TAIPEI (TAYVAN)
"Bu ülkede çok fazla politika yapılıyor. Televizyona bakmak yetiyor. Hep politika. Sanki başka konu, başka sorun yok"...
Tayvan'ın önde gelen yazarlarından Bayan Lung Ying - tai'yi dinlerken, "gelsin de Türkiye'de politika neymiş görsün" demekten kendimizi alamadık!
Bayan Lung, Uluslararası Basın Enstitüsü'nün (IPI) konferansındaki konuşmasında Tayvan'ın demokratik gelişmesini anlatırken, ülkenin "fazla politize olması"ndan yakınıyordu; ama aynı panelde yer alan işadamları da Tayvan'ın ekonomi ve teknoloji alanında gerçekleştirdiği büyük hamlelerden söz ediyordu. Bunlardan, dünyanın en büyük bilgisayar üreticisi sayılan "Acer" şirketinin başkanı Stan Snih, 6 milyar dolarlık cirosunu, yüksek teknoloji ile 21. yüzyılda, daha ileriye nasıl götürmeyi planladığını açıklıyordu...
* * *
TAYVAN "ekonomik mucize"sini gerçekleştirdiği yıllarda (1970 - 80'lerde) sırf "ekonomi"yi konuşuyordu. O dönemde "politika", sadece yönetimin (ve tek partinin) harcı idi! Yetkililer "dış tehlike" (Çin) ve güvenlik faktörünü öne sürerek, Tayvan'da şartların demokrasiye henüz müsait olmadığını söylüyorlardı.Bugün
TAIPEI (TAYVAN)
Yıllık konferansını Tayvan'ın başkenti Taipei'de yapmakta olan Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), 100'den fazla ülkeden 2 bine yakın üyesi bulunan ve 49 yıllık bir geçmişi olan dünyanın en etkin basın kuruluşudur. Çeşitli uluslara mensup gazeteciler arasında yakınlaşma ve dayanışma sağlamayı ve özellikle basın özgürlüğünün korunmasını amaçlayan IPI'nın Türkiye ile daima sıkı ilişkileri olmuştur. IPI'nın 20 üyeli yönetim kuruluna Ahmet Emin Yalman'dan Abdi İpekçi'ye, bu satırların yazarından Hasan Cemal'e ve günümüzde Metin Toker'e kadar, çoğu zaman bir Türk gazetecisi seçilmişti.
IPI, Türk basınına zor dönemlerde arka çıktığı ve ifade özgürlüğünü desteklediği gibi, Türkiye'nin sorunlarına anlayış göstermesini ve ona karşı dostça davranmasını da bilmiştir.
Genel kurul toplantıları (yani geniş konferans) öncesi, yönetim kurulunun milli komite başkanları ile ortak oturumunda, bir kez daha Türkiye konusunda bu ilgiyi ve aynı zamanda anlayışı gözledik...
* * *
BU ayın başlarında Dünya Basın Özgürlüğü Günü münasebetiyle çeşitli uluslararası basın örgütleri, yayımladıkları raporlarda veya bildirilerde,
Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI)'nın yıllık konferansına katılmak için bu kez "uzak diyarlarda", yani Uzakdoğu'dayız.
Tayvan'ın (eski adı ile Formoza'nın) başkenti Taipei'de başlayacak olan bu gezinin ilk bölümünde, Türk basını da dahil olmak üzere çeşitli ülkelerdeki medyanın durumu ve ayrıca dünyanın bu bölgesindeki siyasal ve ekonomik gelişmeler tartışılacak. Bunun ardından Kıt'a Çini'ne geçilecek ve incelemeler, temaslar yapılacak...
IPI'nın çok daha önce kararlaştırılan bu yılki toplantılarının bu bölgede yapılması, buna katılan çeşitli milletlere mensup yüzlerce gazeteci için, büyük bir şans. Özellikle NATO uçaklarının Belgrad'daki Çin Elçiliği'ni yanlışlıkla bombalamasının ardından Çin'in gösterdiği sert tepki, birden bire tüm dünyanın dikkatlerini bu tarafa çekmiş bulunuyor.
Biz köşemizde bu gezi sırasında zaman buldukça aralıklı olarak, döndükten sonra da bir dizi halinde gözlemlerimizi, izlenimlerimizi aktaracağız. Ancak, şu anda "sıcağı sıcağına", Çin'deki tepkiler hakkında yapılan değerlendirmeleri nakletmek istiyorum.
* * *
ÇİN'de ABD ve NATO aleyhinde yapılan gösteriler ve Çin
NATO'nun Yugoslavya'ya karşı giriştiği hava harekatının sürmesi, nihayet Türkiye'nin de çatışmalarda daha aktif bir rol almasına yol açıyor.
Türkiye bundan böyle, NATO'nun Yugoslavya'ya karşı "hava kuşatmasını genişletme" stratejisine katkıda bulunacak. Yani Yugoslavya'yı bombalayan uçaklara üs kolaylıkları sağlayacak.
Ankara bu konuda "siyasi" kararını verdi ve işin "teknik" yönünü belirlemeyi Genelkurmay Başkanlığı'na bıraktı. Halen Türk askeri yetkilileri, NATO çerçevesinde Amerikalı meslektaşları ile, bu konuda çalışmalarını sürdürüyorlar.
NATO'nun Türkiye - ve Macaristan - yolu ile Yugoslavya'ya karşı bir "ikinci cephe" açması kesinleşirse, seçilecek olan üsler bu amaçla "operasyonel" hale getirilecek ve böylece Türkiye bombardımanlara direkt katkıda bulunmuş olacak...
* * *
İLK bakışta "Türkiye'nin Yugoslavya'yı bombalayan uçaklara üs sağlaması şart mı? Bu bize ne kazandırır?" gibi bazı sorular akla gelebilir. Ne var ki NATO'nun isteğine "hayır" demek, en azından şu iki sebepten, mümkün değil:
İran'ın "Merve olayı"nda Türkiye'ye karşı sergilediği tavır ve Ankara'nın bundan duyduğu rahatsızlık, bir kez daha Türk - İran ilişkilerinin inişli - çıkışlı seyrini gözlerin önüne serdi.
Geçen hafta ülkemizin önde gelen düşünce kuruluşlarından SISAV'ın Türk - İran ilişkileri konusunda düzenlediği konferansta konuşan tarihçilerin ve diplomatların da belirttiği gibi, iki komşu ülke arasında ta eskiden beri bir rekabet mevcuttur. Ancak iki ulusun ortak yanları ve çıkarları da çoktur.
* * *
İRAN'daki 1979 devriminden sonra Tahran ile Ankara arasındaki "rekabet" alanına bir de ideoloji girmiştir. Şah döneminde bu rekabet daha çok çıkar farklılıklarından (ve açıkçası Şah'ın megalomanisinden) kaynaklanıyordu. Ayetullah Humeyni'nin iktidara gelmesinden sonra, izlediği "İslam devrimini ihraç" staratejisi ise Ankara'nın laikliği titizlikle koruma politikası ile çatışmaya başladı. İran'ın müdahaleci davranışları, bazı dönemlerde - Sincan olayında oldugu gibi - ilişkilerde ciddi kriz yarattı.
Merve Kavakçı'nın türbanı olayında İranlıların Türkiye'ye karşı açtığı kampanya işte bir kez daha, iki komşu ülke arasında bir ideolojik
Bu, 7 haftadır Yugoslavya'yı bombalamakta olan NATO'nun kaçıncı vahim hatası?
Resmi rakamlara göre sekizincisi!
Yolcu treninden hastaneye kadar "istemeyerek" çeşitli hedeflere yönelen füzeler veya bombalar, ilk 7 olayda Yugoslav ve Kosovalı 200'e yakın sivilin hayatına mal oldu.
Sekizinci olay, çok daha vahim. Çünkü bu kez bombaların yerle bir ettiği yer, Çin Büyükelçiliği...
Olay her şeyden önce, Çin ile ABD'nin ilişkilerini gündeme getiriyor. Durup dururken, Beijing ile Batı arasında bir gerginlik yaratıyor. Son günlerde Kosova sorununa barışçı bir çözüm bulmak için harcanan çabaları ve G - 8'lerin toplantısının ardından, çatışmanın sona ermesi konusunda beliren umutları gölgeliyor...
Olay ayrıca, NATO'nun bombardıman stratejisinin sorgulanmasına, buna devam etmenin yararı konusunda şüphe duyulmasına yol açıyor...
"Bu seçimler Birleşik Krallık'ı zayıflatmıyor, aksine güçlendiriyor. Olay şudur: Halk ayrılıkçılığı reddetmiştir"...
Britanya'nın (veya Birleşik Krallık'ın) iki bölgesinde, İskoçya'da ve Galler'de yerel yönetim için yapılan seçimlerin sonucunu, dün Başbakan Tony Blair böyle yorumladı.
Gerçekten sonuç, Blair'in tasarladığı gibi çıktı. İngiliz İşçi Partisi lideri iktidara gelir gelmez, ilk yaptığı işlerden biri, "devolution" adı verilen planını uygulamaya koymak olmuştu. Bu İngilizce terim, "ademi merkeziyet" sisteminin kurulması, yani Londra'nın bazı yetkilerini, yerel yönetimlere devretmesi anlamına geliyor.
Blair bölge halklarının "öz yönetim" arzularının karşılanması halinde, milliyetçi - ayrılıkçı akımların frenlenebileceği ve böylece " Birleşik Krallık"ın bütünlüğünün korunabileceği kanısında.
İskoçya ve Galler'deki seçimlerin sonucu, bu düşüncesini haklı çıkarmış bulunuyor.
* * *
Avrupalıların şu sırada Türkiye ile ilgili tutumlarını anlamak gerçekten zor. Bir yandan Türkiye'yi kendi yanlarında görmek istiyorlar, diğer yandan onu kendilerinden uzaklaştıracak davranışlardan bir türlü vazgeçmiyorlar.
Son seçimlerden sonra, Avrupalı diplomatlar ve analistler, Türkiye'ye artık "milliyetçiler"in hakim olduğunu, bunun Ankara'nın dış politikasına ve özellikle Avrupa'ya karşı tavrına da yansıyacağını öne sürerek bunun önemli bir nedeninin de AB'nin Türkiye'ye karşı izlediği olumsuz politikanın bir sonucu olduğunu açıkça belirttiler. "Times" gazetesinden "Time" dergisine kadar çeşitli etkin yayın organları, bu vesile ile, Batı'nın Türkiye'nin dış politika rotasını değiştirmesini istemiyorsa, Ankara'ya karşı tavrını ona göre ayarlamasını tavsiye ettiler.
Oysa, Avrupa'nın önde gelen siyasetçilerin ve kuruluşların, gene eski pozisyonlarını koruduğu ve aynı olumsuzlukları sergilediği görülüyor. AB'nin yasama organı olan Avrupa Parlamentosu'nun (AP) dün Öcalan davası vesilesi ile ortaya koyduğu tavır, bunun açık bir örneği...
* * *
AVRUPA Parlamentosu'nun çeşitli eğilimli 7 siyasi grubunun hazırladığı karar