Dışişleri Bakanı İsmail Cem AB'nin Köln zirvesini değerlendirirken şöyle diyor: "AB ile ilişkilerimiz sonunda bir yerde düzelecek. Bu, zaman alacak... Ama biz de doğruları yapmalıyız"...
Bu akılcı görüş, Ankara'nın Köln zirvesi sonrasında AB'ye karşı nasıl bir politika izleyeceği konusuna ışık tutuyor.
Cem'in belirttiği gibi, Türkiye, AB ile bütünleşmekte yarar görüyor. Bu, yeni hükümetin bugün Meclis'te güvenoyuna sunulacak programında da kaydedilmiştir.
Köln zirvesinden adaylığın tescili doğrultusunda bir karar çıkmamış olması, bu hedeften vazgeçilmesi için bir neden değildir. Türkiye gene yoluna devam edecektir. Başbakan Ecevit'in Alman Şansölyesi Schröder'e mektubunda gerçekleştirmeyi planladığı siyasal ve ekonomik reformlar konusundaki ifadeleri de, sadece dışa değil, Türk kamuoyuna da verilmiş bir sözdür.Kuşkusuz bu sözün, yeni Meclis'in desteği ile, 57. hükümet tarafından yerine getirilmesi, AB'nin yıl sonunda Helsinki'de yapılacak zirvesinde, Türkiye'nin adaylığı lehinde bir kararın çıkmasını kolaylaştıracaktır.* * *KÖLN zirvesindeki başarısızlığa rağmen, AB yetkilileri, Türkiye ile
AB'nin Köln zirvesinde Türkiye'nin adaylığı konusunda hiçbir sonuç alınamamasının ardından, şimdi Türk yetkilileri bir arayış içindeler: Bundan sonra ne yapmalı? AB ile ilişkileri her yönü ile yeniden masaya mı yatırmalı? Üyelik başvurusunu geri mi çekmeli? Yeniden gözden geçirilmek istenen Gümrük Birliği'nin dışındaki temaslar ve çabalar kesilmeli mi? Ya da bekleyip yıl sonunda yapılacak Helsinki zirvesine bir şans mı tanınmalı? Bu arada şimdiki kilitlenmeyi çözebilecek yeni formüller mi aramalı?..
Geçen günkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, bu seferki AB zirvesinde (dönem başkanı Almanya'nın tüm çabalarına rağmen) Türkiye'nin adaylığına temas bile edilmemesi, Türk yetkilileri ve kamuoyu için yeni bir şok olmuştur. Bu, beklendiği gibi, AB üyeliğine öteden beri sıcak bakmayanlara, artık "bu işi kesip atma" zamanının geldiği tezini yenilemeleri için bir fırsat yaratmıştır.
Tabii bu da bir görüş; ama en azından bu aşamada Ankara'nın "resmi" tutumu bu değil. Diğer bir deyişle, bu konuyu değerlendiren yetkili çevreler, örneğin üyelik başvurusunu geri almak, mücadelen çekilmek ve bu konuyu gündemden silip atmak eğiliminde değiller...
Köln'de yapılan AB zirvesi, Türkiye'ye hiç atıfta bulunmayan bir bildiri ile sona erdi. Böylece ilk kez, devlet ve hükümet başkanları düzeyindeki bir AB toplantısı, Türkiye'yi "pas" ederek kapanmış oldu.
Oysa, dönem başkanı Almanya, Türkiye'nin üyelik başvurusunun sonuç belgesinde yer alması için gerçekten çok çalıştı. Haftalar öncesi başlayan, bu arada Başbakan Ecevit'in Şansölye Schröder'e gönderdiği mektuptan sonra daha da hızlanan bu çabalar, ne yazık ki, başta Yunanistan olmak üzere İtalya ve İsveç'in itirazları nedeni ile, boşa gitti. Hatta o kadar boşa gitti ki, zirve sırasında yumuşatılarak sunulan iki paragraflık taslak dahi kabul görmedi ve Türkiye'nin yeni hükümet tarafından tekrarlanan AB ile yakınlaşma arzusu, dikkate alınmadı...
* * *
ZİRVENİN sonuç bildirisine konan (ve sonra vazgeçilen) Türkiye ile ilgili iki paragraflık taslak, aslında Ankara'nın beklentilerini tam karşılayacak nitelikte değildi.
61. paragrafta, Türk hükümetinin Kopenhag kriterlerinin gerektirdiği siyasal ve ekonomik reformları gerçekleştirmek için ifad e ettiği niyetin memnuniyetle karşılandığı belirtiliyordu.
Bu
Bu kez kesin: Yugoslavya'ya karşı 72 gün süren NATO hava akınlarından sonra, Miloşeviç yönetimi "barış planı"nı kabul etmiş bulunuyor.
Eğer Belgrad hakimi, parlamentosunun da onayladığı bu planı hayata geçirme sürecinde su koyvermezse, Kosova için çıkan savaş sona ermiş ve Balkan tarihinin Bosna'dan sonraki bu ikinci dramatik dolu sayfası da kapanmış olacaktır.
Miloşeviç gibi otoriter ve mağrur yöneticilerin son dakikada ne yapacağı belli olmadığı için, dün öğleden sonra Belgrad'ın G - 8'lerin sunduğu planı kabul ettiğine ilişkin müjdeyi gene de ihtiyatla karşılamak zorundayız.
Umarız bu konuda duyulan kuşkular dağılır, planda öngörülen hususlar uygulamaya konur, bombardımanlar durur ve Kosova dahil, Yugoslav topraklarına barış ve huzur döner...
* * *
YUGOSLAVYA'nın varılan anlaşmaya bağlı kalacağı ve bu çerçevede barışçı çözümün gerçekleşeceği varsayımından hareketle bu iki buçuk aylık savaşın bilançosunu şöyle çıkarabiliriz:
İmralı'daki duruşmalar sırasında Öcalan'ın PKK'nın "dış ilintileri" hakkında söyledikleri, öteden beri Ankara'nın sahip olduğu bilgileri doğruluyor.
Türk yetkilileri, yıllardır özellikle bazı komşu ülkelerin PKK'ya ve Apo'ya verdiği direkt veya dolaylı desteği dünyanın gözleri önüne sermeye çalışıyordu. Tabii bu ülkelerin Ankara'nın açıklamalarını inkar etmesi, gerçeklerin yok sayılması için bir neden olamazdı.
Şimdi de, Öcalan'ın duruşmalarda ayrıntılı olarak anlattıklarına bu ülkelerin benzer bir tepki gösterdiği ve bunları yalanlamaya çalıştığı görülüyor.
Kuşkusuz PKK başının mahkemede her söylediğine itibar edilecek değil. Apo'nun ifadeleri, duruşmaların sonunda, Dışişleri Bakanlığı dahil olmak üzere, devletin ilgili servisleri tarafından dikkatle incelenecek, gereken sonuçlar çıkarılacaktır.
Bir Türk yetkilisinin deyişi ile, Ankara'nın dış ilişkilerini "Öcalan'a endeklemesi" söz konusu olamaz. Gerçi şu sırada ortaya çıkan gerçekler değerlendirilecek ve birtakım ülkelerin terör ve bölücü faaliyetler konusundaki davranışlarına göre yeni bir tavır ortaya konacaktır.
Ancak amaç elbet dünya ile bozuşmak
Yeni hükümetin protokolünde dış politika konusunda yer alan ifadeler arasında en dikkat çeken husus, uygulamaya konacağı bildirilen yeni bir kıstas ile ilgilidir.
Kullanılan ifade şöyle: "Herhangi bir yabancı ülkeyle veya uluslararası kuruluşla ilişkilerimizde gözetilecek başta gelen koşul, ülkemizdeki bölücü teröre destek olunmamasıdır."
Bu "koşul" - veya dış ilişkilerde bundan böyle esas alınacak kriter - Öcalan davasının başladığı şu sırada, ayrı bir önem kazanıyor.
İmralı'da dün başlayan yargılama sürecinde - ve özellikle sonunda - dışardan birtakım tepkilerin, çatlak seslerin ve hatta baskıların geleceği kuşkusuz.
Daha duruşmalar başlamadan dışardan yargılamanın "adil" biçimde yapılması, davanın DGM'de değil sivil mahkemede görülmesi, idam cezasının verilmemesi, hatta Kürt sorununa "barışçı çözüm" bulunması gibi, "telkinler"in geldiği malum. Bu tür görüşler ve istekler, önümüzdeki dönemde daha da artacaktır.Bu arada Avrupa'daki PKK yanlılarının ve onlara yakın yabancı çevrelerin Türkiye'yi "yargılama" girişiminde bulunması, gösteri ve yayın yolu ile yoğun bir propaganda kampanyası açması
BEİJİNG
Çin'e bir haftalık resmi bir ziyarette bulunan Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, bugün Beijing'de Çinli meslektaşı ile Türk - Çin eğitim işbirliği anlaşmasını imzalayacak.
Bu anlaşmanın şu sırada gerçekleşmesi, olaya ayrı bir anlam ve değer kazandırıyor. Belgrad'daki Çin Büyükelçiliği'nin bombalanmasından sonra Beijing'in ABD ve NATO ile arası açılmıştır. Son olarak Washinton'da, Çin'in ABD'nin stratejik silah sırlarını çaldığı konusunda yayımlanan rapor da, krize tuz - biber eklemiştir...
Orgeneral Özkök ve yanındaki 9 kişilik askeri heyet, böyle bir ortam içinde Çin'i ziyaret ediyor. Ve de NATO üyesi Türkiye, şu sırada Çin ile askeri bir anlaşma imzalıyor.
Nereden bakılırsa, dikkati çeken anlamlı bir olay bu...
* * *
BEİJİNG
NATO'nun Belgrad'daki Çin Büyükelçiliği'ni "kazaen" bombalamasından üç hafta sonra, Beijing ile Washington arasındaki "kriz" devam ediyor.
Gerçi talihsiz olayı izleyen günlerde görülen öfke ve gerilim yatışmış görünüyor. Beijing ve diğer kentlerde artık ABD ve NATO karşıtı gösteriler düzenlenmiyor. Çin yetkilileri eskisi kadar "ateşli konuşmalar yapmıyor... Ama, olayın yarattığı anlaşmazlık burada gündemde korunuyor; ABD'nin bunu bir "özür" ile unutturmaya çalışmasına karşılık, Çin yönetimi sorunu canlı tutmayı yeğliyor.
Çin medyasında ABD ve NATO aleyhindeki kampanya sürdürülüyor. Bu vesileyle Çin'in Batı'nın politikasından - uzun vadede kendi güvenliği ve çıkarları açısından - duyduğu kaygılar ve uluslararası platforma artık "güçlü Çin"in çıkması emeli, iyice ortaya çıkıyor...* * *NATO'nun Yugoslavya'ya karşı askeri müdahaleleri başladığı zaman Çin - Rusya gibi - buna karşı çıkmıştı. Ama açıkçası Çin Balkanlar'dan çok uzak bir ülke olduğu ve NATO hava operasyonları için (Çin'in veto hakkına sahip olduğu) BM Güvenlik Konseyi'nin onayını almak gereğini görmediği için, Beijing'in sözde kalan