Ne darbe, ne şeriat...

1 Mart 1997

BATI'nın Türkiye'deki son iç siyasal gelişmeler karşısındaki tutumu ne? Askeri bir müdahale olasılığı görüyorlar mı? Laikliğin geleceği konusunda kaygı duyuyorlar mı?..
Önce Batı'nın ne beklemediğini - ve ne istemediğini - şu kısa cümle ile ifade edelim: Ne darbe, ne şeriat...
Diğer bir deyişle, Batı (buna Rusya'dan Japonya'ya kadar, dünyanın geniş bir kısmını da eklemek gerek), Türkiye'de demokrasinin ve laikliğin - bugünkü sıkıntılara ve sarsıntılara rağmen - devam etmesini bekliyor.Türkiye'nin uluslararası camiada yer alan istikrarlı bir ülke olmasında yarar gören tüm ülkelerin arzusu da bu.
Bu beklentiyi ve dileği, dost ülkelerin liderleri veya diplomatları, Türk meslektaşlarına, her fırsatta "lisanı münasip" ile söylüyorlar. Son olarak, Washington'da Amerikan yetkililerinin yaptığı gibi...
* * *
HAFTA başında Washington'da ABD yönetiminin bir yetkilisi bana şöyle diyordu: "Türkiye'nin diğer bölge ülkelerinden farkı ve de üstünlüğü, hem demokrasiyi, hem laikliği birlikte sürdürebilmiş olmasıdır. ABD bunun böyle devam etmesini ve Türkiye'nin diğer ülkelere bir model olmasını bekliyor... Demokrasi ile laiklik birlikte yürümelidir. Bizim açımızdan, hangisini öncelikli saydığımızı

Yazının Devamı

İran'la ilişkiler donma noktasında...

28 Şubat 1997

TÜRKİYE ile İran arasındaki diplomatik ilişkiler, son sürtüşmelerden sonra, maslahatgüzar düzeyine inmek noktasına gelmiş bulunuyor.Türkiye'nin, Ankara'daki İran Büyükelçisi Bagheri'nin ve İstanbul'daki Başkonsolosu Raşid'in Tahran'a dönmesini sağladıktan sonra, şimdi de İran hükümeti misillemeye geçerek, Türk hükümetini Tahran'daki Büyükelçimiz Osman Korutürk'ü ve Urumiye'deki başkonsolosumuzu geri çekmeye zorluyor.
Aslında İranlılar, Büyükelçi Bagheri'nin bir süre Tahran'da "istişare" için kaldıktan sonra, Ankara'ya dönmesine izin verilmesi halinde, Türk Büyükelçisi'nin İran'ı terketmesi koşulundan vazgeçebileceği mesajını göndermişti.
Tabii Ankara'nın böyle bir pazarlığa razı olması beklenemezdi. Türkiye'nin bu olumsuz yanıtının üstüne, Genelkurmay 2'nci Başkanı Orgeneral Bir'in Washington'daki konuşması da eklenince, Tahran hırçınlaştı. İran bir yandan General Bir'e olmayacak bir dille saldırırken, bir yandan da Büyükelçi Korutürk'e bir protesto notası vermeye kalkıştı. Bu arada İran basını da Türk diplomatının İran'dan kovulması için bir kampanya başlattı.
İran, zaten misilleme olarak Türk diplomatının gitmesini kararlaştırmıştı. General Bir'in konuşması olmasaydı da, bu karar

Yazının Devamı

Dış politika temelde değişmiyor, ama...

27 Şubat 1997

ABD'nin itibarlı "Stratejik ve Uluslararası İncelemeler Merkezi" CSIS'de önceki gün Türk dış politikası hakkında verdiğim konferans sırasında, Türkiye'yi yakından izleyen ve aralarında diplomatların ve yazarların da bulunduğu dinleyicilerin en çok sorduğu soru şu idi: Refah yönetiminde Türkiye'nin uluslararası ilişkileri değişik hedeflere mi yöneliyor?..Merak edilen diğer bir konu da, Ankara'dan gelen çelişkili sinyallerden ötürü, Türk dış politikasını gerçekten kimin belirlediği idi: Koalisyonun Refah kanadı mı, DYP'li Dışişleri Bakanı mı, Dışişleri kadroları mı, Genelkurmay mı?..Bugünlerde bu sorular sadece Washington'da değil, bütün başkentlerde merakla soruluyor. Konunun bu şekilde gündeme gelmesinin nedeni, Erbakan hükümetinin iktidara gelmesinden bu yana, özellikle Refah Partisi'nin bazı farklı davranışları sonucunda, Ankara'nın dış ilişkilerine yeni bir yön vermek istediği izlenimini vermesidir.* * *SEKİZ aylık Refahyol'un zihinleri karıştıran davranışları nedir?
Birincisi, Erbakan'ın işe başlar başlamaz İran, Libya ve Nijerya gibi "şaibeli" sayılan ülkeleri kapsayan iki yurt dışı gezisidir. Bu ziyaretler, daha çok "ideolojik eğilimli" sayılıyor. Başbakan'ın ayrıca Ankara'da

Yazının Devamı

Kongre, yine aynı Kongre

26 Şubat 1997

TÜRK - Amerikan ilişkileri Kongre faktörü dikkate alınmadan değerlendirilemez. Geçmiş yıllarda Kongre'nin etkinliğinin, ilişkiler üzerinde belirleyici bir rol oynadığı, birçok vesilelerle açıkça görülmüştür.
Bu sadece Türkiye için söz konusu değil tabii. Kongre, ABD'nin dış politikasına yön veren ve Başkan başta olmak üzere Yönetimin görmezlikten gelemediği, önemli bir siyasal güçtür.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilere yeni bir hız verilmek istendiği şu sırada, Yönetimin tek başına - bütün iyiniyetine rağmen - mutabık kalınan hususları gerçekleştirebileceğini sanmak saflık olur. Sonuçta Kongre, Yönetimin önünü kesmek olanağına sahiptir.
ABD'de, Avrupa'dan oldukça farklı olan sistem böyle işler. Bu nedenle ABD ile oyun, kurallarına göre oynanır. Birçok ülkelerin Kongre'yi kendi tarafına çekmek için yoğun bir lobi faaliyetine geçmesinin ve bu amaçla profesyonel lobicilere her yıl milyonlarca dolar ödenmesinin nedeni de budur.
ABD'nin bu tarafını yakın geçmişte (bazı acı tecrübelerden sonra) keşfeden Türkiye de bu kurallara uymaya çalışıyor. Ama açıkçası bunda pek başarılı olduğu söylenemez. Kaldı ki, karşısına çıkan rakipler bu alanda daha avantajlı durumdalar ve bu olanaklarını da

Yazının Devamı

Alkış dedikodusu ve gerçekler...

25 Şubat 1997

DEDİKODU ile bazı olayları, boyutları dışında büyütmekte üstümüze yok!
Şimdi de tartışmaya açılan konu şu: Amerikan - Türk Konseyi'nin (ATC) galasındaki konuşmasında bazı önemli mesajlar veren Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir'i ayakta alkışlayanlara, Refahlı Devlet Bakanı Abdullah Gül katıldı mı, katılmadı mı?
Galada bulunan bir gazeteci olarak söyleyeyim: Gül kalkmadı, ama öndeki protokol masalarında oturanlar da kalkmadı. Ayakta alkışlayanlar, daha gerideki masalarda oturan ve bir kısım Türkiye'den gelen işadamları, ABD'de yaşayan Türkler ve Türk dostu bazı Amerikalılardı...
Peki, Gül alkışladı mı? Doğrusu öndekilerin gözü Gül'ün ellerinin üstünde değildi. Birçoğuna sorduk: "Dikkat etmedik" dediler. Bazısı "alkışladı galiba" diye konuştu. Gül de, gazetecilerin bu konudaki ısrarlı sorularına yanıtında "alkışladım tabii. Böyle uzun ve büyük bir alkış elbet bizi de gururlandırır" dedi...
Hatırlatayım: Çevik Paşa İngilizce yaptığı konuşmasında 5 ayrı mesaj veriyordu: 1) Türk Silahlı Kuvvetleri demokratik ve laik anayasal düzenin koruyucusudur. 2) Türkiye AB'nin dışında bırakılmamalıdır. 3) İnsan hakları konusu ülkenin parçalanması için istismar edilmemelidir. 4) Türk - ABD

Yazının Devamı

General Bir, dobra dobra konuştu...

23 Şubat 1997

GENELKURMAY 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir, Amerikan - Türk Konseyi'nin (ATC) Washington'da düzenlediği iki günlük konferansı, ABD'ye olduğu kadar Türkiye'ye de bazı önemli "siyasal mesajlar" vermek için bir platform olarak kullandı.Çevik Paşa bu mesajların sonuncusunu - ve de en önemlisini - önceki gece yüzlerce kişinin katıldığı ATC balosunda, kendisinin laik görüldüğü "Savunma Ödülü"nü aldıktan sonra verdi. Konuşmasını İngilizce yazılı bir metne dayanarak, gür bir sesle yapan General Bir, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Anayasa'ya, demokrasiye ve halkın özgürlüğüne saygılı olduğunu vurguladı ve Türkiye'de demokrasinin temellerini Atatürk'ün, İstiklal Savaşı'nda, Millet Meclisi'ni kurmak suretiyle attığını anımsattı. General Bir, konuşmasının bu bölümünü Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bu sistemin koruyucusu olarak, demokrasi ve laiklik ideallerine bağlı kaldığını belirterek noktaladı...Orgeneral, konuşmasının diğer bölümünde, Türkiye'nin Avrupa ile bütünleşmek istediğini ve Avrupa Birliği'nin dışında bırakılmaması gerektiğini söyledi.
Çevik Paşa insan hakları sorununa da değinerek, bu konunun, Türkiye'nin parçalanması ve ulusun kutuplaşması için kullanılmasına izin verilemeyeceğini

Yazının Devamı

Amerikalıların kafası karıştı...

22 Şubat 1997

HÜKÜMETİN Refah kanadı ile diplomatik ve askeri kurumlar arasında, dış politika konularındaki görüş ayrılıkları, Washington'a da yansıdı.
Amerikan - Türk Konseyi'nin (ATC) yıllık konferansı vesilesiyle buraya gelen bakanlar ve yetkililer konuşmalarında ve temaslarında farklı, hatta çelişkili mesajlar verdiler ve sonuçta Amerikalı muhataplarının zihnini daha da karıştırdılar...O kadar ki, yüksek düzeyli bir ABD yetkilisi bize şöyle demek zorunda kaldı: "Doğrusu hükümet adına kimin konuştuğunu, Ankara'nın resmi politikasını kimin tam olarak ifade ettiğini anlamakta güçlük çekiyoruz"...
Refahyol hükümeti bir süredir dış politika konularında ikibaşlılık sinyallerini veriyordu. Bu kez bir yandan Refahlı Devlet Bakanı Abdullah Gül'ün, diğer yandan Savunma Bakanı Turhan Tayan'ın, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Onur Öymen'in Washington'da söyledikleri, bu çelişkiyi, keskin çizgilerle gözlerin önüne serdi.
Yazık. Çünkü Türkiye ile ABD arasında daha iyi bir anlayışın ve daha sıkı bir işbirliğinin sağlanması için çalışan ATC'nin bu toplantıları, Türkiye'nin burada sesini daha iyi duyurması için güzel bir fırsat oluşturuyordu. Oysa, çatlak

Yazının Devamı

ABD Refah'a nasıl bakıyor?

21 Şubat 1997

GEÇEN Kasım ayında Washington'da bu soruya yanıt ararken edindiğim izlenim, ABD'nin bir "bekle ve gör" tutumunu benimsediği idi. Aynen Avrupalıların yaptığı gibi...
Bekleyip görmek istedikleri şey, Refah iktidarının Türkiye'nin politikalarında - ve özellikle dış siyasetinde - köklü değişiklik mi yapacağı, yoksa farklı üslup ve yaklaşıma rağmen, geleneksel çizgide mi kalacağı idi.
Şimdi Washington'daki çeşitli yetkililerle ve uzmanlarla temaslarımdan, ABD'nin, Yönetim olarak, Refah'a daha anlayışlı bakmaya başladığı izlenimini ediniyorum. Aynen Refah'ın (dünkü yazımda belirttiğim gibi) ABD'ye daha sıcak baktığı gibi...
"Yönetim"in altını çiziyorum. Çünkü yönetim dışındaki çevrelerde - yani bir kısım Kongre üyeleri ve "Türkiye ile yakından ilgilenen etkin düşünce kuruluşları ("Think - tank"lar) arasında - Refah'ın stratejisi ve niyetleri konusunda kuşkular ve hatta kaygılar devam ediyor. Bu çevreler "bekle ve gör" tutumunu sürdürmeyi yeğliyor...
* * *
YÖNETİMİN politikası, ABD'nin çıkarlarını ön planda tutan pragmatik bir yaklaşıma dayanıyor. Washington'un açısından, Türkiye bölgede önemli bir ülkedir ve Batı tarafından desteklenmesi gerekmektedir. Refah'ın geçmişteki davranışları ve

Yazının Devamı