Gerçekten bundan sonra İsrail'de ne olacağı, politikalarının ne yön alacağı, daha çok ikinci soruya verilecek cevaba bağlı.Şu satırların yazıldığı sırada hastanede ölüm-kalım savaşı vermekte olan Başbakan Ariel Şaron'un hayatta kalması halinde dahi, artık siyasi kariyerinin son bulduğu açık. Yani Şaron dönemini bitmiş saymak gerekir.Hastalığından önce, 77 yaşındaki Şaron'un ve yeni kurduğu "Kadima" (İleri) adlı partinin ve de İsrail siyasetinin geleceği hakkında yapılan tahminler umut verici idi: Kamuoyu araştırmalarına göre 28 Mart'ta yapılacak seçimlerden "Kadima" birinci parti olarak çıkacak, Ariel Şaron (muhtemelen İşçi Partisi ile bir koalisyonun başında) başbakan olacak ve tekrar barış sürecine dönerek Gazze'den sonra Batı Şeria'dan (kısmen de olsa) çekilme politikasını uygulamaya koyacaktı...Şimdi "Şaron'suz Kadima"nın seçimlerdeki şansı ne? Daha da önemlisi, "Şaron'suz İsrail" özellikle barış süreci konusunda nasıl bir politika izleyecek?* * *İSRAİL -ve Ortadoğu- için bir belirsizlik dönemi başlıyor. Bunun seçimlere, yani mart ayı sonuna kadar, devam edeceği kesin. Ondan sonrası ise, seçimlerden çıkacak olan sonuca bağlı.Dün görüştüğümüz bir İsrailli diplomatın deyişiyle,
Türkiye böylece yeni bir Ortadoğu inisiyatifinde ilk adımı atıyordu. Amaç, Gazze'nin Erez mevkiinde üçlü işbirliğiyle bir organize sanayi bölgesinin kurulması projesini gerçekleştirmekti.Proje daha sonra haziranda Kudüs'te yapılan ikinci "Forum" toplantısı ve TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun yürüttüğü yoğun çalışmalar sonunda, biraz daha olgunlaştı... Ve nihayet Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün dün başlayan Filistin-İsrail ziyaretiyle proje uygulama aşamasına girdi.* * *GÜL'ün dün Ramallah'ta Filistin Dışişleri Bakanı Nasr el Kıdva ile imzaladığı ve bugün Kudüs'te İsrailli meslektaşı Silvan Şalomile imzalayacağı Mutabakat Protokolü, sıradan bir ekonomik işbirliği anlaşması değil. Bu, aynı zamanda bir siyasal yakınlaşma girişimidir. Bu bağlamda Türk yetkililer, "Erez projesi"ni, "Barış İçin Sanayi" olarak nitelendirmekte haklılar...Temelde proje, Erez'de bir "Filistin Serbest Sanayi Bölgesi" kurmayı öngörüyor. Yaklaşık 50 milyon dolara mal olacak bu proje sayesinde, bu bölgede sanayi tesisleri kurulacak ve 7-8 bin Filistinliye iş sağlanacak. Projenin yaşama geçirilmesinde Türk ve İsrail firmaları Filistinlilerle birlikte çalışacak. Üretilen mallar gümrüksüz olarak ABD, AB ve
Ne var ki, Putin yönetiminin kararında anormal görünen hususlar var. Birincisi, talep edilen "fahiş fiyat"la ilgili. (50 dolardan 230 dolara)... "Piyasa ekonomisi buna müsait diye düşünülebilir; ama ticarette de bir "olabilirlik" mantığı vardır...İkincisi, bütün göstergeler, Moskova'nın bu çıkışı sadece "ticari" değil, daha çok "siyasi" amaçlarla yaptığını gösteriyor. Putin'in bu davranışında, Ukrayna'yı Rus nüfuz alanından çıkarıp, Batı'ya bağlamaya yeltenen "Turuncu Devrim"in lideri Viktor Yuşçenko'ya karşı duyduğu gazabın izlerini görmemek olanaksız. Zamanlama dahi bunu doğruluyor: Karakışın ortasında, ve (mart ayı için planlanan) seçimlerin öncesinde... "Ya bu fiyatı ödersiniz, veya bunun ekonomik ve siyasal sonuçlarına katlanırsınız" demek için bundan daha uygun bir fırsat olabilir mi?..* * *SERBEST piyasa ekonomisi kurallarına ayak uyduran Rusya, petrol gibi fiyatları artan doğalgaz ihracatında "zamlar"ı özellikle stratejik çıkarlarını dikkate alarak yapıyor. Zengin Batı Avrupa ülkelerine gazı pahalıya satıyor. Eski "peyk" ülkelere ise, kendisine bağlılık derecesine göre bir fiyat biçiyor. Örneğin kendisine yakın saydığı Belarus'a 47 dolardan, Ermenistan'a 54 dolardan gaz
Bu sabahın mahmurluğu içinde unuttunuz ise hatırlatayım: Size dünyada ve Türk dış politikasında neler olabileceğini sormuş, yanıtları işaretledikten sonra bugün kaç puan tutturduğunuzu hesaplamanızı önermiştim.Benim "skor"um şöyle: "Genel Dünya" ile ilgili 10 sorudan 6'sını, "Dış Politika" bölümündeki 5 sorudan da 3'ünü doğru bildim. (Doğrusu 2005 puanlarım pek iyi değil)...Ya sizin durumunuz ne? (Kupürü saklamadınızsa, canınız sağ olsun... Bu yılkini herhalde unutmazsınız)...İşte size 2006 "test"i...*** GERİDE bıraktığımız 2005 yılının ilk gününde size her yılbaşı sunduğum "test" listesini kesip saklamış mıydınız? 1- Irak'ın hali ne olacak?a) Bölünecek.b) Nispeten istikrara kavuşacak.c) İç savaş çıkacak.2- İran'da neler beklenebilir?a) Rejim sertleşecek.b) Saldırıya uğrayacak.c) Nükleer programdan vazgeçecek.3- ABD'de Bush ne yapacak?a) Politikasını değiştirecek.b) Hiçbir değişiklik olmayacak.c) Çekilmeye zorlanacak.4- AB'yi neler bekliyor?a) Kriz ve çözülme.b) Güçlü birlik.c) İniş-çıkış.5- İsrail'in yeni başbakanı?a) Ariel Şaron.b) Binyamin Netanyahu.c) Amir Peretz.6- El Kaide ne yapacak?a) Yer yer yeni eylemler.b) Yok olacak.c) Bin Ladin yakalanacak.7- Azerbaycan'ı neler
Benim bu soruya yanıtım "evet"tir.Tabii "iyi" derken bu, Türkiye'nin dış ilişkilerinde yıl boyunca her şeyin yolunda gittiği, bütün beklentilerin yerine geldiği anlamına gelmiyor.Ancak bu değerlendirmeyi yaparken, 365 güne yayılmış bir süre içinde, belli başlı gelişmelerle ilgili performansı dikkate almak lazım. Yani doğru bir sonuç çıkarabilmek için, "büyük resme" bakmalı...Bu açıdan, 2005'te Türk diplomasisinin "aktifi"ne kaydedilebilecek bir dizi olumlu gelişme var.* * *TÜRKİYE'nin dış politikasına egemen olan başlıca konuları kısaca gözden geçirelim: SONA ermekte olan 2005 senesini, Türkiye'nin dış politikası açısından "iyi bir yıl" sayabilir miyiz? Ankara AB ile bütünleşme vizyonunu gerçekleştirmek için büyük çaba harcadı. AB'nin çetin pazarlıklardan sonra 3 Ekim'de Türkiye ile üyelik müzakerelerini başlatmaya karar vermesi, tarihi bir dönüm noktası oluşturuyor. Bu kararın metni, çeşitli yorumlara müsait olmakla beraber, önemli olan Türkiye'nin bu katılım sürecine girmiş olmasıdır. Bunun değeri, tersine bir karar verilmesi halinde bunun Türkiye için yaratacağı olumsuzluklar hesaba katılınca, daha iyi anlaşılabilir... AB İLE BÜTÜNLEŞME 2005 herhalde Türk-Amerikan ilişkilerinin
Son zamanlarda İran'ı dünya aktüalitesinde öne çıkaran birçok gelişme var: Yeni Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın konuşmalarında sürekli İsrail'e saldırmasından, içeride rejimin mengenelerini sıkmasına (son örnek: Radyo yayınlarında Batı müziğinin yasaklanması) ve tabii nükleer program konusunda uluslararası camiaya meydan okuyan sert çıkışlarına varıncaya kadar...Aslında dünya molla rejiminin içeride radikal kararlar almasına pek ses çıkarmıyor, Cumhurbaşkanı'nın İsrail ile ilgili laflarını da fazla ciddiye almıyor; ama iş nükleer programa gelince açıkçası bundan büyük kaygı duyuyor ve Tahran üzerinde baskılarını yoğunlaştırıyor.* * *ŞU sırada İran'ın nükleer programını durdurması veya başka koşullarla sürdürmesi konusunda, uluslararası bir konsensüs var. Bir bakıma bu, İran'ın zenginleştirilmiş uranyum çalışmalarına giriştiği takdirde, sonuçta atom bombası üretecek duruma geleceği (tahminlere göre 1-3 yıl içinde) görüşünün yaygın olduğunu gösteriyor.Gerçi İranlı liderler böyle bir niyetleri olmadığını, bu çalışmaları sadece enerji üretmek amacıyla yürüttüklerini söylüyorlar. Ancak uluslararası toplumda duyulan şüphelerin önemli bir nedeni, bu ülkenin uzun bir süre bu yöndeki
Evet, AİHM'nin kararı Türkiye lehinde ve rahatlatıcı bazı unsurlar içeriyor. Örneğin Avrupa mahkemesi bu kez Türkiye'den tazminat istemiyor. (Bu bakımdan Loizidu davasından farklı)... Ayrıca Arestis'in şikâyet ve talebinin, "zararın giderilmesi için çare bulunması" amacıyla, KKTC'de kurulacak bir "mekanizma" tarafından belirlenmesi ve uygulamaya konması için toplam 6 aylık bir mühlet veriliyor. Bu, bir bakıma davanın KKTC'deki "iç hukuk sistemi"ne sunulması (ve dolayısıyla bu sistemin tanınması) anlamına da geliyor.Bunların hepsi iyi; ama madalyonun bir de öbür yüzüne bakmalı. AİHM, kararında Türkiye'yi evi Maraş'ta bulunan Rum kadının mülkiyet hakkını ihlal etmekle suçluyor. Ancak mahkeme, kendi hüküm vermektense, Türk tarafını "zararın giderilmesi" için "çare bulmaya" davet ediyor. Eğer KKTC'deki "mekanizma" tazminat ve hakkın iadesi konusunda "tatminkâr" bir karar alırsa, ne âlâ. (O zaman da Türkiye'nin bu kararı uygulaması gerekecek). Aksi halde, Rum kadın (ve onun gibi sırada bekleyen 1400 Rum daha) gene AİHM'ye başvuracak...* * *AİHM'nin bu davada esnek bir tavır alması ve Türk tarafına bir şans tanıması olumlu bir gelişme. Ama bunu KKTC'nin "fiilen tanıdığı" ve hele karşı
Geçen günkü yazımızda belirttiğimiz gibi, yeni parlamentodaki güç dengeleri aşağı yukarı belli: Şiilerin oluşturduğu "ittifak" mecliste birinci durumda. Ancak radikal dinci ağırlıklı gurubun tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu yok... Önceki güne kadar alınan sonuçlar Kürt listesini, Sünni ittifakın az farkla önünde gösterirken, son haberler bunun tersine işaret ediyor. Yani Sünniler ikinci, Kürtler üçüncü durumda... Büyük umutlar bağlanan eski Başbakan İyad Allavi'nin laik ve Batı yanlısı grubu ise mecliste zayıf bir şekilde temsil edilecek...Bunun anlamı şu: 1. Şiiler şimdi belirleyici mevkideler. 2. Radikal dinciler mecliste güçlü bir blok oluşturuyor. 3. Boykottan vazgeçen Sünniler en az nüfusları oranında bir temsil kabiliyetine sahip oldular. 4. Kürtler daha önceki geçici meclisteki kadar olmasa bile, gene de etkin durumdalar...***Bu tabloya göre akla Türkiye'yi de yakından ilgilendiren bir dizi soru geliyor: Bu parlamentodan nasıl bir hükümet çıkacak? Bu durumda Irak'ın toprak bütünlüğü devam edecek mi, yoksa ülke kaosa sürüklenip bölünecek mi? Türk Dışişleri yetkililerinin umudu, Irak'ın birleşik devlet niteliğini koruyacağı, yeni parlamentonun referandumda onaylanan