Fransa'da "hayır"ın faturası öncelikle Chirac yönetimine, hükümete, merzez-sağ partilere, Sosyalistlere çıkıyor. Şimdi Fransız siyasetçileri, "sessiz ve derinden" değişen ve sandık başında bir "devrim" gerçekleştiren topluma kulak vermek ve ona göre kendilerine yeni bir çekidüzen vermek zorundalar. Fransa için şimdi sancılı bir dönem başlıyor.* * *Fransızlar "hayır" demekle kurucusu oldukları AB'ye ve kendilerinden birinin (Giscard d'Estaing'in) mimarı sayıldığı AB Anayasası'na ağır bir darbe indirdiler.AB çevrelerinde çok açık ifade edilmemekle beraber, Fransız "hayır"ının, 5 yıl süren bir çalışma ve karşılıklı uzlaşı sonucu üretilen 448 maddelik AB Anayasası'nın artık "ölü" sayılması gerektiği kanaati hâkim. Yarın Hollanda'daki referandumdan çıkması beklenen "hayır" da, "tabuta bir çivi daha çakacak" gibi görünüyor!AB içinde önemli kararlar oybirliği ile alındığı için, 25 üyeden birinin "hayır" demesi, anayasa ile ilgili antlaşmayı rafa kaldırmaya yetiyor. Antlaşmaya eklenen bir maddeye göre, böyle bir durumda AB Konseyi (zirve toplantısı), ne yapılması gerektiğini görüşür.Dolayısıyla, Fransa ve Hollanda'nın kararı 16-17 Haziran'da yapılması öngörülen zirvede ele alınacak ve bir
Fransızların sonuçta AB Anayasası'nı reddedecekleri varsayımından hareket ederek, şimdiden bir dizi soru akla geliyor: Neden "hayır" veya kime, neye karşı "hayır"?.. Bu sonuç AB'yi ne kadar sarsar?.. Birlik bölünür, hatta dağılır mı?.. Bu durum Türkiye'nin üyelik perspektifini nasıl etkiler?..* * *REFERANDUMDA oylanması istenen, AB Anayasası olduğu halde, Fransa'da haftalardan beri süren tartışmalarda, halkın ilgisinin bu yeni belgeden çok, başka konular üzerinde odaklandığı görüldü. Sokaktaki adam kararını, AB Anayasası'nın -anlamakta zorluk çektiği- içeriğine göre değil, Fransa'da halen kendi yaşamını etkileyen ekonomik ve siyasal şartlar ve genelde Cumhurbaşkanı Chirac'ın politikaları karşısındaki duygularına göre veriyor.Halkın oylarını etkileyen bir başka faktör de, bu Anayasa referandumunun politize olması, birçok partinin ideolojik veya siyasal inançlarına göre bir tavır sergilemesidir. Bu bağlamda aşırı sağın ve solun aynı "ret cephesi"nde yer aldıkları, iktidar partisi ile Sosyalistlerin kendi içlerinde bölündükleri (dolayısı ile kendi yandaşlarının kafasını karıştırdıkları) görülüyor.* * *TABİİ kampanya sırasında esas konu olan AB Anayasası'nı ciddi şekilde tartışan
Huntington bu sözleri 17 Aralık zirvesinden hemen sonraki umutlu ortamda söyleseydi, herhalde dikkatleri o kadar çekmeyecekti.Ne ilginçtir ki, "Medeniyetlerin Çatışması" eseri ile dünyaca meşhur olan -ve de fikirleri çok tartışılan- Amerikalı akademisyen, tam da AB'den çatlak seslerin geldiği bir sırada, etkileyici, ama o derecede de moral bozucu bazı tespitler yapıyor.Verdiği mesajlar açık: Avrupalılar sizi istemiyor. Üyeliğinizi engellemek için her şeyi yapacaklar, her türlü bahaneyi öne sürecekler...Huntington bunun esas nedenini (kitabındaki temel görüşlerinin doğrultusunda) din ve kültür farkına bağlıyor...* * *AVRUPA kamuoyunun hatırı sayılır bir kesiminin Huntington'un belirttiği nedenden ötürü, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olduğu bir gerçek.Ancak tek sebep de bu değil. Türkiye'nin geniş nüfusu, Asya'ya doğru uzanan coğrafyası, siyasal ve ekonomik alanlardaki yetersizlikleri ve sorunları da, olumsuz nedenler arasında yer alıyor.Bazı AB ülkelerinde, kamuoyundaki muhalefete veya tereddütlere karşılık, hükümetlerin ve bir kısım siyasi partilerin, Türkiye'nin üyeliğine (daha çok siyasal ve stratejik nedenlerden de olsa) sıcak baktığı da bir gerçek. Nitekim halen Avrupa'da iki
O dönemin koşulları altında, Hazar petrolünün Azerbaycan'dan dev bir petrol boru hattı sistemiyle Türkiye'nin Akdeniz sahillerine ulaştırılabileceği, akla pek yatkın görünmüyordu...Bu projeyi kim sahiplenecek, kim finanse edecekti? Büyük petrol şirketleri buna ilgi gösterecek miydi? Rusya buna engel olacak mıydı? ABD ve direkt ilgili üç ülke (Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan) sonuna kadar sebat edebilecek miydi?..Bu konudaki tartışmalar ve şüpheler yıllarca sürdü. Hatta projenin gerçekleşmesi yolunda ilk kilometre taşı sayılan Azerbaycan'daki temelin Eylül 2002'de atılmasından sonra da, tereddütler ve kaygılar devam etti...Ve şimdi nihayet, deneyimli enerji uzmanı Necdet Pamir'in deyişiyle, bu "ince, uzun yolun" sonuna varılıyor. Yarın Bakü'de düzenlenecek bir törenle, Hazar petrolü, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattına pompalanacak. Ham petrolün önümüzdeki sonbaharda Ceyhan'a ulaşmasıyla, "mutlu son" gerçekleşecek, yani on küsur yıllık bir hayal hakikat olacak...* * *BTC projesi, başta Azerbaycan'ın Hazar havzası enerji kaynaklarını daha bağımsız olarak değerlendirme arzusunun ve ABD'nin de "alternatif enerji yolları" arayışının bir ürünüdür.Türkiye'nin hararetle benimsediği bu
Ne ilginçtir ki, iki ülke de, kendi güvenliklerine başlıca tehdidin "komşudan" gelmesinden şikâyetçi. Irak için bu komşu, Suriye'dir. Türkiye için ise, Kuzey Irak...Irak Başbakanı Caferi ve Türkiye Başbakanı Erdoğan, kapalı kapıların ardındaki görüşmelerde ifade ettikleri görüş ve kaygılarını, basın önündeki ortak açıklamalarında da dile getirdiler.Caferi, Irak yönetiminin bu konudaki tutumunu anlatırken, Irak'ta şiddet eylemlerini gerçekleştirenlerin (ki bunların çoğu yabancılardır) Suriye'den sızdıklarını vurguladı ve "komşular birbirine zarar vermemelidir" dedikten sonra, yakında Şam'a gidip Suriye hükümetinin bu bağlamda gereken önlemleri almasını isteyeceğini belirtti.Bağdat'ın bu konuda diğer komşulardan bir şikâyeti yok. İran'la ilişkiler iyi gidiyor (İran Dışişleri Bakanı Harazi hafta içinde Irak'ta idi). Caferi'nin belirttiği gibi Türkiye'den böyle bir sızma ise hiç söz konusu değil. Dolayısıyla dikkatler şimdi Şam üzerinde toplanıyor. Ve Ankara'dan seslenen Caferi, uluslararası camiadan bu konuda destek istiyor...***CAFERİ'nin ziyareti, Türkiye'nin Irak'a desteğini net biçimde göstermesi fırsatını verdi. Başbakan Erdoğan Türkiye'nin önayak olduğu Irak'a Komşu Ülkeler
Önümüzdeki günlerde aşağı mı iner, yukarı mı çıkar bilemiyoruz; ama Fransız hükümet çevrelerinde dahi 29 Mayıs akşamı, sandıkdan -az farkla da olsa- "hayır" çıkacağı kaygısı hâkim olmaya başladı.* * *CUMHURBAŞKANI Chirac başta olmak üzere, sorumlu mevkilerdeki birçok Fransız, böyle bir sonucun bir yandan AB'yi "kurumsal felce" sürükleyeceğini, diğer yandan da Fransa'nın uluslararası etkinliğini sarsacağını düşünüyor.AB Anayasası'na "hayır" diyecek olanlar ise çok çeşitli nedenlerden dolayı böyle bir tavır içindeler. Kimi Chirac'a ve hükümet karşı, kimi ülkenin ekonomik ve sosyal şartlarından şikâyetçi, kimi de AB'nin ortak politikalarından kaygılı...Bu çeşitli nedenler arasında "Türkiye faktörü"nün de bulunduğunu unutmayalım. Yeni Anayasa ile, Türkiye'nin olası üyeliği arasında ne alaka var? Aslında yok, ama Fransız toplumunun bir kesimi öyle bir ilinti kurmuş durumda.* * *REFERANDUMDAN "hayır" çıkması pratikte Türkiye'nin üyelik şanslarını nasıl etkiler?AB uzmanı Dr. Cengiz Aktar'ın da belirttiği gibi, Fransız "hayır"ı, Türkiye-AB müzakere sürecinin 3 Ekim'de başlamasını engellemez. Çünkü iki olgu arasında bir ilinti yok.Eğer AB ülkeleri veya Komisyonu bu sürecin önünü kesmek
Bu iki kavramın zaman zaman çatıştığı açık. Gazetecinin becerisini kullanarak ortaya çıkardığı gerçeğin (yüzde yüz gerçek olduğu belirlendiği hallerde bile) bazen beklenmeyen, arzu edilmeyen ters sonuçlar yarattığına dair çok örnek var.O halde gazeteci, toplumu bilgilendirmeyi esas misyon sayıp,gerçek olarak saptadığı olayları açıklamalı mı, yoksa böyle bir yayının (özellikle ülkenin çıkarları açısından) ters sonuçlar verebileceğini düşünerek, bundan sakınmalı mı?Bu öteden beri demokrasilerde hararetle tartışılan bir konu. (Demokratik olmayan ülkelerin böyle bir derdi yok zaten!)...***NEWSWEEK'in 9 Mayıs tarihli sayısında yayımlana haberi duymayan yok artık. Habere göre, ABD'nin Guantanamo üssünde, Kuran'lar tuvalete atılmış...Haberin aslında Pentagon için hazırlanan bir rapora dayandığı söyleniyor. Derginin deneyimli araştırma muhabiri Michael Isakoff, güvendiği bir yetkiliyle görüşüp ondan bazı bilgiler alıyor. Isakoff haberde yetkilinin adını veremiyor, ondan sadece kaynak olarak söz ediyor.Derginin diğer deneyimli bir muhabiri, John Barry, bu haberi Pentagon'un üst düzey bir yetkilisine naklediyor ve doğruluğunu öğrenmeye çalışıyor. Ancak o yetkili bir detayı yalanlıyor (ki bu
Bu bakımdan Özbekistan, daha önce kansız devrimlerle demokrasiye "yumuşak geçiş" yapan Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan'dan farklı ve umut kırıcı bir örnek oluşturuyor.Bunun başlıca nedeni, Özbekistan'da İslam Kerimov'un totaliter bir yönetim kurmuş olması, muhalefete hayat hakkı tanımaması, siyasi partilerin dışında sivil toplum kuruluşlarını kapatması ve medyayı susturmasıdır.Kerimov'un bu amansız politikasına bir de Özbekistan'ın (örneğin Gürcistan ve Ukrayna'ya oranla) ekonomik ve sosyal alanda çok geri olması, ülkenin demokrasi için gerekli asgari altyapıdan yoksun bulunması gibi "iç faktörler" de eklendiğinde, demokrasi deneyiminin burada neden fazla bir başarı şansına sahip olmadığı daha iyi anlaşılır...* * *Ama Özbekler için "demokrasi serüveni"nde esas belirleyici bir "dış faktör" var: O da ABD.Başkan Bush son zamanlarda adeta bir "demokrasi havarisi" olarak ortaya çıkmış, özgürlüğün bundan yoksun olan bütün ülkelere (özellikle Avrasya ekseninde) yayılmasını kendisi için bir misyon, ABD'nin dış politikası için bir ana hedef olarak belirlemiştir.Nitekim Washington, çeşitli yollardan, Gürcistan'da, Ukrayna'da ve hatta Kırgızistan'da demokrasi devriminin gerçekleşmesini