Umarız sonunda hüsrana uğramaz, "biz bu filmi daha önce görmüştük" demek zorunda kalmayız.
Gene de Türk - Yunan diyaloğunun başlamasına sevinmek lazım. Her ne kadar Cem - Papandreu buluşmasında kararlaştırılan yeni müzakere süreci, iki ülke arasındaki esas "sıcak" konuları (Ege ile ilgili sorunları) kapsamada da...
İki Bakan'ın, bir gerginlik döneminden sonra bir araya gelmiş olması, önemli bir gelişme. Ama asıl önemli olan, 2 saatlik görüşme sonunda, 5 ayrı konu üzerinde diyaloğu - hemen temmuz sonunda - başlatmak kararına varmış olmalarıdır.
Bu konulardan biri de, terorizm. Atina'nın sonunda, terörle mücadelede ikili işbirliği yapılması ve bu amaçla bir anlaşma imzalanması konusundaki Türk önerisini bu yeni müzakere sürecine dahil etmeye razı olması, Yunan pozisyonunda bir değişikliğe işaret ediyor.* * *BU yeni süreç ne sonuç verir?İşin başında tahminde bulunmak mümkün değil. Hele, daha önce "seyrettiğimiz filmleri" hatırlarsak...1988'de Davos süreci, daha sonra bakanlar düzeyindeki periyodik toplantılar, 1990'ların başında güven artırıcı önlemler konusunda yapılan görüşmeler,
Öcalan'ın idamı kararının ardından başlayan siyasi ağırlıklı sürecin önemli bir boyutunu, Türkiye'nin dış ilişkileri oluşturacak.
Bu bağlamda yabancı ülkelerden ve uluslararası kuruluşlardan tepkiler, hatta baskılar gelecek. Bunun ilk belirtileri görülmeye başlandı bile.
Bu durum Türkiye'nin Avrupa ülkeleri ve Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği gibi kuruluşları ile ilişkilerini nasıl etkileyecek? Ankara bu tepkilere karşı nasıl hareket etmeli?
Bu işin sorumluluğu, önemli ölçüde Dışişleri Bakanlığı'nın omuzlarında.
Türk dış politikasına yön veren çevreler bu konuda ne düşünüyor?
* * *
Öcalan olayının ta başında olduğu gibi, DGM'nin idam kararını açıklaması konusunda da, dış dünyanın gösterdiği tepki, oldukça karışık, hatta çelişkili...
Bir kısım ülkeler kararı saygı ile karşılıyor, yargılamanın adil esaslara göre yapıldığına inanıyor ve kararla ilgili sürecin bundan sonraki aşamasının dikkatle izleneceğini belirtiyor. ABD'nin tepkisi bu mealdedir. Washington gibi diğer bazı ülkeler, - Öcalan'ın terör eylemlerine ilişkin suçlamaları inkar etmediğini de anımsayarak - mahkemenin kararını eleştirmek yerine, bu olayın toplumsal uzlaşma için bir fırsat olarak kullanılması gerektiğini savunuyor.
Buna karşılık, mahkemenin idam cezasına karşı çıkanlar ve bu kararın mutlaka değiştirilmesi gerektiğini öne sürenler var. Avrupa ülkelerinin ve kuruluşlarının genel tepkisi bu yönde olmakla beraber, bunda da farklı nedenlerle farklı tavırlar sergileniyor. Bazısı (İtalya gibi) cezayı haksız buluyor ve bunun infaz edilmesi halinde, Türkiye'nin Avrupa kurumlarından dışlanması gerektiğini iddia ediyor. Bazısı (İngiltere gibi) idam cezasına karşı olan AB'nin Öcalan'a karşı cezanın hapse çevrilmesi için devreye girmesi çağrısında bulunuyor.
Türk - Yunan mektup diplomasisi, nihayet iki ülke arasında diyalog yolunu açacak gibi görünüyor.
Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in Yunan meslektaşı Yorgo Papandreu ile New York'ta bu hafta yapacağı görüşmede, bunun ne ölçüde mümkün olacağı belli olacak.
İki bakan anlaşabilirse, başlayacak diyalog terörizm dahil, ticaretten çevreye kadar - bu aşamada Ege ile ilgili çeşitli uyuşmazlıkların dışında - bir dizi konuyu kapsayacak.
Aslında Cem, 24 Mayıs tarihli mektubunda, münhasıran terörizmin ele alınacağı ve terörle mücadele amaçlı ikili anlaşma olanaklarının araştırılacağı bir görüşme önermişti.
Papandreu, bir ay sonra (26 Haziran'da) verdiği yanıtta, kültür, turizm, çevre ve ekonomik işbirliğinin yanı sıra, organize suç, uyuşturucu kaçakçılığı, kaçak göçmen geçişleri ile terörizmin de görüşüleceği ve bütün bu alanlarda işbirliği imkanlarının araştırılacağı bir diyaloğa açık olduğunu bildirdi.
* * *
Demokrasilerde parlamentoların Dışişleri Komisyonu, ülkenin dış politikasının oluşmasında ve uygulanmasında önemli bir rol oynar. Dış meselelerde bilgi ve deneyim sahibi parlamenterlerden kurulu bu komisyonlar, hükümetin ve Dışişleri Bakanlığı'nın yeni stratejiler belirlemesine yardımcı olur, yabancı ülkelerdeki benzer kurumlar ve şahıslarla direkt temas kurar, bazı önemli kararların alınmasına katkıda bulunur ve yönetimin uygulamalarını denetler.
Bizde TBMM'nin Dışişleri Komisyonu'nun bu doğrultuda bir varlık göstermesi nispeten yeni bir gelişmedir. Son dönemde Sedat Aloğlu ve Murat Karayalçın'ın başkanlığında, komisyon Batılı anlamda bir çalışma düzenine girmiştir.
Yeni Meclis'in Dışişleri Komisyonu şimdi Kamran İnan gibi, dış politikada engin bilgi ve deneyim sahibi eski bir diplomatın başkanlığında faaliyete geçmiş bulunuyor.
Komisyon ilk iş olarak, Türkiye'nin gündemindeki belli başlı dış politika meselelerini görüşmek için Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile bir toplantı yaptı. Bu görüşme, komisyonun çeşitli partilere mensup 25 üyesinin bu konularda ilk elden bilgi edinmesini, Bakan'ın da parlamenterlerin düşüncelerini daha iyi
BM Genel Sekreteri'nin, G - 8 grubunun Kıbrıs'la ilgili "direktifini" yerine getirmesi, tahmin edildiğinden de çabuk oldu!
Kofi Annan, "Zenginler KUlübü"nün girişimine desteğini ilan ederek, Kıbrıs Türk ve Rum liderlerini "önkoşulsuz, kapsamlı bir müzakere süreci"ne çağırmaya hazır olduğunu açıkladı.
Genel Sekreter'in Güvenlik Konseyi'ne raporunda, bu çağrısına ağırlık vermek için kullandığı şu ifade dikkat çekici: "Bugünkü statü (statüko) her ne kadar bazılarına rahat görünüyorsa da, çözüm eksikliği istikrarsızlık ve gerginlik kaynağı olmaya devam ediyor. Tarafların daha fazla beklemekten kazanacağı bir şey yoktur. İki tarafın genç kuşakları, barış ve refah içinde yaşamaya hak kazanmıştır"...
Bu ifadeler, son zamanlarda özellikle ABD ve İngiltere'nin - ve geçen hafta sonu G - 8 grubunun - üstü kapalı veya açık olarak yaptığı telkinler doğrultusundadır. Artık BM'nin - ve başındaki Genel Sekreterin - Kıbrıs için yeni bir müzakere süreci başlatmaya kararlı olduğu açıkça belli oluyor. Hem de Türk tarafının "koşulsuz" olarak sunulan şartlarla masaya oturmayacağını bile bile...
* * *
İLK bakışta G - 8'in ortaya
Belgrad'dan kopma sırası şimdi de Karadağ'da mı?
Yugoslavya Federasyonu'nu oluşturan 6 cumhuriyetten 4'ü (Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna) zaten Belgrad'dan ayrılmış ve bağımsızlığa kavuşmuş durumdalar. Federasyon içinde "özerk bölge" statüsündeki Kosova da son olaylardan sonra, Yugoslav merkezi yönetiminin denetiminden iyice çıkmış bulunuyor.
Geriye, Yugoslavya'nın ana unsuru olan Sırbistan'ın "jünior" ortağı, Karadağ kalıyor. O da ayrılırsa, Yugoslavya Federasyonu, sadece Sırbistan'dan ibaret kalacak...
* * *
BÖYLE bir olasılık var mı? Son bazı belirtilere göre, bu olasılık giderek artıyor.Küçük Karadağ'da yerel yönetim, bölgeye farklı - hemen hemen bağımsız - bir statü verecek olan bir anayasa taslağı üzerinde çalışıyor. Bu belge yakında Belgrad'a bir öneri olarak sunulacak ve Yugoslav (Sırp) yöneticilerine şöyle denecek: "Bu bir nevi konfederasyon önerisidir. İki egemen devletin oluşturacağı bir konfederasyon. Bu öneriyi ya kabul edersiniz, ya da...""Ya da" ifadesi tam bağımsızlık anlamına geliyor. Bunu Karadağ Başbakan Yardımcısı Dragisa Burzau, BBC'ye demecinde, Belgrad'ın bu
Yaklaşık üç ay süren bombardımanlarla, Kosova dahil Yugoslavya'yı yıkan Batılılar, şimdi bu ülkeyi nasıl yeniden inşa edeceklerini tartışıyorlar.
Belgrad'ın ve hele Kosovalıların bu işi kendi olanakları ile gerçekleştirecek halleri yok. Bu insanların tekrar normal yaşamlarına dönmeleri, Batılıların kendilerine el uzatmalarına bağlı.
NATO, AB ve G - 8 gibi topluluklar, bu konuda sorumluluklarının farkında. Zengin sayılan ülkeler, en az 100 milyar dolar olarak tahmin edilen hasarı onarmak için birtakım planlar hazırlıyorlar. "İstikrar Paktı" adı verilen bir plana göre, Kosova başta olmak üzere Yugoslavya'nın yeniden yapılanması için özel bir fonun kurulması söz konusu. Geçen hafta Köln'de yapılan toplantılarda, gereken büyük meblağların kimler tarafından, nasıl sağlanacağı ve daha da önemlisi bu yardımların ne şekilde ve hangi şartlarla yapılacağı tartışıldı.
Milyarlarca dolarlık fonun nasıl oluşturulacağı kadar, bu yardımların nasıl gerçekleştirileceği, şimdiden bir tartışma konusu oluyor.
* * *
BAŞKAN Clinton, Kosova'ya gereken yardımın öncelikle yapılmasını (ve bunu özellikle Avrupalıların üstlenmesini)