NATO yolu ile AB'ye baskı...

20 Temmuz 2000


       Konu AB ile ilgili. Ama karar NATO'dan çıktı...
       Avrupa Birliği'nin oluşturmaya çalıştığı "askeri kanadı"na Türkiye'nin ne şekilde katılacağı aylardan beri gündemde.
       AB, şimdiki yeni adı ile "Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası" (AGSP) çerçevesinde, bağımsız bir askeri güce sahip olmayı planlıyor. Üç yıl içinde gerçekleşmesi beklenen bu plana göre AB, 60 bin kişilik bir "acil müdahale gücü" kuracak ve Avrupa'da - ve gerekirse başka bölgelerde - sıcak çatışmalara engel olmak veya son vermek için "barış operasyonları" düzenleyecek.
       AB'nin elinde bu tür harekat için gerekli olanaklar (askeri üs, haber - alma, ulaşım, yüksek teknolojili savaş araç - gereçleri) tam olarak bulunmadığı için NATO'nun yardımına ihtiyacı var. AB'nin böyle hallerde başvuracağı ülkelerden biri de, önemli jeo - stratejik konumu nedeni ile Türkiye'dir.
       * * *
       ANKARA, AB'nin olası operasyonlarına katılabilmesi ve kendi askeri tesislerini ona açabilmesi için, mutlaka

Yazının Devamı

AB'nin beklentileri...

19 Temmuz 2000


      Türkiye - AB ilişkilerinde, AB'nin beklentileri ile Ankara'nın görüşleri arasında ciddi bir sürtüşme mi var?
       AB Komisyonu üyesi Gunter Verheugen'in geçen hafta Ankara'da yaptığı görüşmelerin ardından medyada çıkan haberler, böyle bir izlenim yaratmıştır.
       Örneğin Verheugen'in Türk tarafına bir belge taslağı verdiği, bunun da "Kürtçe televizyona izin verilmesi, Kürtçe eğitimin serbest bırakılması" şartını koştuğu öne sürülüyor. Belgenin Kıbrıs'la ilgili bölümünde de KKTC'nin "yok sayıldığı"na işaret ediliyor ve sonuçta Verheugen'in sunduğu taslağın Ankara'da sıkıntı yarattığı belirtiliyor.
       Dün konu ile ilgili sorular yönelten gazetecilere Başbakan Bülent Ecevit, "ortada taslak yok, Verheugen ile sadece görüş alışverişinde bulunduk" demekle yetindi. Ve de, Türkiye'nin üyelik yolunda önemli adımlar attığını ve AB hedeflerine erken bir tarihte varabileceğini ekledi...
       * * *
      ASLINDA Verheugen, Ankara'daki temasları sırasında, Dışişleri Bakanı

Yazının Devamı

"Milliyet" ile yarım yüzyıl...

18 Temmuz 2000


       "Milliyet" gazetesinin kuruluşunun 50. yıldönümü kutlama etkinliklerinin en önemlisi, dün gece Dolmabahçe Sarayı'nda verilen görkemli resepsiyon ile gerçekleşti.
       Ülkemizin çeşitli alanlarda önde gelen şahsiyetlerinin katıldığı bu kutlama töreni, bir kez daha "Milliyet"in Türk medyasındaki ve genelde Türkiye'deki seçkin ve etkin yerini ortaya koydu.
       Bu tür yıldönümleri, geçmişe ilişkin birtakım anıların canlanmasına yol açar.
       Bugün bu olayın heyecanı ile, bu köşede "Milliyet"in tarihçesi çerçevesinde duygularımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
       Bunu da "Milliyet'in en eskisi" veya "duayeni" olmanın verdiği cesaretle yaptığımı söylemeliyim.
       Evet, "Milliyet"te - yeni şekli ile yayına başladığı 1954'ten bu yana - yani 46 yıldan beri "kesintisiz olarak" çalışmanın bana kazandırdığı onurlu bir sıfat bu...

Yazının Devamı

Fransız modeli...

15 Temmuz 2000


      Ulus - devlet ve güçlü merkezi yönetim sistemi konusunda çok hassas olan Fransa, bu temel kavramına Anayasa'sını değiştirmeden, bir esneklik getirme çabası içinde görünüyor.
       Başbakan Lionel Jospin'in hafta içinde açıkladığı "Korsika Planı", Fransız hükümetinin günümüzün koşullarına ve zorunluklarına uymak için, eski tutumunu değiştirmekte olduğunu ortaya koyuyor.
       Gerçi Fransa, örneğin Kuzey İrlanda - ve hatta İskoçya ve Galler - konusunda İngiltere'nin ve Bask bölgesi konusunda da İspanya'nın giriştiği köklü reformlara benzer bir politika değişikliğine yönelmiyor. Fransa'nın Korsika'ya veya ülkesinin herhangi bir başka bölgesine özerklik vermesi, hatta "yetki nakli" (devolution) ilkesini benimsemesi söz konusu değil.
      Fransa, toprak bütünlüğü, ulusal birlik - ve bu arada dil birliği - konusundaki geleneksel pozisyonunu koruyor ve bu anlayışını savunan Anayasa'sını da değiştirmeyi hiç düşünmüyor.
       Ancak, Korsika'daki olaylar, Fransız yetkililerini, bu temel pozisyon çerçevesinde,

Yazının Devamı

Beşşar dönemi başlarken...

14 Temmuz 2000


       Hafta başında Suriye'de düzenlenen referandumda oyların yüzde 97'sini alan "tek aday" Beşşar Esad, babası Hafız Esad'ın miras bıraktığı Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmaya artık hazır. Şimdi tek bir formalite kalıyor: O da önümüzdeki pazartesi günü ant içmek ve işe resmen başlamak.
       Tabii Hafız Esad'ın ölümünden sonra Suriye'de iktidar değişikliğinin başka türlü olması beklenmiyordu. Müteveffa Başkan, yaşamının son günlerinde, "yumuşak geçişi" sağlamak için her şeyi hazırlamıştı. "Vasiyeti"ne göre, 34 yaşındaki göz doktoru Beşşar'ın aday ilan edilmesi için Anayasa'da değişiklik yapılmış, Meclis'in onayına paralel olarak Baas Partisi de onu lider olarak seçmiş, orduya hakim olması için de kendisine general rütbesi ve başkomutan payesi verilmiştir.
      Böylece Beşşar Esad, bütün bu sıfatlarla "mücehhez" olarak Suriye'nin yönetimini ele alıyor. Şimdi sorulan bir dizi soru var: Siyasetin ve ordunun dışından gelen genç Başkan duruma hakim olabilecek mi? Devletin güçlü organları olan istihbarat servisleri (beş ayrı örgüt) ve silahlı kuvvetlerin başındaki subaylar ona -

Yazının Devamı

"Komiser" ne ister?..

13 Temmuz 2000


       Dün Ankara'ya gelen "AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Komiseri" Günter Verheugen'in Türk yetkilileri ile iki günlük görüşmeleri, Türkiye'nin AB ile bütünleşme şansının ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyacak.
       Önce, konuk AB yetkilisinin, Türkçeye aynen çevrildiği zaman kafaları karıştıran sıfatını biraz açmak gerek. Çünkü Avrupa Birliği'nde kullanılan terimler - Ankara'da ve diğer başkentlerde sadece bu işle meşgul kimselerin dışında - geniş halk kitlelerinin kolayca anlayacağı cinsten değil!
       Nitekim "Komisyon" adını taşıyan organ, AB'nin Yürütme Kurulu, yani bir nevi hükümetidir. "Komiser" ise (polis teşkilatındaki komiserden çok farklı) bu kurulun bir üyesidir...
       Bu duruma göre Verheugen, AB'nin icra kurulunda "genişleme" yani birliğe üye olmak isteyen Türkiye dahil, 13 aday ülke ile ilgili politikaları ve işleri yürüten yetkilidir.
       * * *
       ALMAN asıllı diplomatın sıfatının önemini böylece belirttikten sonra, şu sırada Türkiye'ye neden

Yazının Devamı

Bu zirve bizim için de önemli...

12 Temmuz 2000


       Camp David'de dün başlayan Ortadoğu barış zirvesinin en önemli yanı, böyle bir toplantının gerçekleşebilmiş olmasıdır.
       Daha bir hafta öncesine kadar, Başkan Clinton'ın Ehud Barak ve Yaser Arafat'a ilettiği davete, İsrailliler de, Filistinliler de soğuk bakıyordu. En azından iki liderin de karşılaştıkları muhalefeti ve tereddütleri aşarak, Camp David'de buluşmaya karar vermeleri, cesur ve umut verici bir adım sayılır.
       Gözlemciler "Camp David II"yi, Arap - İsrail anlaşmazlıklarının en önemlisi ve tehlikelisi olan Filistin sorununun çözümü için "son fırsat" sayıyorlar.
       Gerçekten bu toplantı (Mısır Başkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menahem Begin'in 1988'de katıldığı) birinci Camp David zirvesi gibi "mutlu son" ile noktalanabilecek mi?
      Bunun hiçbir teminatı yok tabii. En iyimser tahminlere göre, "50 - 50 şans" var. Ancak Clinton şu sözlerinde haklı: "Başarı için bir garanti yok ama, böyle bir denemeye girişmemek, başarısızlığın garantisi olurdu... İşi zamana bırakmak artık bir

Yazının Devamı

Azeri gazına yeşil ışık...

11 Temmuz 2000


       Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, bugün ikinci dış gezisini - KKTC'nin ardından - Azerbaycan'a yapması, özel bir anlam taşıyor.
      Bu ziyaret, Türkiye'nin dış politikasında Azerbaycan'a verdiği önceliği ve önemi olduğu kadar, bu kardeş ülke ile ilişkilerin artık kurumlaştığını gösteriyor.
       Özellikle son dönemde eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, Azeri meslektaşı Haydar Aliyev ile geliştirdiği kişisel dostluk hatırlandığında, Sezer'in Bakü'ye bu ilk ziyareti, iki ülke arasındaki bağların sadece kişilere bağlı olmadığını ve sağlam zemine oturan bu ilişkilerde devamlılığın sağlandığını ortaya koyuyor.
       * * *
       TÜRKİYE - Azerbaycan ilişkileri artık dil, din, kültür gibi ortak birçok değerlerin yanı sıra, stratejik ve ekonomik ortak çıkarlara da dayanan gerçek bir partnerliğe dönüşmüştür.
      Diğer bir deyişle iki ülke arasındaki ilişkiler, platonik ve kişilere bağlı olmaktan çıkmış, rasyonel ve pratik bir aşamaya girmiş bulunuyor.

Yazının Devamı