdiler.Bush yönetimi ile Kaddafi rejiminin "barışması" aslında uluslararası ilişkiler açısından ilginç sonuçların çıkarılabileceği bir olay... "ESKİ dost düşman olmaz" derler, ama bu uluslararası ilişkilerde pek geçerli değil. Dost ülkelerin birbirlerine düşman kesildikleri çok görülmüştür. Bunun aksi de doğrudur: Düşman ülkeler pekâlâ -koşullar elverirse- dost oluveriyorlar... Libya, Albay Muammer Kaddafi'nin iktidara gelmesinden sonra, 1970'lerde kendine özgü bir politika izlemeye başladı. O zaman genç "devrimci" başta ABD olmak üzere Batı'ya meydan okumuş, "Üçüncü Dünya"nın liderliğine soyunmuş, şiddete başvuran çeşitli örgütlere destek vermiş, hatta nükleer silah üretimine yönelik bir programı da uygulamaya koymuştu...Kaddafi "ateşli" demeçleriyle, ülkesinde popüler olmuştu, ama izlediği politikayla kendisini giderek uluslararası camiadan izole etmeye de başlamıştı. ABD, 1979'da büyükelçiliğinin ateşe verilmesinden sonra, Libya ile ilişkilerini kesti. 1986'da Berlin'deki diskonun bombalanmasından, 1988'de İskoçya üzerinde Pan Am uçağının, 1989'da
Papadopulos şimdi daha açık konuşuyor ve "üniter devlet"ten başka bir çözümü asla kabul etmeyeceğini söylüyor. Nitekim Fransız "L'Express" dergisine verdiği demeçte, adeta baklayı ağzından çıkararak, Türklerin adada azınlıkta olduklarını hatırlatıyor ve çözümün "tek millet, tek devlet" anlayışına dayalı olması gerektiğini belirtiyor... KIBRIS Rum Cumhurbaşkanı Tasos Papodopulos'un kafasında ve gönlünde ne yattığı öteden beri biliniyor. Onun vizyonu ve hedefi, adada Rum çoğunluğun hâkim olacağı bir "üniter devlet" kurmaktır. Bu nedenle Rum lideri Türklerin ve Rumların eşitliğine dayalı iki bölgeli bir federasyon üzerinde yapılan çeşitli müzakereleri hep yokuşa sürmüş, Annan Planı'na karşı çıkmış ve 2004 referandumunda da halkına "hayır" dedirtmişti. Rum liderinin ortaya koyduğu yeni tavır, aslında 1970'lerden beri devam eden görüşmelerde iki tarafça da kabul edilen temel ilke ve parametreleri de bir yana itiyor. 1977 ve 1979 yıllarında varılan anlaşmalarda öngörülen iki bölgeli, iki kesimli federal sistem, 30 yıldır devam edegelen tüm müzakerelerde esas alınıyordu. Şimdi Papadopulos'un bu ilkelere karşı çıkması ve Rum hâkimiyetindeki bir üniter devletten söz etmesi, bu süreci
Bu, yüz bin Ermeninin yaşadığı ve lobicilerin yoğun bir faaliyet içinde olduğu Kanada'da, Ermeni soykırım iddiaları lehindeki ilk gelişme değil. İki yıl önce Kanada Parlamentosu bu yönde bir karar suretini kabul etmişti. Bunda o zaman Stephen Harper'in başında bulunduğu muhalefetteki Muhafazakâr Parti'nin büyük rolü olmuştu.Bu yılın başında yapılan seçimleri Muhafazakârlar kazanınca Ermeni lobisi yeni hükümeti parlamentonun kararını benimsemesi için sıkıştırmaya başladı. Başbakan Harper muhalefetteki tavrını sürdürmek zorunluğunu hissedip soykırım iddialarını kabul eden basın bildirisini yayımladı.Böylece Kanada'da Ermeni iddialarına destek, sadece parlamentonun değil, hükümetin de tavrı olarak kayıtlara geçmiş oldu. Kanada Başbakanı Stephen Harper 24 Nisan'da Ermeni soykırımı iddiasını destekleyen açıklamasını yaptığında, kendi kamuoyu bunun farkında bile değildi. Kanada medyası, ancak Türkiye'nin Ottawa'daki büyükelçisi Aydemir Erman'ı istişarelerde bulunmak üzere Ankara'ya çağırınca olaya yer verdi ve Kanadalılar o zaman Başbakan Harper'in böyle bir beyanda bulunduğunu öğrenmiş oldu... Bu konuda Kanada ile Fransa'nın tutumları arasında bazı farklar var. Örneğin Fransa'da
AB'nin mutat siyasi sorunlarını bir an için bir yana bırakarak ilk kez bir futbol maçı düzenlemesi, önemli bir "hayır işi" ile ilgili. Amaç, Romanya'daki sokak çocuklarına yardım sağlamak. Nitekim bu maçtan elde edilen 100 bin euro, Romanya'nın "çocuklar dramı"nı çözümlemesi için harcanacak.Kuşkusuz TV ekranlarından Viyana'daki maçı izleyenlerin dikkatleri, daha çok karşılaşmaya katılan liderlerin "sportif" yetenekleri ve performansı üzerinde toplandı. Maçta hüküm süren dostluk ve beraberlik havası da kuşkusuz herkesi etkiledi.Bu etkinliğin düzenlenmesine asıl neden olan olay -yani Romanya'daki kimsesiz çocukların durumu- o anda pek hatıra gelmemiş olabilir. Sahi, "AB maçı" vesilesiyle gündeme getirilmek istenen bu sorun nedir? AB üyesi ve aday ülkelerin liderlerini, alışılagelen ciddiyetten farklı bir ortam içinde, Viyana'daki bir kapalı salonda futbol oynarken izlemek gerçekten keyif vericiydi... Avrupa Birliği'nin bu spor gösterisinde Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın 2, Teknik Direktör Fatih Terim'in de 3 gol atarak "beyazlar"ın takımını galibiyete taşıması da ayrıca bizler için oldukça sevindiriciydi... Romanya'daki çocukların dramıyla ilgili görüntüler zaman zaman dünya
Bir an için bu tartışmaları bir yana bırakıp bu yasa girişiminin siyasal amaç ve sonuçları üzerinde duralım. Böyle bir analiz, aslında ilgili tarafların hiçbirine fazla bir yarar sağlamayacağını, aksine zarar vereceğini ortaya koyuyor. FRANSA Ulusal Meclisi'nin "Ermeni soykırımını inkârı suç sayan" yasa tasarısı konusunda söylenecek çok şey var. Fransa gibi "özgürlükçü" bir ülkede, parlamentonun böyle bir yasayla "yasakçı" davranması doğru mudur? Fransız politikacılarının "Ermeni soykırımı" iddiasını aynen benimseyip karşı görüşü ifade etmek isteyenleri büyük bir suç işlemişler gibi cezalandırmaya hakkı var mı? Bu tasarının hazırlanmasında ve meclise sunulmasında Fransa'daki Ermeni lobisinin "yönlendirici rol" oynadığı açık. Ermeni diasporası, Avrupa ve Amerika kıtalarının çeşitli ülkelerinde bu tür çabalarında başarılı oluyor, yani soykırımla ilgili kampanyalarını o ülkelerin siyasetine sokabiliyor, bölgesel veya ulusal meclislerinden destekleyici kararlar veya yasalar çıkartabiliyor. Fransa'da da 2001'de bu şekilde Ermeni soykırımını kabul eden bir yasa çıkmıştı.Bu seferki girişim, benzeri yasaların da ötesinde, "inkârı cezalandırma" unsurunu içeriyor. Bundan Ermeni lobisinin