Bu tartışmalarda, bazen başka ülkelerdeki durum örnek gösteriliyor.Kuşkusuz çeşitli ülkelerin demografik yapısı, tarihi, coğrafyası, kültürü farklı olduğu için, "kimlik" konusunda belirli bir "model"den söz etmek mümkün değil.Örneğin Başbakan'ın şu sırada ziyaret etmekte olduğu Avustralya, kendine özgü şartlar nedeniyle, "kimlik" açısından farklı bir örnek oluşturuyor.1996'da Avustralya'ya yaptığım bir inceleme gezisinden sonra "Milliyet'te yayımlanan yazılarımın biri" işte bu "kimlik"le ilgiliydi. (24 Mayıs 1996). "Mozaik Kimlik" başlıklı bu yazının bazı kısımlarını, Başbakan'ın halen ziyaret ettiği bu ülkenin özelliklerini tanıtmak için aşağıda sunuyorum.* * *AVUSTRALYALI kimdir?Bunun yanıtı basit: Avustralya'da yaşayan herkes.Peki, Avustralya'nın kimliği nedir? Avustralyalı kendisini ne hisseder?İşte bunun yanıtı zor.Bu konuda uzman olan Etnik Toplumlar Konseyi Başkanı Alan Simikoff'a bu soruyu yönelttiğimde, karşılığı şöyle oldu:- Bu soruyu iki Avustralyalıya sorun. Üç ayrı cevap alacaksınız!Biz de şoföründen tüccarına, memurundan öğrencisine kadar çeşitli insanlara bu soruyu sorduk ve gerçekten farklı yanıtlar aldık.Kimi "Önce Avustralyalıyım, ama..." dedi ve hemen ardından
Bu toplantıdan sonra umutlar artmış bulunuyor. Bunun nedenleri: Irak'taki Sünnileri temsil eden belli başlı bütün grupların, ayrıca önemli aşiretlerin liderleri, İstanbul'daki görüşmelerde, 15 Aralık seçimlerine katılma kararında birleştiler. Her ne kadar bu toplantılarda öne çıkan isim Irak İslam Partisi Genel Sekreteri Tarık el Haşimi ise de, diğer grupların ileri gelenlerinin bu kararı desteklemesi, bunun "geniş tabana" yayılması şansını artırıyor. Çeşitli eğilimli Sünni grular, geçen ocakta yapılan seçimlerin "boykot" edilmesinin bir hata olduğunu fark ettiler. Kendi haklarını aramak isteyen Sünni liderler, bunu ancak Irak'ın yeni yapılanması sürecine katılmakla sağlayabilecekleri sonucuna vardılar. Son zamanlarda Şii militanların Sünni şahsiyetleri, hatta camileri hedef alan saldırıları karşısında, Sünni liderler ortak bir strateji üzerinde birleşmek gereğini duydular. Irak'ta Şiilerin giderek güçlenmesi, bunun da İran'a nüfuzunu yayma fırsatını vermesi, bir yandan Sünnileri, diğer yandan ABD'yi de kaygılandırmış bulunuyor. ABD şimdi Irak mozaiğindeki dengelere daha büyük özen göstermek ihtiyacını duyuyor... * * *İŞTE bütün bu faktörler "İstanbul girişimi" için müsait bir
Aslında bu uzun sürecin bir "finali" olacak ve önümüzdeki çarşamba günü meclisin 454 sandalyesinin kesin dağılımı, "beraberliğe kalan" adaylar arasındaki "son mücadele"den sonra belirlenecek.Ancak şimdiye kadar ilan edilen sonuçlar, "Müslüman Kardeşler"in büyük bir başarı kazandıklarını gösteriyor. Yasadışı sayılan bu İslami örgütle bağlantılı "bağımsız" adaylar ilk iki turda 76 sandalyeyi garantilediler. Önceki günkü üçüncü turda da aynı kesimden 35 aday "7 Aralık finali"ne kalmış durumda. Gözlemciler böylece "Müslüman Kardeşler"in yeni meclisteki varlığını 5 yıl önceki seçimlere oranla 5'e katladığını belirtiyorlar. Mısır'da 9 Kasım'da başlayan üç aşamalı seçim sürecinin son turunun da gerçekleşmesiyle, yeni meclisin -ve dolayısıyla ülkenin siyasi tablosunun- ana hatları ortaya çıktı. Bunun anlamı, bir yandan "Müslüman Kardeşler"in, hâlâ legal bir statüleri olmadığı halde, Mısır'ın siyasal yaşamında artık hissedilir bir güce eriştiği, diğer yandan da gerek Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in lideri bulunduğu "Ulusal Demokrasi Partisi" iktidarının, gerekse laik eğilimli partilerin oluşturduğu muhalefet grubunun ("Değişim İçin Ulusal Cephe") ciddi bir destek kaybına
Hafta başında Başbakan Erdoğan'ın Şansölye Angela Merkel ile Barcelona'da yaptığı görüşmeyle ilgili açıklamalar, yeni Alman liderinin tavrının daha çok olumlu yönünü yansıtıyordu. Dün ise Merkel, Alman Meclisi'ndeki ilk konuşmasında Türkiye-AB ilişkilerine eski yaklaşımını sergiledi. Aslında Merkel'in şimdi Bundestag'da söyledikleri, daha önce CDU lideri olarak çeşitli forumlarda ifade ettiği görüşlerden farklı değil.Zaten daha işin başında Merkel'in görüşlerinde bir değişiklik beklenemezdi. Önemli olan bu görüşlerin müzakere süreci içinde, Alman hükümetinin davranışlarına yön verip vermeyeceğidir. Onun için şimdiden telaşlanmaya gerek yok...* * *DÜN AB'de yapılan bir kamuoyunun sonuçlarına ilişkin haber de cesaret kırıcı. Bu ankete göre, özellikle Almanya ve Fransa'da Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkanların oranında artış var. Almanya'da "hayır" diyenler yüzde 61, "evet" diyenler ise yüzde 33. Bu oranlar Fransa'da yüzde 57 (hayır) ve yüzde 36 (evet). AB genelinde Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanlar yüzde 46, destek verenler ise yüzde 40...Bu anketi yapanların değerlendirmesine göre, Türkiye'nin üyeliğine muhalefetin başlıca nedeni, çok sayıda Avrupalının "AB'nin genişlemesine
İki ayrı istikametten gelip bir ortak noktada buluşan Türk ve Rum katılımcılar pankartlar ve sloganlarla beraberliği seslendirdiler, birlikte şarkı söylediler, dans ettiler..."Gençliğin Barış İçin Buluşması" (YEP) hareketinin Rum Başkanı Nikos Anastasiu, yaptığı konuşmada, "iki toplum arasında köprülerin kurulması için" çalışacaklarını ve buna hiçbir gücün engel olamayacağını söyledi.Bu sözlerin Lefkoşa'da iki toplumu birbirinden ayıran bir duvarın yıkıldığı ve karşılıklı geçişleri kolaylaştıracak bir köprünün kurulmasına çalışıldığı bir sırada söylenmiş olması, ilginç bir rastlantı.Ama ne yazık ki, bu girişimlere karşı gösterilen "engelleyici" tepkiler, Kıbrıs'ın "birleştirici" köprülerin kurulmasında çok zorlandığını ortaya koyuyor...***GEÇEN perşembe gecesi Lefkoşa'nın ana merkezlerinden birini ayıran Lokmacı mevkiinde, bir grup Türk askeri, buldozerlerle burada ta 1963 olaylarından beri duran barikatı yıktı. Amaç böylece Ledra Caddesi'ni açmak ve yayalar için bir üst geçit kurmaktı.Duvarın yıkılmasıyla birlikte bu köprünün kurulması, bölünmüş Lefkoşa'nın iki kesimi arasında gidiş-gelişleri kolaylaştıracak bir geçiş noktası açmış olacaktı... Daha da önemlisi, bu olay iki toplum
Birincisinden İslam dünyası ile Batı arasında yeni bir anlayışın sağlanması konusunda kulağa hoş gelen bazı mesajlar çıktı; ama anlaşmazlıkların hâlâ engel olarak ortada durduğu da açıkça hissedildi...İkincisinden de yuvarlak laflarla bir genel mutabakat çıktı; ama gerçekte "Akdeniz'in iki yakası" arasındaki ayrılığın hâlâ derin olduğu açıkça belli oldu...* * *MALLORCA adasındaki toplantı, bundan bir yıl önce İspanya Başbakanı Zapatero'nun iş başına geçmesinden sonra ortaya attığı bir fikrin ürünüdür. Bu fikir, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da aktif katkısı ve uluslararası camianın desteği ile bir projeye dönüştürüldü. Amaç, farklı kültür, din ve ırklara mensup ulusların önyargıları ve düşmanlıkları aşmalarını ve ortak değerler etrafında birleşmelerini sağlamaktır.Bunun harika bir fikir olduğunu herkes kabul eder de, iş bunu gerçekleştirmeye gelince, bir sürü zorluk ve engel derhal kendini belli eder. Böyle bir birlik ve uyumu, bırakın farklı ırk, din ve kültürlere mensup milletleri, birçok ülke kendi sınırları içinde dahi uygulamakta zorlanıyor...Mallorca'da ele alınan proje için "ittifak" gibi iddialı bir hedefin gösterilmesi belki aceleci bir davranış olmuştur. Hele medeniyet ve
Muhabirimiz Namık Durukan'ın Erbil'den verdiği habere göre, Güneydoğu'da ÖSS'de başarılı olamayan bazı öğrenciler, Kuzey Irak'taki üniversitelerde, Kürt yönetiminin sağladığı burslarla okumak imkânını buluyorlar. Halen Erbil'deki Selahhaddin Üniversitesi dahil, Kuzey Irak'taki üniversitelerde Türkiye'den giden 250 kadar öğrenci, çeşitli dallarda eğitim görüyor...Bu, Mesud Barzani'nin başkanlığındaki bölgesel Kürt yönetiminin kendi varlığını pekiştirme ve dışa gösterme bağlamında son zamanlarda hayata geçirdiği girişimlerden biri.Barzani'nin siyasal açılımlarının yanı sıra (Başkan Bush, Başbakan Blair ve Papa ile görüşmeleri dahil) yönetimin ekonomiden eğitime kadar birçok alanda da önemli adımlar attığını görüyoruz. Örneğin Kürt yetkililer, bölgeye yabancı yatırımcıların gelmesi için büyük çaba harcıyor. Tarımdan turizme ve inşaata kadar, çeşitli sektörler dışa açılıyor ve ilgi görmeye başlıyor...***KUZEY Irak'taki üniversitelerin Türkiye'den öğrenci "çekmesi", aslında üstünde ciddi şekilde düşünmemiz gereken bir konudur. Belli ki Barzani yönetimi, Kuzey Irak'ı çeşitli alanlarda bir "cazibe merkezi" haline getirmek niyetinde ve çabasındadır.Oysa, Ankara Güneydoğu'yu çok daha geniş
Resmi ağızların kelime cambazlığı ile gerçeği gizleme çabaları fazla sürmedi. Sonunda Danimarka Başbakanı Rasmussen bizzat haberi doğruladı. Dün görüştüğümüz bir Danimarkalı diplomat da, ABD'nin Kopenhag'a bu konuda bir değil, üst üste iki mektup gönderdiğini açıkladı...* * *DANİMARKA makamlarının alacağı kararda, ABD "inisiyatifi"nin ne kadar etkili olacağı konusu bir yana, "Roj TV meselesi", Ankara ile Kopenhag arasında bir "frekans farkı"nın bulunduğunu ortaya koyuyor. Hatta bu frekans farkının sadece Danimarka ile değil, diğer bazı Avrupa ülkeleri ile de mevcut olduğunu görüyoruz. Örneğin daha önceki gün, AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu toplantısında Roj TV temsilcisinin katılmasına izin verilmesi, Ankara ile Brüksel arasında tatsız tartışmalara yol açtı...Danimarkalı diplomatın belirttiği gibi, Türkiye'nin Roj TV yayınları ile ilgili olarak Danimarka'nın ve genelde Avrupa'nın önüne getirdiği olay ve talep, onlara "yabancı" gelen bir meseledir.Gerçekten Danimarkalılar "ifade özgürlüğü" konusunda çok hassastırlar. Yabancı bir TV kanalının, müttefik bir ülke olarak Türkiye'yi çok rahatsız eden yayınlar yapmasını dahi bu "özgürlük açısından" değerlendiriyorlar.Ama meselenin