Geçen yıl Köln'de kurulan Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası'nın düzenlediği iki günlük "Türk-Alman Ekonomi Kongresi", bu tür toplantıların en büyüğünü oluşturacak.Kongre, Almanya'nın dev şirketlerinin temsilcilerini ve yatırımcılarını Türk işadamları ile bir araya getirecek ve yeni işbirliği tohumlarının ekilmesine katkıda bulunacak.Konferanstaki konuşmacılardan biri de (Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yanı sıra) dün gece Türkiye'ye gelen Şansölye Gerhard Schröder olacak. Bu da, işadamlarının bu girişimine iki hükümetin verdiği değeri gösteriyor.* * *SİYASAL alanda iyi bir seyir izleyen Türk-Alman ilişkileri, gücünün önemli bu kısmını da ekonomiden alıyor. Diğer bir deyişle, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik işbirliği, Ankara ile Berlin arasındaki ilişkilerin -ve dostluğun-itici gücünü oluşturuyor.Almanya yıllardan beri Türkiye'nin bir numaralı "ticari partneri" durumundadır. (Toplam yıllık ticaret hacmi 20 milyar doları buluyor). Almanlar Türkiye'ye yatırım yapan yabancı ülkelerin de ön safındadır. Turizmde de Almanya liste başında yer alıyor...Türk-Alman Ekonomi Kongresi, Türkiye'nin giderek "dış ekonomik ilişkiler" alanında yeni atılımlar yaptığı bir sırada gerçekleşiyor.Son
Bu ziyaret, geçen yıl tamamen Filisin'deki olaylar nedeniyle zedelenen Türk-İsrail ilişkilerinin düzeltilmesi -yani bir nevi "hasar tamiri"- amacıyla gerçekleştirilmiştir.Temasların sonucu, bu yönde ilerleme kaydedildiğini gösteriyor.Yalnız şu noktayı da hatırda tutmak lazım: Geçen yıl ilişkilerde yaşanan sıkıntı (buna "kriz" veya "gerilim" de dendi) daha çok "arızi" veya konjonktürel nitelikte idi. Yani ilişkileri topyekün altüst edecek noktaya getirmekten uzaktı. Nitekim ticaretten teknolojiye ve askeri işbirliğine kadar, siyaset dışındaki tüm alanlarda işbirliği eskisi gibi devam etmiştir.Bu da, iki ülkenin ortak çıkarlarının ve birbirlerine olan ihtiyaçlarının yabana atılacak cinsten olmadığını gösteriyor.* * *ERDOĞAN'ın bu gezisi, zamanlama açısından, tam oturmuştur. Ortadoğu'da konjonktür değişmiştir: İsrail ile Filistin arasında ateş kesilmiş, diyalog kurulmuştur. Barış sürecinin yeniden başlaması için ABD'den BM'ye, "Dörtler"den ("Quartet") Rusya'ya kadar birçok ülke ve kuruluş devreye girmiştir. Kofi Annan, Tony Blair ve (son olarak) Putin, bölgeyi ziyaret etmiştir... Bu arada Suriye, Lübnan'daki askerlerini çekmiştir. Lübnan daha bağımsız bir politika izlemeye
Bu, Türkiye'nin fikir babası olduğu ve ilki de İstanbul'da Ocak 2003'te yapılan toplantılar dizisinin sekizincisini oluşturuyor. Irak'ta savaş öncesi ve sonrasında yapılan toplantılarda, katılımcılar komşu ülkede barış ve istikrarın kurulması için genel ilkelerde (özellikle toprak bütünlüğünün, ulusal birliğin sağlanması ve demokratik, temsili bir rejimin kurulması gibi konularda) ortak bir tavır sergileyebilmişlerdir.Bu seferki konferanstan, bu ilkeleri tekrarlayan beyanların dışında, başka mesajların da çıkması ve bu toplantıyı bazı pratik adımların izlemesi bekleniyor.***EN önemli mesaj, Başbakan İbrahim Caferi'nin kurduğu Irak Ulusal Geçiş Hükümeti'nin tanınması ile ilgili olacak. Böylece Irak'a komşu ülkeler, Irak'taki yeni yönetimin meşruiyetini resmen kabul etmiş oluyorlar.Üst düzey bir yetkilinin deyişi ile, "toplantının esas mesajı son seçimlerde devre dışı kalanların yeni sürece katılması ve daha temsili ve demokratik bir rejimin kurulması yönünde olacaktır."Türkiye son seçimlerden önce Irak'ın çeşitli etnik ve dinsel grupları ile temasa geçerek geniş bir katılım ve tam bir temsil sağlanmasını istemişti. Ancak özellikle bazı Sünni gruplar boykotu sürdürmeyi yeğlediler.
Haber, 13 Nisan'da Paris'te bir protesto gösterisi yapan lise öğrencilerinin polis tarafından tartaklanması ve coplanması ile ilgili. Fransız medyasının görmezlikten geldiği bu olay, nihayet "Choc" adında bir derginin resimleriyle ifşa etme sayesinde kamuoyuna yansıdı. Ama buna ne Fransız makamları, ne AB bir tepki göstermiş. Oysa 6 Mart'ta İstanbul'da gösteri yapan kadınların polis tarafından dövülmesi ve sürüklenmesi, Avrupa'da adeta fırtına koparmıştı. AB de buna sert tepki göstermişti...Avrupa basınının - ve de AB'nin - mahiyeti farklı da olsa, "Hürriyet"in deyişiyle "benzer iki olay" karşısındaki tavrı, bir "çifte standart" örneği...* * *ASLINDA "çifte standart" uygulaması sadece bu olayla ve Avrupa ülkeleriyle sınırlı değil. Bu tür davranışlar evrensel denecek ölçüde yaygın - ve de sık...Polisin şiddet kullanması halinde Avrupalıların kendi kentlerinde pas geçtikleri bir olayın benzerinin İstanbul'da cereyan etmesi karşısında kıyameti koparmalarının bir nedeni de şu: Fransa, AB'nin "baba" üyelerinden biri. Orada bu tür uygulamalar adeta hoşgörü ile karşılanıyor, Türkiye ise, Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi istenen bir aday ülke olarak, tüm dikkatleri -ve de kuşkuları-
BM Kalkınma Programı (UNDP) Başkanlığı için başta bir düzine seçkin rakiple yarışan Kemal Derviş finalde, bizzat BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın kendi tercihini ifade etmesi ile, bu göreve layık görüldü.Bu, Seçici Kurul kadar bizzat Genel Sekreter'in Kemal Derviş'e beslediği derin takdir ve güven duygularını da sergiledi.Derviş'in -şimdiye kadar bu koltukta çoğu "zengin" Batılı uluslara mensup kişilerin oturmasına karşılık- ilk kez Kalkınma Programı'nın uygulandığı "gelişme sürecindeki" bir ülkeden gelmiş olması, onun kişisel niteliklerinin bu seçimde ne kadar ağır bastığını da ortaya koydu.Gerçekten BM yetkilileri de yaptıkları açıklamalarda, Kemal Derviş'in -diğer rakiplerinden üstün saydıkları- özelliklerini, bu arada ekonomist, uluslararası uzman, diplomat, politikacı olarak bilgi birikimini, deneyimlerini ve vizyonunu hararetle övdüler.* * *ULUSLARARASI kuruluşların bünyesinde Türk vatandaşlarının görev alması, ülkemizin dış itibarı ve etkinliği açısından büyük önem taşıyor.Ne yazık ki, BM ve benzeri örgütlerde halen -veya yakın geçmişte- belirli mevkilerde çalışan Türklerin sayısı az.Halen NATO'nun Afganistan'daki temsilcisinin bir Türk (eski Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin)
Başkonsoloslukta kutlanan olay, Bulgaristan ve Romanya'nın, AB ile katılım anlaşmasını imzalaması idi. Bu anlaşma iki Balkan ülkesine 1 Ocak 2007'de -yani bir buçuk yıl gibi kısa bir süre sonra- AB'nin 26'ncı ve 27'nci üyesi olmak olanağını sağlıyor.AB yoluna -adaylık başvurusu dahil- Türkiye'den çok sonra giren bu iki komşu ülkenin hızla üyeliğin eşiğine gelmiş olmasına gıpta etmemek doğrusu mümkün değil. Komünist ve totaliter sistemden liberal düzene ancak 1990'larda geçen Bulgaristan ve Romanya'nın 1999'da girdikleri müzakere sürecini 2004'te tamamlayıp şimdi Lüksemburg'da imzalanan katılım anlaşması ile üyeliği garantilemeleri, kendi açılarından büyük bir başarı...* * *İKİ diplomat da konuşmalarında hükümetlerinin Türkiye'nin AB üyeliğine verdiği desteği ifade ettiler ve bunun ötesinde kendi uzmanlarının müzakere sürecindeki deneyimlerini Türk meslektaşlarıyla paylaşmaya hazır olduklarını açıkladılar.Gerçekten bu alanda böyle bir işbirliğinin kurulmasında yarar var.Bu iki ülke de müzakere sürecinde bizim örnek alacağımız tecrübeler geçirdiler. Bu arada epey zorluklar, sıkıntılar yaşadılar, ummadıkları şartlarla ve baskılarla da karşılaştılar.Bulgaristan ve Romanya, otoriter
Gerçi Fransa'dan ABD'ye, Polonya'dan Ukrayna'ya kadar yer yer gösteriler yapıldı, meclis kararları alındı, üst düzey yöneticilerin katıldığı anma törenleri düzenlendi, geniş medya kampanyaları yürütüldü. Ama şimdi bunlar geride kalıyor.Tabii Ermeni yanlısı etkinlikler bir iz bırakmıyor değil. Birçok ülkede, kamuoyunda Türkiye'ye karşı bir hava yaratıldığı, Türkiye'nin imajına gölge düşürüldüğü bir gerçek.Neyse ki, pratikte Türkiye'nin bu ülkelerle ilişkileri pek sarsılmıyor.Ancak 24 Nisan'ı bir kaldıraç veya vesile olarak kullanan Ermeni yanlısı (veya Türkiye karşıtı) kampanyanın devam etmeyeceği, benzer durumların yeniden karşımıza çıkmayacağı sanılmamalı. Böyle bir olasılık her zaman (yani gelecek 24 Nisan gelmeden de) var...* * *Başkan George W. Bush'un bu yıl da 24 Nisan mesajında "soykırım" sözcüğünü kullanmamasına seviniyoruz. Gerçekten bu konuda bir kaygı vardı: Bush yönetimi, Türkiye ile ilişkilerin "limoni" seyri nedeniyle bu yılki mesajında geçmişten farklı bir üslup kullanabilir, yani "jenosid" lafını edebilirdi.Etmemesi, iç politika mülahazalarını bir yana bırakıp Türk - Amerikan ilişkilerine verdiği önemi gösteriyor. Washington'da yönetim çevreleri, Bush'un bu yılki
Hükümetin bu kararı tam 24 Nisan "Ermeni soykırımı günü" arifesinde açıklaması, anlamlı. Son günlerde Washington'da yoğunlaşan Ermeni kampanyasının amacı Başkan Bush'un o gün yayımlayacağı yıllık mesajında bu kez "jenosid" sözcüğünü kullanmasını sağlamak, ayrıca Kongre'den de Ermeni yanlısı bir karar çıkartmak.Amerikan diplomatik çevreleri, yapılan propagandaya rağmen, bu iki amacın da gerçekleşmeyeceği kanısında. Doğrusu bunun aksi, ilişkilere -düzeltme çabalarının yoğunlaştığı bir sırada- yeni bir darbe indirmiş olur...* * *TÜRK-ABD ilişkilerinin bugünkü durumunu tanımlamak zor bir iş oldu.Son haftalarda sıkça sözü edilen Türkiye'deki "anti-Amerikanizm" ve ABD'den gelen tepkiler, basına "kriz" olarak yansıdı. Ancak Ankara'nın ve Washington'un tavrı bu değil. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşü de bu değil. Nitekim Genelkurmay Başkanı Org. Özkök önceki günkü konuşmasında böyle bir değerlendirmenin gerçekçi olmadığını vurguladı, her iki ülkenin birbirine ihtiyacı bulunduğunu söyledi, fakat bu arada PKK konusundaki beklentilerin yerine getirilmemesinden duyulan düş kırıklığını da dile getirdi... Böylece Washington'a askeri cenahtan da hükümetin görüşleriyle örtüşen bir mesaj