Barışma zamanı

11 Temmuz 2001


<#comment>Fırtına kopunca telaşlanıyor, ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Fırtına geçti mi, her şeyi unutuyor, alınması gereken önlemlerin arkasını getirmiyoruz...
Depremden ekonomiye ve dış sorunlara varıncaya kadar, sıkıntılı durumlarda tipik tutumumuz bu.
Buna daha birkaç ay öncesine kadar gündemin başında yer alan, Ermeni sorunu dahil.
Örneğin bu yılın başlarında Fransa'da Ulusal Meclis'in Ermeni soykırımı ile ilgili yasayı onayladığı günleri hatırlayalım. Ne biçim sert tepkiler gösterildi, neler söylendi, neler yazıldı...
Şimdi Fransa ile bütün bu olup bitenlerin ardından, ilişkileri normalleştirilecek adımlar atılıyor. Dün de yazdığımız gibi, doğrusu budur. Ne Fransa, ne başka bir ülke ile ilişkilerimizin Ermeni engeline takılmasına ve ona tutsak hale gelmesine izin vermemeliyiz.Ama bu arada "Ermeni faktörü"nün ortadan kalkmadığını, fırtına yatışmış olsa da, havanın yer yer yeniden patlayabileceğini düşünerek gereken önlemleri almak gerektiğini de unutmamalıyız.* * *BU bizi, Fransa'dan ABD'ye, Kanada'dan Avustralya'ya kadar, çeşitli ülkelerde Ermeni faaliyetine karşı ne yapmak gerektiğinin iyice belirlenmesi konusuna götürüyor.
Bu

Yazının Devamı

Hep düşman kalınmaz

10 Temmuz 2001

Şimdi iki ülke arasındaki buzların erime sürecine girmekte olduğuna ilişkin işaretler var. Yarın kalabalık bir Fransız işadamları heyetinin Türkiye'ye gelişi, bu yumuşamanın ilk somut gelişmesini oluşturuyor. Ardından, bu ayın sonunda Fransa Dışişleri Bakanı Hubert Vedrine'in Ankara'ya yapacağı ziyaret, ilişkilerin tekrar normale d"nüşünde ileri bir adım daha olacak...* * * FRANSIZ işadamları heyetinin ziyareti iki bakımdan "nem taşıyor: Bir kere bizim TšSİAD'ın muadili olan MEDEF' i temsilen gelecek olan 70 kişilik grupta Fransa'nın en "nde gelen sanayicileri ve yatırımcıları var. Bunun son yıllarda Fransa'nın bir dış ülkeye yaptığı en "nemli "işadamları çıkarması" olduğu s"yleniyor ki, bu da Fransızların Türkiye'ye verdiği "nemi g"steriyor.İkinci husus da, bu ziyaretin, bir soğukluk ve hatta gerginlik d"neminden sonra, ilişkilerin yeniden rayına oturtulması konusunda Fransız hükümetinin arzusunu g"stermesidir. Diğer bir deyişle, bu bir ticaret heyetinin "sıradan" gezisi olmayacak. Heyetin Başbakan Ecevit tarafından kabul edilecek olması da bunun bir belirtisidir...Fransız Meclisi'nin mahut kararının kopardığı fırtınanın, nispeten kısa zamanda dinmeye yüz tuttuğu ve bunda

Yazının Devamı

Hep düşman kalınmaz

10 Temmuz 2001


<#comment>Henüz altı ay önce Türkiye, Fransa'ya ateş püskürüyordu. Fransız Ulusal Meclisi'nin Ermeni soykırımı iddialarını tescil eden tasarıyı yasalaştırması üzerine, bütün Türkiye ayağa kalkmıştı. Halk ve medya öfkesini ve nefretini sergilerken, hükümet de bir Eylem Planı ile Fransa'yı "cezalandırma"ya yönelik bir dizi önlemi uygulamaya koyuyordu. Bu arada Paris'teki Türk Büyükelçisi geri çağrılarak diplomatik ilişkiler donduruluyor, Fransa ile özellikle savunma alanındaki ihaleler iptal ediliyor, Fransız mallarına boykot ilan ediliyordu...
Şimdi iki ülke arasındaki buzların erime sürecine girmekte olduğuna ilişkin işaretler var. Yarın kalabalık bir Fransız işadamları heyetinin Türkiye'ye gelişi, bu yumuşamanın ilk somut gelişmesini oluşturuyor. Ardından, bu ayın sonunda Fransa Dışişleri Bakanı Hubert Vedrine'in Ankara'ya yapacağı ziyaret, ilişkilerin tekrar normale dönüşünde ileri bir adım daha olacak...
* * *
FRANSIZ işadamları heyetinin ziyareti iki bakımdan önem taşıyor: Bir kere bizim TÜSİAD'ın muadili olan MEDEF'i temsilen gelecek olan 70 kişilik grupta Fransa'nın en önde gelen sanayicileri ve yatırımcıları var. Bunun son yıllarda Fransa'nın bir dış ülkeye

Yazının Devamı

Keşke...

7 Temmuz 2001


<#comment>KEŞKE Türkiye, karşılaştığı ekonomik kriz nedeni ile, IMF'ye yeniden başvurmak zorunda kalmasaydı...
Keşke hükümet, ihtiyacı olan dış kredileri sağlamak için, yerine getirilmesi zor olan bazı şartları kapsayan belgeleri imzalamak durumuna düşmeseydi...
Keşke koalisyon ortakları özellikle Telekom konusunda aldıkları kararın IMF ve Dünya Bankası'nın tepkisine yol açabileceğini önceden hesaplayıp, yeni yardım diliminin askıya alınmasına neden olmasaydı...
Keşke Türkiye bu şekilde dünyaya (özellikle piyasalara) sözünü tam yerine getirmeyen bir ülke görünümünü vermeseydi...
Ve nihayet... Keşke hükümet, böyle bir olaydan ekonomisinin daha da sarsılmayacağından emin olarak, "biz haklıyız, boyun eğmeyeceğiz, hatta gerekirse bu anlaşmadan vazgeçeceğiz ve başka olanakları kullanarak yolumuza devam edeceğiz" diyebilecek durumda olsaydı...
* * *

Yazının Devamı

Suçlu bir değil...

6 Temmuz 2001

Bu sorular, Miloşeviç davasının siyasi ve ahlaki boyutlarını uluslararası platformda tartışmaya açıyor. Lahey'de "zel olarak kurulan mahkemenin yetkisi ve davanın salt hukuki y"nü bu tartışmanın dışında kalıyor. Miloşeviç 12 dakikalık ilk duruşmada mahkemeye meydan okumuş olabilir. Bu onu yandaşlarının g"zünde yüceltmiş de olabilir. Ancak sanığın BM kararı ile kurulan mahkemeyi tanımadığını s"ylemesi ve davanın "NATO'nun Yugoslavya'ya karşı işlediği savaş suçunu "rtmek için açıldığını" iddia etmesi, ne hukuki, ne fiili bir değer taşıyor. Miloşeviç bu mahkemede yargılanacak ve sonunda herhalde mahkum olacaktır...* * * ASLINDA Yugoslavya'nın dağılmasının ardından Bosna'da, daha sonra da Kosova'da işlenen insanlık suçlarının tek sorumlusu Miloşeviç değil. Eğer Lahey'deki mahkeme sadece Miloşeviç davası ile yetinirse, bu yarım kalmış bir adalet olur. Bilinen diğer suçluların başında Bosna'da fiilen etnik temizlik kampanyasını yürüten Radovan Karaciç ve Ratko Mladiç var. Bosna'da saklandığı s"ylenen bu iki "kasap"ın şimdiye kadar peşine pek düşen olmadı. Şimdi, Lahey mahkemesinin faaliyete geçmesi ile hızlandırılan arama sonucunda yakalanmaları ve uluslararası adalete teslim edilmeleri

Yazının Devamı

Suçlu bir değil...

6 Temmuz 2001


<#comment>Eski Yugoslavya Cumhurbaşkanı Slobodan Miloşeviç'in Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'ne çıkmasının ardından bir dizi soru gündeme geldi: Tek suçlu "Slobo" mu? Onun başlattığı etnik temizlikte başkalarının payı yok mu? Onlar ne olacak? Ya dünyanın çeşitli yerlerinde işlenen diğer insanlık suçlarının hesabını kim soracak?..
Bu sorular, Miloşeviç davasının siyasi ve ahlaki boyutlarını uluslararası platformda tartışmaya açıyor.Lahey'de özel olarak kurulan mahkemenin yetkisi ve davanın salt hukuki yönü bu tartışmanın dışında kalıyor. Miloşeviç 12 dakikalık ilk duruşmada mahkemeye meydan okumuş olabilir. Bu onu yandaşlarının gözünde yüceltmiş de olabilir. Ancak sanığın BM kararı ile kurulan mahkemeyi tanımadığını söylemesi ve davanın "NATO'nun Yugoslavya'ya karşı işlediği savaş suçunu örtmek için açıldığını" iddia etmesi, ne hukuki, ne fiili bir değer taşıyor. Miloşeviç bu mahkemede yargılanacak ve sonunda herhalde mahkum olacaktır...
* * *
ASLINDA Yugoslavya'nın dağılmasının ardından Bosna'da, daha sonra da Kosova'da işlenen insanlık suçlarının tek sorumlusu Miloşeviç değil. Eğer Lahey'deki mahkeme sadece Miloşeviç davası ile yetinirse, bu yarım

Yazının Devamı

IMF ile krizin asıl nedeni

5 Temmuz 2001

Emlak Bankası ile Telekom üzerindeki anlaşmazlık, aslında çok daha derinlerde yatan bir sorunun yansımasıdır. IMF ile olduğu gibi, AB ile ilişkilerde de zaman zaman ortaya çıkan bu tür uyuşmazlıkların esas nedenini, Türk toplumunun çelişen dinamiklerinde aramak gerek.* * * TšRKİYE bir yandan modernleşmeyi, küreselleşmeyi ve Batı ile bütünleşmeyi amaçlayan, "te yandan da kendi benliğini, değerlerini ve alışkanlıklarını sürdürmek isteyen iki farklı akıma sahne oluyor.Toplumun çeşitli kesimlerinde g"rülen bu "zellik, siyasete ve y"netime de aksediyor.K"klü yapısal değişikliklerin gerektirdiği hallerde, reformcu anlayış ile buna karşı direnen tutucu zihniyet karşı karşıya geliyor.Bu sürtüşme ya iki g"rüşten birinin üstün gelmesi ile ya da bir orta yolun bulunması ile sonuçlanıyor. Ne var ki içeride bulunan orta yol formülü çoğu zaman dışarıdaki beklentileri karşılamıyor. Ve sonuçta Türkiye ile dışarıdaki muhatapları arasında sorun çıkıyor...* * *DAHA "nceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi, IMF ve AB ile zaman zaman beliren anlaşmazlıklar arasındaki benzerlik işte bu nedene dayanıyor. Bunu, Türkiye'nin "kabuk değiştirme sancısı" olarak niteleyebiliriz.Evet, Türkiye bir metamorfoz ve

Yazının Devamı