Soru oldukça abartılı: "Son zamanlarda İran'la yaşanan olaylar bir sıcak çatışmaya yol açabilir mi?"
Başbakan Ecevit'in yanıtı ölçülü: "Bunu asla temenni etmeyiz... Ciddi olarak tedirginiz ama, konuyu aramızda diplomatik yollardan çözmeyi isteriz..."
Ecevit, Suriye'nin PKK'ya desteğini kesmesinden sonra, bu işi İran'ın "büyük ölçüde üstlendiğini" söyleyerek, son sınır olaylarının içyüzünü açıklıyor, Tahran'ın "sudan bahanelerle" Türkiye'ye karşı açtığı kampanyayı eleştiriyor, ama sonuç olarak bu anlaşmazlığın görüşmeler yolu ile halledileceği umudunu ifade ediyor.
Diğer bir deyişle, son sınır olayları yüzünden Türkiye ile İran'ın "sıcak bir çatışmaya" sürüklenmesi söz konusu değil. Bu anlaşmazlığa birlikte çare aramak mümkün iken, kapışmanın alemi var mı?
Son olayların yarattığı gerginliğe rağmen, bu sorunun yarın ortak bir toplantıda ele alınmasına ve Türk uzmanların da Urumiye bölgesine gidip yerinde bir inceleme yapmasına karar verilmesi, bu bakımdan cesaret verici...
* * *
En kolayı "bizi anlamıyorlar veya anlamak istemiyorlar" deyip, muhataplarımıza çatmak ve onlara küsmektir...
Daha zor olanı - ki doğrusu odur - sabırla kendimizi iyi anlatmaya ve onları ikna etmeye çalışmaktır...
Bu da başta Dışişleri teşkilatı olmak üzere, devlet kurumlarının misyonudur.
Türkiye'nin, bir yandan karşılaştığı sorunların çokluğu, diğer yandan tanıtma ve derdini anlatamama alanındaki yetersizliği nedeni ile, bu konuda ciddi sıkıntıları vardır.
Bunun en canlı örneklerinden biri, AB ile ilişkilerde karşılaşılan zorluklardır.
Türk diplomasisi bu güçlükleri aşmak için büyük gayret gösteriyor. Ama bunun yeterli olmayacağı ve "ek çabalar"a ihtiyaç hissedileceği haller vardır."
Kıbrıs harekatının 25. yıldönümü kutlamaları vesilesi ile dün Lefkoşa'dan dünyaya verilen mesaj açık: KKTC bağımsız bir devlettir... Federal çözüm artık gündemden düşmüştür... KKTC kendisinin eşit devlet sayılmadığı hiçbir müzakereye katılmayacaktır... KKTC'nin Türkiye ile bütünleşmesi yeni bir aşamaya girmektedir...
Başbakan Ecevit ve KKTC Başkanı Denktaş'ın Lefkoşa'daki coşkulu törende yaptıkları konuşmalar, Türk tarafının yeni stratejisine ve belirlenen yeni ortak hedeflere açıklık getirmiş bulunuyor.
Bu hedeflerden biri, "özel ilişkiler anlaşması" ile perçinleşecek olan "bütünleşme"dir. Bu anlaşmada öngörülen siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve siyasal entegrasyon, aslında "resmen ilan edilmeyen bir konfederasyon" niteliğini taşıyor.
Adada - Denktaş'ın önerdiği türden - bir Türk - Rum konfederasyonu, bugün için tam bir hayal... Ama KKTC ile Türkiye arasında bir nevi konfederasyon - hele yeni imzalanan anlaşma ile - şimdi gerçekleşme yolunda...
* * *
DÜN Lefkoşa'dan verilen mesajlarla Kıbrıs sorunu, yeni ve zor bir aşamaya giriyor.
Kıbrıs Harekatı'nın 25. yıldönümünde, bu müdahalenin önemini anlamak için şu soruyu sormak yeter: Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri adaya çıkmasa idi, ne olurdu?
Bir an için o dönemi anımsayalım: Kıbrıs'ta "Enosis" yanlıları, yıllardan beri kolladıkları fırsatı nihayet yakalıyorlar. Makarios'u dahi saf dışı eden "Sampson darbesi", o sırada Atina'da iktidarda bulunan cuntanın desteği ile, "Helen birliği"ni, yani Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakını sağlamayı amaçlıyor...
1963 ve 67 yıllarında EOKA militanlarının saldırılarına uğrayan ve adada bir nevi "getto"larda yaşamaya zorlanan Türkler, başlarına gelecek felaketin korkusu içindeler. "Enosis"in gerçekleşmesi önlenmediği takdirde, Kıbrıs, bütünü ile bir "Helen adası" olacak, buradaki Türkler bir azınlık durumuna düşecek ve bu "oldu - bitti", bölgedeki dengeyi Türkiye'nin aleyhinde bozacaktı...1960'ların saldırılarından ve katliamlarından sonra, Türkiye'nin - bir "garantör" devlet olarak - müdahalesini bekleyen Kıbrıslı Türkler, acı acı "bekledim de gelmedin" şarkısını söylüyorlardı!.. 1967'deki kanlı olaylarından sonra Denktaş bana bir gün, St. Hilarion Tepesi'nden, Türklerin gidemediği
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in üç ülkeyi kapsayan Ortadoğu gezisi, Türk diplomasisinde temel bir yaklaşım değişikliğini ortaya koydu.
Türkiye uzun yıllar, Ortadoğu sorununa bulaşmamak için, çekingen bir politika izlemiş, gelişmelere seyirci kalmayı yeğlemişti. 1970'lerde ve 1980'lerde dünyadaki ve bölgedeki koşullar belki de bu tavrı zorunlu kılıyordu.
Ama bugünkü konjonktürde, Ankara'nın "bulaşmama" kaygısı ile, pasif durumda kalması için bir neden yok. Aksine, Türkiye'nin çıkarları, artık Ortadoğu sahnesinde daha aktif bir oyuncu olarak yerini almasını gerektiriyor.
Cumhurbaşkanı Demirel'in son "çalışma ziyareti", Ankara'nın Ortadoğu barış sürecine daha aktif biçimde katkıda bulunmak istediğini, ayrıca İsrail ve Arap komşuları ile de ikili bağlarını daha da geliştirmeye çalıştığını gösterdi.
* * *
SON üç - dört yılda Türk - İsrail ilişkilerinin kaydettiği gelişmeyi - gerek Ankara'da, gerekse Kudüs'te - "fazla hızlı, fazla ileri" sayanlar oldu. Özellikle iki ülke arasında savunma ve güvenlik alanındaki işbirliğinden rahatsız olan bazı Arap ülkelerinin gösterdiği tepki, böyle düşünen çevrelerin "bu
GAZZE - AKABE
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Ortadoğu maraton gezisinin son bölümünü, bir günde iki ülkede - Filistin ile Ürdün'de - yaptığı görüşmelerle tamamladı.
İsrail'den sonra, gene benzer bir yakınlıkla karşılanan Demirel'in Başkan Arafat ve Kral Abdullah ile görüşmelerinin ağırlık noktasını Ortadoğu barış süreci konusu oluşturdu.
Cumhurbaşkanı Gazze ve Akabe'de aynı mesajları verdi: Barış sürecinin yeniden başlaması için ortaya çıkan fırsat muhakkak yakalanmalı, mevcut tıkanıklık giderilmelidir. Türkiye bunun gerçekleşmesi için, hem İsrail, hem Arap tarafı ile temaslarını sürdürerek, gereken katkıyı yapmaya hazırdır.
Arafat ve Kral Abdullah, Türkiye'nin böyle bir rol oynamasından duydukları memnuniyeti ifade ederken, yeni İsrail Başbakanı Ehud Barak'ın yeni politikası sayesinde bölgede beliren barış umutlarının gerçekleşmesine yardımcı olacaklarını belirttiler.
* * *
KUDÜS
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in İsrail'deki "çalışma ziyareti"nin dünkü yoğun programı, Türk - İsrail ilişkilerinin "pratiği" ile ilgili idi. Demirel, kendisine eşlik eden İsrail Cumhurbaşkanı Ezer Weizman ile birlikte ülkenin çeşitli yerlerini gezerken, gelişen Türk - İsrail işbirliğini "aksiyon" halinde gördü...
Demirel'in ilk katıldığı etkinlik, Aşdot Limanı'nda idi. Burada Kalkavan grubuna bir "Türkon" firmasının, Türkiye - İsrail - ABD deniz ulaşımı hattının hizmete açılması münasebeti ile bir tören yapıldı. Türk - İsrail bayrakları ile donatılan limanda, "Mukaddes Kalkavan" şilebi konteynerleri yüklerken, Demirel ve Weizman bu olayı iki ülke arasındaki ekonomik ortaklığın bir göstergesi olarak selamladılar.Türk bandıralı gemiler artık Aşdot'tan itibaren Türkiye ve ABD limanlarını kapsayan bu yeni "üçlü hat"ta düzenli ve tarifeli şekilde (ayda 5 sefer) mal taşıyacak. İlk seferi gerçekleştirecek Türk yapımı şilebin bir buçuk yıl önce indirilişinin bizzat Demirel tarafından yapılmış olması da - Cumhurbaşkanı'nı mutlu eden - güzel bir rastlantı...* * *DEMİREL gün boyunca buna benzer başka etkinliklere
KUDÜS
İsrail hava sahasına girildikten sonra, Türk Hava Kuvvetleri'nin İsrail'de modernize edilen iki F - 4 uçağı, Cumhurbaşkanı Demirel ve yanındaki heyetin bulunduğu THY uçağına - nefes kesen akrobatik hareketler yaparak - eşlik ediyor... Demirel, Tel Aviv'in Ben Gurion Havalimanı'nda askeri şeref kıtası tarafından törenle karşılandıktan sonra doğru Kudüs'e geliyor... Ve burada, tarihi King Hotel'de, ABD'ye gitmeye hazırlanan yeni Başbakan Ehud Barak ile 45 dakika görüşüyor.
Cumhurbaşkanı'nın 3 günde 3 ayrı ülkeyi kapsayan yoğun Ortadoğu gezisi böyle bir sıcak hava ve hızlı tempo ile başlıyor...
Barak ile "gider ayak" yapılan ilk teması, birbirlerine "sevgili dostum" diye hitap eden Demirel - Weizman görüşmesi ve "çalışma yemeği" izliyor. Zaten Cumhurbaşkanı'nın bu gezisine "resmi ziyaret" yerine "çalışma ziyareti" deniyor. Bu çalışmanın amacı da, hem Türkiye ile İsrail - ve Türkiye ile Filistin, Türkiye ile Ürdün - arasındaki ilişkileri geliştirmek, hem de (hatta özellikle), Ortadoğu barış sürecinin yeniden canlanmasına yardımcı olmaktır...
* * *
BARAK'ın Başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz barış sürecini