Sözü geçen ülke, Özbekistan... Henüz iki ay önce kansız bir devrim geçiren Kırgızistan'ın komşusu...Özbekistan'ın Kırgızistan sınırına yakın Andican kentinde, hafta içinde barışçı olarak başlayan, ancak dün kanlı geçen gösteriler, ilk bakışta değişim akımının bu ülkede de ilk sinyallerini vermekte olduğu izlenimini yaratıyor.Bu izlenim ne kadar doğrudur veya gerçekleşme şansı nedir? Diğer bir deyişle, Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan'dan sonra, Özbekistan da halk hareketi yolu ile rejim değişikliğine sahne olacak mı?Şüpheli. Bu aşamada söylenebilecek şey "domino etkisi"nin Taşkent'e kadar yayılmasının, o kadar kolay bir iş olmadığıdır...* * *BUNUN başlıca nedeni, Özbekistan'da İslam Kerimov'un nefes aldırmayan, katı bir totoliter yönetim kurmuş olmasıdır. (Kırgızistan'da devrik Askar Akayev'in rejimi nispeten daha liberaldi)...Özbekistan'da radikal İslamcı grupların bugünkü rejimi devirip bir şeriat düzeni getirmek istediği, Kerimov'un da bunlara karşı savaş açtığı doğrudur. "Hızbul Tahrir" gibi militan örgütlerin terör eylemlerine giriştiği de biliniyor.Ancak Kerimov, köktendincilere karşı mücadelesini yürütürken, başka nedenlerle veya amaçlarla rejime karşı çıkanları da hedef
Strasbourg'daki mahkeme, davanın özü ile değil, fakat yargılama biçimi ve usulu ile ilgili tespit ettiği "ihlaller" nedeniyle, Öcalan'ın yeniden yargılanmasını veya dosyanın yeniden açılmasını istiyor.Bu, aslında hukuki bir süreç başlatmaya yönelik bir karardır. Türkiye de yargı, iç hukuk ile uluslararası hukuk arasındaki ilintiyi de dikkate alarak tavrını belirlemek zorundadır.AİHM'nin aldığı kararın nasıl uygulanacağını ise, Türkiye'nin de dahil olduğu 44 üyeli Avrupa Konseyi'nin Bakanlar Komitesi değerlendirecektir. Komite, siyasi bir organdır. Dolayısıyla davanın Bakanlar Komitesi'nin gündemine gelmesiyle, iş siyasal bir nitelik de kazanmış oluyor.Eğer Komite, AİHM'nin kararının aynen uygulamaya konmasını -örneğin, Türkiye'nin Öcalan'ın yeniden yargılanmasını- isterse, buna karşı çıkmanın bedeli ağır olur. Avrupa Konseyi'nin bu gibi hallerde (ülkenin üyeliğinin askıya alınmasından, Parlamenterler Meclisi'ndeki temsilcilerin dışlanmasına kadar) koyabileceği müeyyideler de vardır. Doğrusu hiçbir saygın üye bu duruma düşmek istemez...* * *TÜRKİYE -siyasetçileri ile ve kamuoyu ile- bu karardan sonra nasıl hareket edeceğini, gerçekleri görerek ve olası sonuçları da hesaplayarak
Cezayir Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika, 8 Mayıs 1945'te Fransız ordusunun ülkenin doğusunda giriştiği bir katliama değinerek Paris'in bu olayın sorumluluğunu kabul etmesini ve resmen özür dilemesini istedi.Fransız kolonyalizmini Nazizme benzeten Buteflika, o dönemde Fransızların Cezayir'de "soykırım yöntemleri uyguladığını" ve 8 Mayıs'ta başlayan halk hareketi sırasında Fransız askerlerinin "barışçı göstericileri" hedef alıp binlerce kişinin ölümüne neden olduklarını belirtti...Gerçekten 8 Mayıs 1945'te Hitler Almanyası teslim olurken, Fransız ordusu Cezayir'in Setif ve Guelma kentlerinde sokaklara dökülen ve bağımsızlık isteyen halkı sindirmek için günlerce süren bir kara ve hava operasyonu yürütmüştü. Bu olaylarda Cezayirlilere göre 45 bin, Fransızlara göre ise 20 bin kişi ölmüştü.* * *BUTEFLİKA, Avrupa'daki 60. yıldönümü kutlamaları sırasında, Paris'e seslenerek, Fransa'nın bu sorumluluğunu kabul etmesini ve pişmanlık ifade etmesini istedi.Fransa'nın buna "resmi" tepkisi ise, "bu konuyu tarihçilere bırakalım" şeklinde oldu. Nitekim Dışişleri Bakanı Michel Barnier "ortak bir gelecek kurulması için tarihin birlikte incelenmesini" önerdi.Ne var ki bu "resmi" tutum, bırakın
Annan ile Papadopulos yemek sırasında "kesik müzakere süreci"nin yeniden nasıl canlandırılabileceğini görüştüler. Genel Sekreter, Annan Planı üzerindeki eski sürecin ve onunla ilgili referandumun artık geride kaldığını, dolayısıyla yeni bir "oluşum"a ihtiyaç olduğunu söyledi. Rum lideri de müzakerelerin yeniden başlamasından yana olduğunu, hatta bu konuyu görüşmek üzere yakında BM'ye bir özel temsilci göndermeyi de planladığını açıkladı. Annan da, aslında bir özel temsilcisini yakında bölgeye yollamaya niyetli olduğunu belirtti...Yemeğin sonunda Başbakan Erdoğan, Annan ile konuşmak için masasına gidince, bu kez sohbet Papadopulos'un da katılımı ile, ayaküstü üçlü bir görüşmeye dönüştü. Bunun sonucunda Erdoğan, Rum liderinin tutumunda bir değişiklik gözlediğini ve onun da yeni bir görüşme sürecine olumlu baktığını söyledi...* * *BUNUN anlamı nedir? Şimdi yeni bir müzakere süreci mi başlayacak? Bu gerçekleşecekse, görüşmeler yeni esaslar üzerinde mi yapılacak? Moskova'daki ayaküstü görüşme işin o kadar "sıfır başlangıç noktası"nı oluşturuyor ki, yeni sürecin nasıl olacağını şimdiden söylemek olanaksız. Şu anda sadece müzakere sürecinin yeniden başlayabileceği umudu doğuyor; o
Dün Moskova'daki görkemli tören, 53 ülkenin liderlerini bir araya getirdi. Kızıl Meydan gerçekten bir beraberlik gösterisine sahne oldu. Bush, Putin, Chirac başta olmak üzere savaşı kazanan ülkelerin liderleri ile Schröder, Berlisconi, Kuizumi gibi yenik devletlerin önderleri aynı duygu ve düşünceleri paylaştılar.Savaşın sona ermesinden 60 yıl sonra, yenen ve yenilen ülkeler, eski acı günlerin bir daha yaşanmaması için, şimdi daha iyi yarınlar hazırlama çabasında aynı safta yer alıyorlar...* * *Savaşın sona erişinin yıldönümü kutlamalarının sergilediği beraberlik tablosuna karşılık, bu vesile ile yüzeye çıkan bir de sürtüşme görüntüleri var.Örneğin Rusya'nın Nazi işgalinden kurtardığı bazı ülkeler, kurtuluşun hemen ardından işgalin ve Stalinci despotizmin geldiğini anımsatıyorlar. Baltık ve Doğu Avrupa ülkelerinin gerçek özgürlüğe ve egemenliğe kavuşmaları, ancak Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile mümkün oldu.60. yıl kutlamalarının gündeme getirdiği "tarihle yüzleşme" tartışması, Rusya ile Avrupa (ve ABD) arasında karşılıklı suçlamalara ve dolayısıyla gerginliklere yol açıyor. Rusya, Stalin döneminin Sovyetler Birliği'nin politikalarının - yani
İşçi Partisi memnun; çünkü üçüncü kez seçilerek iktidarda kalıyor.Muhafazakâr Parti memnun; çünkü daha önceki seçimlerdeki hezimetine karşılık bu kez iyi bir sonuç alarak, Avam Kamarası'na daha güçlü girebildi.Liberal Demokratlar memnun; çünkü elde ettikleri oy oranı açısından bu seçimlerden en kazançlı çıkanlar onlar oldu...Ama doğrusu bu seçimlerin esas galibi gene de Tony Blair ve partisidir. Bunu bir "zafer" olarak nitelendirmek doğru değil; çünkü İşçi Partisi her ne kadar tekrar iktidara geliyorsa da, parlamentodaki çoğunluğu bir hayli erozyona uğradı. Buna belki "bedeli olan bir başarı" demek daha yerinde olur.* * *GENELDE seçimlerin sonucunu tek bir faktöre bağlamak gerçekçi değil. İngiltere'deki sonucu belirleyen -yani İşçi Partisi'ne daha az, muhalefetteki partilere daha çok oy gitmesine yol açan- çeşitli nedenler var.Bunlar arasında en önemlisinin Irak savaşı olduğu kuşkusuz. Her ne kadar Blair hararetli seçim kampanyasında bu konuyu geri plana itmeye çalıştıysa da, gerek muhalefet, gerekse seçmen kitlesi şimdiye kadar izlenen Irak politikasını göz ardı etmedi. Yapılan analizler de, çok sayıda İşçi Partisi taraftarının bu yüzden muhalefete ve özellikle savaş aleyhtarı
Hükümetin ilan edildiği günden (geçen perşembe) bu yana, ülkenin çeşitli yerlerinde meydana gelen saldırılarda ölenlerin sayısının 200'ü aşması, duruma hâkim olamayan yeni yönetimi çaresizliğe itmiş bulunuyor.Son eylemlerin Kuzey Irak'ı içine alacak şekilde "enine" yayılması, durumu daha kaygı verici hale getiriyor. İntihar saldırısına hedef olan Erbil, şimdiye kadar nispeten sakin bir yerdi. "El Kaide" ile bağlantısı olduğu bilinen "Ensar el Sunne Ordusu"nun giriştiği kanlı eylem, militanların şimdi Kuzey Irak'ta da bir "ikinci cephe" açtıklarını gösteriyor.***IRAK'ta saldırıların artmasının ve şimdi Kuzey Irak'ın da şiddetin yeni bir cephesi haline gelmesinin nedeni nedir?Erbil'deki olayla ilgili olarak "Ensar el Sunne"nin yayımladığı bildiri, Kuzey Irak'ın neden hedef seçildiği hakkında bir fikir veriyor. Bildiri, "Kürtlerin Haçlılara boyun eğdiğini ve İslama karşı Amerikalılarla birlikte savaştığını" öne sürüyor ve Erbil'deki intihar saldırısının amacının "Kürt güvenlik güçlerini cezalandırmak" olduğunu açıklıyor.Saldırganların kim olduğu (bazı haberlere göre suikastçının bir "ecnebi" olduğu düşünülüyor) ve hangi amaca hizmet etmek istedikleri tam bilinmiyor. Ancak, son siyasi
Dün İstanbul'da Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu DEİK'in düzenlediği bir yemekte, Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus'u dinlerken, kendisinin sözcükleri büyük bir titizlikle seçerek görüşlerini güçlü ifadelerle savunduğuna tanık olduk.64 yaşındaki Klaus, gerçekten bir politikacı ve devlet adamı olmanın yanı sıra, bir akademisyen ve aydın olarak da, Avrupa'nın önde gelen liderlerinden biri sayılıyor.AB'nin politikalarına karşı çıkması (kendisine yakıştırılan sıfatlardan biri de "eleştirmen"dir) hiçbir şekilde saygınlığını gölgelemiyor. Verdiği demeçler, çeşitli forumlarda yaptığı konuşmalar, yazdığı kitaplar (sayısı 20'yi buluyor) dünya çapında ilgi görüyor.Türkçeye çevrilen ve bugün piyasaya çıkması beklenen son eseriyle herhalde Türk kamuoyu da Klaus'u ve fikirlerini daha yakından tanımak fırsatını bulacak...* * *İKİ yıl önce cumhurbaşkanı koltuğuna oturan Klaus daha çok bir düşünür ve aydın olarak AB'nin gidişatına şiddetle karşı çıkıyor. Temelde AB'ye muhalif değil. Çek Cumhuriyeti'nin geçen yıl üye olmasına da karşı çıkmadı. Onun deyişiyle bu, "komünist rejimden sonra demokrasiye geçen ve Avrupa'nın merkezinde bulunan Çekler için doğal bir sonuçtu".Ama o, son zamanlarda AB'nin