Burada yetkililer, yerli ve yabancı meslektaşlar ve "sokaktaki adam"larla yaptığımız görüşmelerin ışığında, diyebiliriz ki Rum tarafının "evet" ("ne") demesi olasılığı çok çok zayıf (veya nerede ise hiç yok)...Bir ara ibrenin hafifçe "ohi"den "ne"ya kaymakta olduğu görüldü, ama son 24 saatte bu da durdu. "Hayır"dan hayır bekleyenlerin sayısı o kadar fazla ki, bir yabancı gözlemcinin deyişi ile "evet"in çıkması için "bir mucize" gerek...O da pek görünürde yok doğrusu. Referanduma 24 saat kala "evet" lehinde artık "hayır kalmadı"! Şöyle ki:• Cumhurbaşkanı Papadopulos ve partisi kesin "hayır" diyor.• Hükümet ortağı (ve yüzde 35 destekli) AKEL, özellikle istediği garantilerin verilmemesi ve BM Güvenlik Konseyinden bu yönde bir karar çıkmaması sonucunda "hayır" cephesinde yer alıyor. Gerçi bazı AKEL mensupları - hatta bakanları - "evet" denmesinden yana; ama çoğunluk "ohi"ci...• Yüzde 30 destekli anamuhalefet DİSİ, aslında "evet"in tek güçlü sesi. Ama bu partiden de çatlak ("ohi") sesleri gelmeye başladı. Lefkoşada aynı gün DİSİnin iki ayrı mitinginde, iki zıt görüş ifade edildi.• EDEK ve diğer ufak partiler de "hayır"dan hayır bekleyenlerden...• Tabii "evet" için yoğun bir kampanya
Öyle bir referandum ki, iki kesimde de, cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan liderler, kendi halklarını "hayır" demeye çağırıyor...Buna karşılık, Kuzeyde Başbakan güçlü bir "evet" için kampanya yürütüyor. Hatta bu kampanyayı Güneye de taşımaya uğraşıyor.Güneyde ise, Cumhurbaşkanının iktidar ortağı olan parti (AKEL) referandumun ertelenmemesi halinde "hayır" diyeceğini öne sürüyor, ancak istediği güvencelerin (BM tarafından) verilmesi halinde tavrını ("evet"in lehinde) değiştireceğini belirtiyor...***BU ilginç tablodaki garipliklerden biri de, birbirlerinden hiç mi hiç hoşlanmayan, görüşleri taban tabana zıt olan Rauf Denktaş ile Tassos Papadopulosun, "hayır" çizgisinde buluşmasıdır.Rum lider New York - Lefkoşa - Bürgenstock hattındaki müzakere sürecinin tamamında hazır bulundu. BM Genel Sekreterinin taraflara son şekli ile sunduğu plana karşı referandumda "hayır" denmesi gerektiğini ise, ancak adaya döndükten sonra açıkladı.Denktaş ise müzakere sürecinin sadece New York - Lefkoşa faslına katıldı, plana her hali ile karşı çıktığı için, Bürgenstocka gitmek lüzumunu duymadı.Buna karşılık, Bürgenstockta Annan planını Serdar Denktaş ile birlikte müzakere eden Başbakan Mehmet Ali Talat, Türk
Yeni Fransız Dışişleri Bakanı Michel Barniernin önceki günkü demeci, resmi tutumu biraz netleştirdi, ama doğrusu kuşkuları tam dağıtmadı. Bakan bir yandan ABnin Türkiyeye sırt çevirmemesi gerektiğini söyledi, öte yandan da bugünkü koşullarda Türkiyenin üyeliğinin söz konusu olamayacağını belirtti.*** FRANSAnın şimdiki pozisyonunu değerlendirirken, şu noktayı dikkate almak gerek: ABnin Türkiyeye müzakere tarihini vermesi ile Türkiyenin AB üyeliği, iki ayrı konu. Barnier dahil, Fransız yetkilileri tarih verilmesi aleyhinde konuşmuyorlar. Komisyonun bu yılın sonlarında açıklayacağı rapora göre, diğer üyelerle birlikte, karar vereceğini belirtiyorlar.Son olarak Pariste katıldığımız konu ile ilgili bir konferansta Fransızlardan duyduğumuz şey de, Parisin tarih verme konusunda bir engel çıkarmayacağı yönünde idi. Yani şu sırada - iç siyasi nedenlerle - suskunluğu yeğleyen Cumhurbaşkanı Chirac, zamanı gelince (yani aralık ayında) büyük olasılıkla Almanya Şansölyesi Schröder ile danışma içinde, kararını verecek. Ve eğer Komisyon raporu olumlu ise (veya olumsuz değilse) bu karar, Türkiyeye tarih verilmesi yönünde olacak...***ÜYELİK konusuna gelince, Barnier ve diğer birçok Fransız
Kuşkusuz, daha önce de defalarca belirttiğimiz gibi, en iyisi "çifte evet" ile, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulmasıdır. Ancak bunun gerçekleşmemesi halinde KKTCnin tanınması ve ambargonun kalkması gündeme gelecektir.Önce, KKTCnin tanınması" olasılığına daha yakından bakalım. Açıkçası, BM Güvenlik Konseyinin daha önceki kararları, buna imkan vermiyor. Velev ki, önemli üyelerden biri çıkıp bu kararı değiştirsin. Veya, ülkelerden biri tek yanlı bir kararla KKTC ile diplomatik ilişkiler kurma cesaretini göstersin...Referandumdan sonraki ilk aşamada ikisi de zayıf olasılık. Belki daha ileride - o da uluslararası konjonktüre göre - olabilir...***AMBARGO konusunda, bir hareketlilik görülebilir. Ama gene kısa vadede, "ambargo kalkacak, KKTCnin ekonomisi düzelecek" gibi bir iyimserliğe kapılmamak lazım.ABnin "ambargo" uygulamaya başladığı 1994ten önce, KKTCnin Avrupaya ihracatı topu topu 60 - 70 milyon dolardı. Şimdi diyelim ki, AB KKTC ile ticaret yapmakta üye ülkeleri serbest bırakacak. KKTC bir "ihracat patlaması" mı gerçekleştirecek? İmkansız. Çünkü KKTCnin ihraç edecek ürün ve mallarının sayısı (narenciye, sebze, süt mamulleri, tekstil) çok kısıtlı. Ayrıca KKTCnin enerji sorunu,
O zaman, daha önce olduğu gibi, Türk tarafı çözüm istememekle, hiçbir uzlaşmaya yanaşmamakla suçlanacak, Ankara ağır baskılar altında kalacaktı. Rum tarafı ise, bu durumdan yararlanıp çözüm planını kabul ediyor gibi görünecek ve daha önce oynadığı oyunu tekrarlayıp anlaşmaya varılamamasının suçunu Türklere yükleyecekti. Oysa ki Kopenhag fiyaskosundan sonra, Papadopulos (ve de Klerides) baklayı ağzından çıkarmış, Rum tarafının Denktaşın planı reddetmesi üzerine, "evet" der gibi yaptığını itiraf etmişti...***TÜRK diplomasisinin atağı işte bu oyunun bir daha sahnelenmesini önledi. Ankara, girişimci ve olumlu tavrı ile, dünyaya Türk tarafının gerçekten çözüm istediğini, Annan planının - mükemmel olmamakla beraber - anlaşmaya giden tek yol olduğuna inandığını ortaya koydu.Uluslararası camia Türkiyenin bu davranışını alkışlarken, Kıbrıs Rum yönetimi bu kez gerçek yüzünü de gösterdi. İşte şimdi belli başlı tüm partilerin el birliği ile, onlar "ohi" demeye hazırlanıyorlar.Bunun sonucunda uluslararası topluluk şimdi Rum tarafını eleştiriyor ve baskı altında tutmaya çalışıyor.Gerçi bu, daha önce ABnin "genişleme" politikası çerçevesinde 1 Mayısta Kıbrısı (diğer 9 ülke ile birlikte) resmen
Doğrusu Rumların "hayır"ından, KKTC ve Türkiye açısından, ne kadar hayır geleceği sorulmaya değer. Daha önce de yazdığımız gibi, çözümsüzlük anlamındaki böyle bir durumun yaratacağı komplikasyonları, maddi manevi kayıpları da iyice hesaba katmak lazım...Rum tarafının referanduma "hayır" demeye hazırlanması, ilk bakışta mantıksız görünebilir. Ama Rumların - rasyonel olmasa da - Annan planına karşı çıkmaları için, kendilerine göre nedenleri var. Tassos Papadopulos gibi vizyonu kıt, aşırı milliyetçi bir liderin veya tamamen duygusal davranan bir kısım halkın çözüm fırsatını tepmelerine diyecek yok. Ancak başta Annan planı temelinde uzlaşmaya taraftar görünen güçlü AKELin (ve muhalefetteki DİSİnin) şimdi "Ret Cephesi"ne katılması, gerçekten bütün umutları dağıtıyor.***REFERANDUMA 9 gün kala, bütün belirtiler Güney Kıbrısta "hayır" havasının giderek yaygınlaştığını gösteriyor. Artık bunun "evet"e dönüşmesi, bir Batılı diplomatın deyişi ile, "mucize" olur...Bunu kim, nasıl sağlayabilir? AB mi? ABD veya BM mi? Yoksa Yunanistan mı?• ABden başlayalım: Aslında bugünkü açmazın başlıca sorumlusu odur. Eğer daha baştan "çözüm olmasa dahi, sadece Rum kesimini üye olarak alırız" demeseydi ve tüm
İslam ve demokrasi... Son zamanlarda Batıda çok konuşulan, üzerinde çok şey yazılan bir konu... Ama İslam dünyası her nedense bu konuyu ele almaya tereddüt ediyor. Geçen ay Tunusta yapılan Arap Birliği zirvesinde, demokratik reformlar konusu gündeme gelir gelmez anlaşmazlık çıktı ve toplantı daha başlamadan dağıldı...İstanbulda, geniş bir coğrafyayı temsilen gelen, bir kısmı yönetime, bir kısmı ise muhalefete veya sivil toplum kuruluşlarına mensup kişiler, bu konuları büyük bir rahatlıkla görüştüler ve bugün kuruluşu resmen ilan edilmesi beklenen "Demokrasi Platformu"nun temelini attılar...***ASLINDA bu fikir başta (ne garip ki bölgeden değil) "dışarıdan", ABDdeki Ulusal Demokrasi Enstitüsü (NDI)nden geldi ve BM Kalkınma Programı (UNDP)nın katkısı ile yaşama geçirildi. Toplantının gerçekleştirilmesinde Türk Demokrasi Vakfının da büyük rolü oldu.Ürdün Dışişleri Bakanı Marwan Muasherin belirttiği gibi, reformlar konusunda dışarıdan gelen "girişimlere" karşı koymak, doğrudan doğruya "reformlara "karşı koymaya dönüşmemelidir. Bakanın deyişi ile "Eğer biz buna hazır olmazsak, başkaları bunu yaptırmak isterler"...Açılış konuşmasını yapan Devlet Bakanı Cemil Çiçekin de bu doğrultuda
Rum kesiminin en etkin siyasi gücü olan AKELin referandumun ertelenmesini istemesi (ve bu kabul edilmezse "hayır" diyeceğini bildirmesi), dengeleri altüst etti, BMyi, ABDyi ve AByi şaşırttı, hatta telaşlandırdı.Dün Lefkoşadaki bir Rum meslektaşımızla, telefonla AKELin sürpriz tavrını, bunun etkilerini ve Rum tarafından gelecek bir "hayır"ın olası sonuçlarını tartıştık. Edindiğimiz kanaat şu:• AKELin aldığı karardan dönmesi olanaksız. Papadopulos da "hayır" dediğine göre, ayın 24ünde sandıktan çıkacak sonuç belli...• Rum halkı, Annan planının kendilerine büyük haksızlık yaptığı kanısında. Çoğunluk bunun kabul edilmesinin ayrıca gelecek için ciddi riskler taşımasından korkuyor. Gerçi "hayır" diyecek olanlar arasında, bunun adanın bölünmüşlüğünü pekiştireceğini, bugünkü "Yeşil Hat"tın kalıcı bir "hudut" haline geleceğini fark edenler var. Ama onlar da sonuçta bunu Annan planının yaratacağı yeni durumdan daha az sakıncalı buluyorlar...Referandum tarihine kadar "evet" yönünde bir gelişme olması ihtimali zayıf görüldüğüne göre, başka ne beklenebilir? Lefkoşadaki diplomatların bu soruya yanıtı şöyle: "Rumlara bir kez daha referandum yaptırılabilir" (AB içinde emsali var)... Ama Rum