Kabahat (sadece) büyükelçide mi?..

5 Şubat 1997

İRAN'ın Ankara Büyükelçisi Bagheri, aslında Tahran'ın resmi görüşlerini dile getirdi. Sırf kişisel düşüncelerini ifade etmedi. Hükümetinin politikasına ters düşen birşey söylemedi...
İranlı diplomatın gafı, "diplomatik" hareket etmemesi, Sincan Belediyesi gibi militanlığı ile tanınan bir yerel yönetime sempatisini gösterererk "Kudüs Gecesi"nde yaptığı konuşmada, Türkiye'nin iç ve dış politikasına dil uzatmasıdır.Büyükelçi Bagheri, bu vahim "davranış hatası" yüzünden, Türk diplomasisinin, siyasilerinin, basınının ve kamuoyunun sert tepkisine hedef oldu.
Büyükelçinin sözlerinde Dışişleri Bakanlığı'nın protestosuna yol açan iki önemli nokta var: Birincisi, şeriatla ilgili değerlendirmesidir. Bagheri, "Kudüs Gecesi"ni, İran'ın "fundametalizm" veya şeriat ile ilgili görüşünü yansıtmak için, bir fırsat olarak kullandı. Laik Türkiye'de - hele şu sırada - bu konuda duyulan büyük hassasiyeti bile bile...İkinci husus, büyükelçinin ABD ve İsrail ile işbirliği yapan ülkelerin Allah tarafından cezalandırılacağı cümlesini de kapsayan ağır suçlamasıdır. Ankara'da 8 yıla yakın bir zamandır görev yapan ve Türk dış politikasının yönünü de gayet iyi bilen İranlı diplomatın bu sözlerle kimi kastettiği

Yazının Devamı

"Genişleme" ne kadar gerekli?

4 Şubat 1997

İLKE olarak herkes "genişleme"den yana. NATO'nun 16 üyesi, Doğu Avrupa ülkelerinin ittifaka katılması arzusunu paylaşıyor. Türkiye dahil, müttefikler bu konuda aldıkları bir kararla da, "genişleme politikası"nı prensipte benimsemiş bulunuyor.
ABD ve Almanya dahil belli başlı Batı Avrupa ülkelerinin başta Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti olmak üzere, eski Doğu Bloku ülkelerinin NATO'ya girmelerini istemelerinin nedenleri açık. Resmen beyan edilen başlıca neden, Avrupa güvenliği ile ilgili. Bu ülkeler NATO'ya katılırsa, hem kendileri, hem asli üyeler kendilerini daha güvenli hissedecekler. Rusya'nın ilerde yeniden Doğu Avrupa ülkelerini kendine bağlamak veya tehdit etmek olasılığı ortadan kalkacak. Moskova'nın olası yayılmacı emelleri frenlenecek.
Bir de açıkça beyan edilmeyen bir neden var: O da, NATO "büyükleri"nin kendi çıkar hesaplarıdır. ABD ve Almanya, Avrupa'nın "öteki yarısı" üzerindeki etkinliklerini korumak istiyorlar. Bunun bir yolu da, Doğu Avrupa ülkelerini NATO'ya almaktır...
* * *
NATO'nun genişlemesi lehinde gösterilen gerekçelerde bir mantık vardır kuşkusuz. Ancak, ABD dahil, birçok ülkede bu politikanın doğruluğu şu sırada enine boyuna tartışılıyor. Hatta

Yazının Devamı

"NATO kartı" ile "AB kumarı"...

1 Şubat 1997

DIŞİŞLERİ Bakanı Tansu Çiller'in Roma'daki temaslarında, Türkiye'nin AB üyelik sürecine alınmaması halinde, NATO'nun genişlemesini engelleyebileceği konusunda verdiği mesaj, Batı başkentlerinde olumsuz tepkiler yarattı.
NATO Genel Sekreteri Javier Solana, "Milliyet"te bugün yer alan özel demecinde, Ankara'nın böyle bir davranışa geçmeden önce "sorumluluklarını iyi hesaplaması gerektiğini" belirtti ve NATO'nun genişlemesi konusunun "NATO içinde çözümlenemeyecek sorunlarla değiş - tokuş edilemeyeceğini" söyledi. Yani NATO'nun bir numaralı yöneticisi üstü kapalı terimlerle şunu demek istiyor: AB üyeliğini garantilemek için, NATO'da veto kullanmaya kalkışırsanız, bu aleyhinizde olur. AB'de amacınıza ulaşamayacağınız gibi, NATO'daki durumunuz da adamakıllı sarsılır...Benzer tepkiler başta ABD olmak üzere diğer NATO üyelerinden de geliyor. Amerikan sözcüsü Burns, Çiller'in böyle bir şey söyleyebileceğine ihtimal vermek istemiyor. Alman ve diğer Avrupalı yetkililer bu söylenenleri tehdit ve hatta şantaj olarak nitelendiriyor. Batı basınının genel tutumu da bu yönde.
Tepkilerin genelde olumsuz olmasına karşılık, bu "çıkış"ın belki de yararlı tarafı, müttefiklerin bu vesile ile Türkiye'nin

Yazının Devamı

Fiyasko mu, zafer mi?..

31 Ocak 1997

TÜRKİYE'de genellikle dış temasların sonucunu ya "ağır bir yenilgi" ya da "büyük bir başarı" olarak nitelendirmek huyu, bir kez daha kendini gösterdi: Dışişleri Bakanı Tansu Çiller'in AB'nin 5 önde gelen ülkesine mensup meslektaşları ile yaptığı toplantı için basında gene benzer çelişkili sıfatlar kullanıldı.
Çoğu zaman olduğu gibi, bu kez de gerçek, ikisinin ortasındaki bir çizgidedir. Yani Türk diplomasisi, AB ile bütünleşme çabasında, Roma'da ne "ağır bir darbe" yemiştir, ne de tam üyeliğinin gerçekleşmesi konusunda "kesin bir güvence" almıştır.Olan şudur: "Beşler" Türkiye'nin tam üyelik talebinin ele alınmasını zorlaştıran koşulları, insan hakları, Kürt meselesi, Kıbrıs sorunu gibi mutad argümanları tekrarlayarak hatırlatmıştır. Yani onların gözünde, bu koşullar hala Türkiye'nin AB'ye girmesine engeldir.
* * *
AMA bu kez, aynı "Beşler" Türkiye'nin argümanlarına daha büyük anlayış göstermiş ve daha olumlu sinyaller vermiştir. En önemlisi, bu toplantıda, Türkiye'nin tam üyelik isteminin sırada bekleyen diğer 11 aday - adayı ile "eşit şekilde" ele alınması kabul edilmiş ve dolayısıyla şimdiye kadar öngörülen Ankara'ya ayrı bir statü tanınması görüşü terkedilmiştir.Dışişleri

Yazının Devamı

Yeni tür bağımsızlık...

30 Ocak 1997

BARIŞ tamam. Şimdi sıra bağımsızlıkta...Çeçenistan'daki seçimlerin verdiği mesaj bu.
Gerçekten seçim sonucu, iki yıllık kanlı savaşın ardından kurulan barışı pekiştiriyor. Başkan seçilen Aslan Mashadov, bu barışın baş mimarı. Asker olarak, Rus ordusuna karşı savaşta, ulusunu zafere götüren komutan. Ama aynı zamanda, savaş alanındaki başarıyı müzakere masasına taşıyabilen, nihai hedefe ulaşmak için diplomasiye ihtiyaç olduğuna inanan, gerçekçi bir devlet adamı...Mashadov, Çeçenistan'ın egemenliği ve bağımsızlığı idealine, seçime katılan diğer adaylar kadar bağlı. Nitekim Başkanlığı kesinleştikten sonra yaptığı ilk konuşmalarında, bunu vurguladı.
Ancak 45 yaşındaki eski komutan, bu hedefe ulaşmak için zorlamalara, şiddete başvurmaya karşı çıkıyor. "Her ne pahasına olursa olsun, Rusya'dan ayrılmak düşüncesinde değilim" diyor. Geçen ağustosta Ruslarla imzaladığı anlaşmayı esas alarak, Çeçenistan'ın siyasal statüsünün önümüzdeki yıllarda (2000 yılına kadar) "müzakere yolu ile" belirlenmesi gerektiğini savunuyor. Ve "Çeçenler savaştan bıktı, yorgun düştü. İnsanlarımız sükunet istiyor; Tacikistan veya Afganistan'da olduğu gibi kargaşaya sürüklenmek istemiyor" diye vurguluyor...
Mashadov'u

Yazının Devamı

AB ile sağırlar diyaloğu mu?

29 Ocak 1997

DIŞİŞLERİ Bakanı Tansu Çiller'in Roma'da bugün Avrupa Birliği mensubu 5 meslektaşına vereceği mesaj, son zamanlarda söylediklerinden pek farklı olmayacak.
Mesajın özü şu:
- Türkiye, AB ile tam üyelik konusunda ısrarlıdır. Yıllardanberi AB ile organik bağlar kurmuş olan, bu arada Gümrük Birliği'ni de gerçekleştiren Ankara buna hak kazanmıştır. AB yeni adaylara bu olanağı vermeye hazırlanıyor. Bu adayların çoğu, Türkiye'nin durumundan daha müsait değil. Üstelik, Türkiye yıllardanberi Batı camiası içinde yer alıyor ve yükümlülüklerini yerine getiriyor. Şimdi eğer onlara kapıları açarken Türkiye'yi dışlarsanız, büyük bir haksızlık ve vahim bir hata yapmış olursunuz.Çiller mesajına bir çağrı ve bir uyarı da ekleyecek.
Çağrı:
- Bu yılın sonunda 15'ler, yeni adaylarla beraber çektirecekleri "aile fotoğrafı"na Türkiye'yi de dahil etsin...Uyarı:
- Eğer bu şansı vermezseniz, Türkiye'yi kaybedersiniz...* * *ROMA'daki Türk - AB Dışişleri Bakanları (Türkiye ile birlikte "altılar") toplantısı, "istişari" niteliktedir. Yani bu grup, bir karar mekanizması değildir. Ama grubun içinde, AB politikasına yön veren (özellikle Almanya, Fransa ve İngiltere gibi) etkin ülkeler yer alıyor. Çiller'in, daha önce

Yazının Devamı

Dış politikada uyuşturucu kıskacı!

28 Ocak 1997

KIBRIS'tan Kürt meselesine, İnsan Haklarından Türk - Yunan uyuşmazlığına kadar, Türkiye ile Avrupa arasındaki sorunlar listesinde yer alan çeşitli anlaşmazlıklara şimdi bir de uyuşturucu konusu ekleniyor...Almanya, İngiltere, Fransa, Hollanda başta olmak üzere birçok Avrupa ülkelerinden bu konuda iddialar ve suçlamalar geliyor. Batı'ya ulaşan uyuşturucunun önemli bir kısmının Türkiye'den kaynaklandığı, kaçakçı şebekelerinin birtakım resmi makamlarla işbirliği yaptığı, hatta üst düzey hükümet mensuplarının da bu trafiği koruduğu öne sürülüyor.
Son günlerde peşpeşe gelen haberler, Türkiye'nin giderek uluslararası platformda bir "uyuşturucu kıskacı"na girmekte olduğunu gösteriyor. Avrupa'da ve bazı uluslararası kurumlarda Türkiye'nin uyuşturucu trafiğine göz yumduğu (hatta bazı resmi kişilerin çabası ile teşvik ettiği) mesajı veriliyor. Bunu Türkiye'ye fazla sempatisi olmayan çevreler derhal bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya başlıyor. Türkiye'yi tanıyan ve genelde destekleyen çevreler ise, bu "şok haberler" karşısında şaşırıp kalıyorlar.
Sonuçta tabii, Türkiye'nin dış itibarı sarsılıyor. Özellikle Avrupa ile ilişkilere - tam da yeni bir atılım yapılmak istendiği bir sırada -

Yazının Devamı

Frankfurt'ta da hakimler var mı?

25 Ocak 1997

HUKUK tarihine geçen ünlü "Berlin'de hakimler var" sözü, acaba Frankfurt'taki hakimler için ne kadar geçerlidir?
Bu konuda en azından bir hakim için ciddi şüpheler var. O da Frankfurt 17'nci Ağır Ceza Mahkemesi Yargıcı Rolf Schwalbe...
Bu yargıç, son olarak ele aldığı bir uyuşturucu davasında, biri Türk, 3 sanığı mahkum ederken, Türk hükümetini ve bizzat Başbakan Yardımcısı - Dışişleri Bakanı Tansu Çiller'i zan altında tutan bir tavır sergiledi. Alman - ve dünya - basını, şimdi Frankfurt'lu hakimin söylediklerine dayanarak, Çiller'in ve dolayısıyla hükümetin, Avrupa'daki uyuşturucu trafiği ile ilintisi olduğunu açık - seçik ifadelerle bildiriyor.
Tabii böyle bir iddia - veya iftira - karşısında Ankara ayağa kalktı. Bonn'a nota üstüne nota yağdırıldı. Frankfurt mahkemesinin Türk hükümetine ve şahsen Tansu Hanım'a karşı suçlaması, sert sözcüklerle kınandı. Ayrıca Alman makamlarının özür dilemesi de istendi...
* * *
YARGIÇ Schwalbe'nin iddiası, Almanya'da da şaşkınlık yaratmadı değil. Eyalet mahkemesi savcısı dahi, bu konuda duyduğu kuşkuyu dile getirdi.
Ama gene de, bu hakimin, Çiller ve Türk hükümeti aleyhindeki iddiasını neye dayanarak ortaya attığı, tartışılıyor. Mahkemeye sunulan

Yazının Devamı