"Stratejik" ne?..

10 Haziran 2005

Bush stratejik ilişkilerden ("relationship") söz ederken, Erdoğan stratejik "ortaklık" terimini kullandı.Ne fark eder diyeceksiniz.Doğru, ilk bakışta ikisi de aynı kapıya çıkar. Önemli olan "stratejik" sözcüğü üzerindeki vurgudur ki, bu özellikle Irak savaşından sonra Türk-ABD ilişkilerinde yaşanan kriz nedeniyle iki tarafın da diplomasi lügatinden silinmişti.İlişkileri onarmayı amaçlayan bir buluşmanın ardından ister "ilişki", ister "ortaklık" deyin, bir "stratejik" durumdan bahsedilmesi, önemli bir gelişme. Bu en azından ilişkilerin düzeltilmesi ve geliştirilmesi yönünde ortak bir iradenin mevcudiyetini gösteriyor.Ama, kullanılan "ilişki" ile "ortaklık" sözcükleri arasında, bir nüans var. Ortaklık, ilişkiden daha ileri bir işbirliği şeklidir. Nitekim ABD ile stratejik ortak sayılan ülkelerin sayısı da azdır (İngiltere, İsrail gibi). Bunlar genelde örtüşen çıkarları doğrultusunda aynı vizyonu paylaşıyorlar ve ortak politikalar izliyorlar.* * *TÜRKİYE ile ABD arasındaki ilişkilerin şimdi yeniden "stratejik" boyutlar alması mümkün mü?Eğer stratejik "ortaklık" gibi iddialı terimler kullanılmazsa ve bu işbirliğinin her alanı veya konuyu kapsayamayacağı önceden kabul edilirse,

Yazının Devamı

Yeni bir süreç başlarken...

9 Haziran 2005

Bu tür ziyaretler ve zirve toplantıları, gündemdeki tüm anlaşmazlıkların giderilmesi için yeterli olmayabilir. Ama bu yönde ileri adımların atılacağı yeni bir süreci başlatabilir.Beyaz Saray'daki görüşme işte böyle bir süreç başlatıyor. İki tarafın önemli durduğu -Türkiye açısından öncelikle Kıbrıs, PKK; ABD açısından "anti-Amerikanizm", Ortadoğu politikaları gibi- sorunların çözümlenmesi için, karşılıklı ifade edilen siyasi iradenin bu yeni süreçte aksiyona dönüşmesini beklemek lazım. Bu da haftalar, aylar gerektirebilir...***DEVLETLER arasında bozulan ilişkilerin düzeltilmesi, öncelikle işbaşında bulunan yöneticilerin bu yönde kararlılık göstermesi ve gereken cesur adımları atması ile mümkün.Ankara ve Washington arasında üst düzeyde böyle bir arzunun ve iradenin mevcut olduğu, bu ziyaret vesilesiyle ortaya çıktı. Ancak, ilişkilerin daha rahat bir gelişme zeminine oturması için de, kamuoyunun desteğine ihtiyaç var.Son dönemde, Türk-ABD ilişkilerinin resmi düzeyde bozulmaya yüz tuttuğu sırada, iki tarafta da kamuoyu tepkisinin çeşitli derecede rahatsızlık, düş kırıklığı, öfke ve güvensizlik yansıttığı biliniyor.Bu ruh halinin henüz yok olmadığı -hatta bazı kesimlerde aynı derecede

Yazının Devamı

Söz değil, hareket bekleniyor

8 Haziran 2005

Türk tarafı, Beyaz Saray'daki görüşmeden bu konuda yeni bir vaat yerine, somut bir eylem sinyalinin çıkmasını bekliyor.Konu ile yakından ilgili bir yetkilinin deyişiyle, "Amerikalıların şimdiye kadar verdiği sözü yerine getirmeleri ve harekete geçmeleri vakti geldi. Washington'daki görüşmeler, böyle bir angajman için bir fırsat oluşturuyor".Bush yönetimi bu kez Kuzey Irak'ta PKK'ya karşı harekete geçme konusunda kesin bir işaret verecek mi, yoksa geçmişteki vaadinin tekrarı ile mi yetinecek?Ankara gerçekten buna çok önem veriyor. O kadar ki Başbakan'ın Washington'daki görüşmelerinin başarısı ve Türk-ABD ilişkilerinin yeniden rayına oturması da, bu konuda alınacak sonuca bağlanıyor...***ANKARA ile Washington arasında bir süredir Kuzey Irak'taki PKK varlığı ile ilgili görüşmeler yapılıyor. Türkiye'nin bu terör odağının yok edilmesi talebine, ABD her vesile ile bunu sağlamaya çalışacağını, ancak Irak'taki genel durumun hemen harekete geçme olanağını vermediği karşılığını vermiştir.Son haftalarda PKK'nın Güneydoğu Anadolu'daki eylemlerini sıklaştırması, bu arada sayıları 3500 olarak tahmin edilen teröristlerin sınıra daha yakın olan Fırat vadisinde kümelenmesi, Ankara'daki askeri ve

Yazının Devamı

Sağırlar diyaloğu olmasın...

7 Haziran 2005

Bu tür görüşmelerden sonra kimilerinin sonucu "tam bir başarı", kimilerinin de "büyük fiyasko" olarak tanımlamasına alışık olduğumuz için, bu kez de benzer sıfatlar kullanılması herhalde şaşırtıcı olmayacaktır.Umarız bu sefer Beyaz Saray'daki görüşmenin sonuçları konusundaki analizler gerçeğe uygun ortak bir noktada buluşur.Tabii iki tarafın beklentilerinin önceden bilinmesi, bu değerlendirmenin sağlıklı şekilde yapılması için esastır. Gerçekçi olmayan yüksek beklentiler, alınan mütevazı sonuçlar karşısında, kolaylıkla düş kırıklığına dönüşebilir...* * *Bu bağlamda, Başbakan Erdoğan'ın Başkan Bush ile yapacağı görüşmenin, Türk - ABD ilişkilerinde son zamanlarda ortaya çıkan tüm sorunların bir çırpıda çözümlenmesini sağlamasını beklememek lazım. Başbakanın Washington'daki temasları temelde "hasar gören ilişkileri onarmayı" ve Türk tarafının "stratejik ortaklık" diye nitelendirdiği işbirliğine yeni bir ivme kazandırmayı amaçlıyor.Son haftalarda iki taraf da - bazı demeçlerle ve jestlerle - bu yönde siyasi irade gösterdiklerine göre, Beyaz Saray'da, en azından genel ilkeler ve hedefler üzerinde bir mutabakat ifade edilmesini rahatça bekleyebiliriz.Mesele, son dönemde yaşanan

Yazının Devamı

Tamam değil devam...

4 Haziran 2005

Türkiye'de de "AB'ye hayır" yönünde bir havanın esmeye başlaması...Hükümetin resmi politikası ve de muhalefet partilerinin tutumu bu yönde değil. Halkta da şimdilik böyle yaygın bir cereyan yok. Ama, kamuoyunda referandum sonuçlarından sonra, Türkiye'nin AB üyeliğinin daha da zorlaşacağı ve belki de bu şartlarda "bu işten vazgeçmek" gerekeceği kanısının yer alması tehlikesi var.Kuşkusuz Türkiye'de AB karşıtı çevreler için yeni durum, bu doğrultuda görüşlerini yaymak için büyük fırsat oluşturuyor. Tıpkı, AB'de Türkiye'nin üyeliğine karşı olan çevreler için olduğu gibi...Avrupa basını bu konuyu diline dolamaya başladı bile. Dünkü "Guardian" gazetesine göre, "Türkler 40 yıllık Avrupa rüyası ile ilgili heyecanlarını kaybediyorlar"...Fazla aceleci bir hüküm bu. Belki AB'nin Türkiye'yi almasını istemeyen Avrupa'daki çevrelerin daha çok arzuları doğrultusundaki bir düşüncesi...* * *ANKARA, AB içinde olup bitenlere rağmen, AB yolundan sapmamak kararında. Nitekim hükümet 3 Ekim'de başlayacak müzakere sürecine hazırlanıyor.Bu durumda -bazı çevrelerin aksi görüşü yayma çabalarına rağmen- Türk kamuoyunun da bu konuda heyecanını kaybetmemesi çok önemli. Yıllardan beri adım adım kaybedilen

Yazının Devamı

Öpücükler...

3 Haziran 2005

Gönül arzu ederdi ki bu cesur ve sembolik jesti ilk yapan, AB olsun. O AB ki, bir ara -Rum kesimini Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında üye yapmanın sıkıntısının hissetmeye başladıktan sonra- Türk tarafına ambargolara son vermek için elinden geleni yapacağını taahhüt etmişti...Şimdiye kadar AB sözünü yerine getirecek bir şey yapmadı. Buna karşılık ABD Ercan yolu ile KKTC'ye, önce bir ticaret heyeti gönderdi. Bu hafta da, Washington'daki Rum lobisinin tüm baskılarına rağmen, Bush yönetiminin desteği ile, bir Kongre delegasyonu KKTC'ye direkt uçtu ve üstelik Ercan Havaalanı'nda ABD'nin Kıbrıs büyükelçisi tarafından karşılandı...* * *İLK bakışta basit gibi görünen bu gezi, psikolojik ve siyasal büyük bir anlam taşıyor. Ziyaret Kıbrıs Türklerinin moralini yükseltti, ABD'nin desteğinin lafta kalmayacağı umudunu artırdı. Bunun önümüzdeki günlerde ve haftalarda bazı somut sonuçlar vermesi de bekleniyor. Örneğin, Kıbrıs Türk Hava Yolları'nın Ercan-Washington direkt seferlere başlaması planlanıyor. ABD'nin bu açılımı Türk tarafını ne kadar sevindirdiyse, Rumları da o kadar sinirlendirdi. Ancak bütün tepkilere rağmen Washington (resmi sözcülerin de ağzından) bu yeni politikasında ısrar ediyor.

Yazının Devamı

"Non"... "Nee"... sonrası ne?..

2 Haziran 2005

AB'nin altı kurucusu arasında yer alan Fransa ile Hollanda'nın referandumda "hayır" demesinin benzer nedenleri var: Halk, bu oylamayı ekonomik ve sosyal sıkıntıların faturasını hükümete çıkarmak için fırsat bildi. İki ülkede de yükselen milliyetçilik ve de yabancı düşmanlığı, AB'ye karşı tepki oyunun verilmesine yol açtı...Hollanda'da halkın önemli kısmı, göç sonucunda kendi ulusal kimliğini kaybettiğini düşünüyor ve bu durumdan AB'yi sorumlu tutuyor. Birçok Hollandalı da, AB'ye fert başına en çok mali katkıda bulunan ülkenin Hollanda olduğunu (5 milyar euro) hatırlatarak, Birliğin kendilerine pahalıya mal olduğunu ve karşılığında pek bir şey almadıklarını öne sürüyor.Referandum kampanyasında bütün bu nedenler enine boyuna tartışıldı. Bu arada "Türkiye faktörü" de "hayır" korosuna dahil edildi...* * *ASLINDA "Non-Nee" çifte darbesi ile yere serilen "ölü"nün AB'nin değil, AB Anayasası'nın olduğunu belirtmek lazım. Diğer bir deyişle, anayasa gömülecekse bile, AB yaşamaya devam edecek. Bu darbelerden ciddi yara almış ve sarsılmış da olsa...AB'nin şimdi toparlanması, daha doğrusu kendine yeni bir kimlik ve misyon biçmesi, zaman alacak. Bu referandumların en olumsuz sonuçlarından biri,

Yazının Devamı

Hem iyi, hem kötü...

1 Haziran 2005

Konuyu geniş açıdan, tüm boyutlarıyla incelediğimizde, referandum sonucunun yol açtığı gelişmelerin Türkiye için bir yandan yeni fırsatlar, bir yandan da ciddi engeller yarattığını görürüz.Bunun için, AB'nin şimdi girdiği yeni kriz aşamasında kendisi için nasıl bir kimlik ve misyon belirleyeceğini, nasıl bir yapılanmaya gideceğini çok yakından izlemek zorundayız.3 Ekim'de, yıllarca sürecek bir müzakere süreci için masaya oturduğumuzda (referandum sonucunun bunu engellemeyeceğini herkes kabul ediyor), muhatabımızın "nasıl bir Avrupa" olacağını anlamamız için herhalde şimdiki belirsizliklerin giderilmesi gerekecek. Bu da zaman isteyen bir iş...***BU aşamada Fransızların "hayır" oyunun AB'de yarattığı yeni durumdan (ki bu, Hollandalıların da bugün benzer kararıyla daha da perçinleşebilir) Türkiye'nin "hayrına" bazı olası sonuçlar çıkarılabilir. Fransızların reddettiği anayasa, aslında Türkiye'nin görüşlerine uymayan bazı maddeler içeriyor. Temelde bu anayasa AB'de siyasal entegrasyonu gerçekleştirmeye yönelik merkeziyetçi -ve ulusal egemenlikten bazı ödünler isteyen- bir sistem öngörüyor. Ayrıca Türkiye için imtiyazlı ortaklık anlamında bir statüye de kapıyı açık tutuyor. Bu bakımdan

Yazının Devamı