Refah ABD'ye nasıl bakıyor?..

20 Şubat 1997

BU soru, ABD'nin Refah Partisi'ne nasıl baktığı suali kadar önemli.
Şu sırada her iki soru, Devlet Bakanı - veya koalisyonun Refah kanadının "gölge Dışişleri Bakanı - Abdullah Gül'ün ABD ziyareti vesilesi ile gündeme gelmiş bulunuyor.
Soruyu hemen ve direkt olarak yanıtlayalım: Refah şimdi ABD'ye daha sıcak bakıyor...
Şimdi sözcüğünün altını çizmemizin nedeni malum: Refah, uzun muhalefet yıllarında ABD'yi her vesile ile yerden yere vurdu; onunla işbirliği yapan tüm Türk hükümetlerini şiddetle eleştirdi. Oysa aynı Refah, bugün ABD'yi işbirliği yapılacak en yakın ülke sayıyor ve bu yönde bizzat birtakım adımlar atıyor.
Bu en azından Refah Partisi liderliğinin tutumudur. Ve tabii bu tavır, Ankara'nın resmi devlet politikasına uymaktadır.
Ya liderliğin dışındaki Refahlıların tutumu ne? Bazı Refah politikacıları ve resmi organları herhalde bu tavrı içlerine pek sindiremiyorlar ve fırsat buldukça ABD'ye karşı eski kampanyalarını sürdürüyorlar.
Bu çelişkiyi Abdullah Gül'e hatırlattığımızda tepkisi şöyle oldu: "Refah yöneticilerinin tavrı ve niyeti, ABD ile sıkı ilişkiler içerisinde bulunmaktır. Partide farklı düşünenler olabilir. Ama önemli olan, liderlerin belirlediği çizgidir"...

Yazının Devamı

Sınav haftası

18 Şubat 1997

BU hafta Türkiye'nin gerek Avrupa, gerekse ABD ile, yani genel terimle Batı ile ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası oluşturacak.
Bu "sınav haftası" aynı zamanda yeni ABD Dışişleri Bakanı Madeline Albright'ın ilk yurt dışı gezisinin, birçok uluslararası sorunların yanı sıra, Türkiye'nin Batı camiası içindeki yerini de gündeme getirdiği bir zamana rastlıyor.
Sınav haftasının bir öğesi, NATO'nun bugün Brüksel'de Dışişleri bakanları düzeyinde yapacağı olağanüstü toplantı. NATO "genişleme" politikasının tartışılacağı görüşmelerde, Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, Türkiye'nin "NATO kartı"nı neden ve hangi şartlarda oynamak zorunda kalabileceğini anlatmaya çalışacak ve büyük olasılıkla meslektaşlarının bu yola gidilmemesi yönünde uyarı ve baskıları ile karşılaşacak...
Sınav haftasındaki diğer gelişme, Türkiye - ABD ilişkileri ile ilgili. Yarın Washington'da başlayacak olan Amerikan - Türk Konseyi (ATC) toplantıları, aralarında Devlet Bakanı Abdullah Gül gibi siyasilerin, General Çevik Bir gibi komutanların ve ayrıca Sabancı, Koç gibi ünlü işadamlarının da "ABD çıkarması"na vesile olacak. Hafta boyunca siyasal ilişkilerden askeri işbirliğine, enerjiden ticarete kadar çeşitli alanları

Yazının Devamı

Silah işi...

15 Şubat 1997

ÖNE sürülen gerekçe hep aynı: Satılan silahlar, savunma amaçlıdır. Askeri dengeleri bozmaz, savaş tehlikesi yaratmaz...
Rusya'dan Güney Afrika'ya kadar, silah satan tüm devletlerin kullandığı argüman bu.
Bu gerekçeye göre, silah satan ülkeler kötü bir şey yapmıyorlar, aksine dengelerin sağlanmasına (hatta nerede ise barışın kurulmasına) katkıda bulunuyorlar!Tabii arada baklayı ağızdan çıkarıp, silah satmanın da bir "ticaret" olduğunu söyleyenler var. Örneğin, Güney Kıbrıs'a füze ihraç edecek olan Rusya'da bazı yetkililer, bunun normal bir alışveriş olduğunu açıkça söylüyorlar ve modern silahlar üreten Rusya için bu dış satımın önemli bir gelir kaynağı oluşturduğunu da ekliyorlar.
Rusya, dağılan Sovyetler Birliği'nden ve Soğuk Savaş döneminden devraldığı, ileri teknolojiye dayalı, gelişmiş bir savaş (pardon, savunma) sanayiine sahiptir. Bugün bu sektör, ekonomisi sıkıntıda bulunan ve dolara şiddetle ihtiyacı olan Rusya'nın ihracat listesinde, önemli bir yer tutuyor.
Tabii silah ticaretinin, döviz dışında siyasal etkinlik de kazandırdığını unutmamak gerek. Moskova Kıbrıs'a silah satarken, Klerides yönetiminin dostluğunu sağlıyor ve siyasal nüfuzunu Doğu Akdeniz bölgesine yaymak

Yazının Devamı

Şincan da kaynıyor...

14 Şubat 1997

ÖNCE adını doğru koyalım: Çin'in kuzeybatısındaki Uygur Özerk Bölgesi'nin ismi, Şincan'dır. Yoksa gazetelerimizde yer alan - ve de son günlerde güncelleşen - bizdeki Sincan değil!
Şincan, Çin yönetimi altında, Uygurların topluca yaşadığı bir bölgedir. Türk kökenli Uygurlar buralarda 2000 yıldan beri hayatlarını sürdürüyorlar. Çoğu zaman bu insanlar, Çinlilerin hakimiyeti altında kaldılar. Arada bağımsızlığı tattıkları da oldu. Çin'de iç savaş sürerken, 1944'te Uygurlar bu topraklarda Doğu Türkistan Cumhuriyeti'ni kurdular. Ancak 1949'da Çin burayı tekrar egemenliği altına aldı. Pekin, ülkenin diğer bölgelerinde olduğu gibi, Şincan'da da katı komünist rejiminini - ve Çinlileştirme politikasını - uyguladı.
Şincan Pekin'in yönetimi altına girdiği zaman, nüfusun ancak yüzde 4'ü Çinli idi. Bugün bu oran yüzde 40'ı buluyor. Merkezi hükümet, Uygurları asimile etmek için ne gerekiyorsa yaptı: Uygurları kısırlaştırmaktan dini özgürlüklerini kısmaya varıncaya kadar...
Bu politika Kültür Devrimi döneminde amansızca uygulandı. Daha sonra, Çin'in "liberalleşme"ye yönelmesi ile dizginler biraz koyverildi, ama gene de Şincan, (Tibet gibi) Pekin'in kuş uçurtmadığı - ve bu arada yabancı gazetecilere

Yazının Devamı

AB sürecinde zaman daralıyor

13 Şubat 1997

TÜRKİYE'nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğinin akıbeti önümüzdeki birkaç ay içinde belli olacak. Bu arada yapılacak bir dizi toplantı ve temasın yanı sıra, Haziran ayında Amsterdam'da yer alacak olan AB zirvesinde, Türkiye'nin "genişleme" politikası çerçevesindeki adaylar listesine alınıp alınmayacağı anlaşılacak.
Bugünden AB'nin nihai kararının ne olacağını kestirmek mümkün değil, ama topluluğun önde gelen ülkelerinde şimdi Türkiye'nin istemini reddetmeme veya Ankara'yı daha fazla oyalamama yönünde bir havanın estiği de seziliyor.Açıkçası, Türkiye'nin son haftalarda giriştiği diplomatik çabalar sonucunda, AB artık kararını daha fazla erteleyemeyeceğini, tercihini bu birkaç ay içerisinde yapmak zorunda olduğunu anlamış bulunuyor.Havanın bu şekilde değişmesinde birçok faktörler rol oynuyor. Bunların başında Türkiye'nin, AB'nin 11 ülkeyi kapsayan adaylar listesine eşit şartlarla girme konusundaki kararlılığı geliyor. Avrupalıların - henüz hepsi değilse bile - önemli bir kısmı, Ankara'nın bu isteğinin kabul edilmemesinin, onu Avrupa'dan - ve bir anlamda Batı'dan - uzaklaştıracağını, bunun da Avrupa ve dünya politikası açısından olumsuz sonuçlar yaratacağını anlamaya başlıyorlar.
Bu arada

Yazının Devamı

Herşey o kadar kötü değil...

8 Şubat 1997

İÇ sorunların yarattığı karamsarlık, zaman zaman dış politikaya da yansıyor. Türkiye'nin uluslararası alanda karşılaştığı sıkıntılar ön plana çıkıyor ve açıkçası moral bozuyor.
Bu arada iyi gelişmeler de olmuyor değil. Bu tür olaylar Türkiye'nin, herşeye rağmen, bölge ve dünya politikasında önemini koruduğunu, etkinliğini sürdürdüğünü gösteriyor.Okuyucularımız, bizim bu sütunda objektif ölçülerle, dış politikadaki gelişmelerin her iki yönünü değerlendirmeye çalıştığımızı bilirler. Gerçekleri - hoşumuza gitmediği zaman da - soğukkanlılıkla analiz etmek, herhalde "hezimete uğradık, yandık mahvolduk" demekten daha yararlıdır... Çoğu zaman, gerçeklerin bir de "öbür yüzü" vardır. Bunu görmezlikten gelmemeli, bunun başarılı ve cesaret verici bir yanı varsa, işin bu yönü de dikkate alınmalıdır. Bunu yaparken, sonucu "büyük bir zafer" olarak abartmaya da gerek yoktur...
Dış politikada - diğer alanlarda da olduğu gibi - herşey her zaman kesin çizgilerle "siyah" veya "beyaz" olarak ayrılamaz. Kuşkusuz, bir takım olumsuzluklar vardır. Ama herşey kapkara da değildir. İyi şeyler de olabiliyor. Hem de, içte büyük sıkıntıların - hatta kargaşanın - yaşandığı dönemlerde bile!..* * *DÜN İstanbul'un

Yazının Devamı

Darbe üstüne darbe...

7 Şubat 1997

TÜRKİYE'nin imajı ağır bir darbe daha yedi.
İnsan hakları ihlallerinin, Susurluk skandalı ile ortaya çıkan yolsuzlukların, uyuşturucu trafiğine ilişkin suçlamaların ve kafaları karıştıran yönetimdeki iki başlılığın ardından, şimdi bir de Sincan olayı, dış itibarımızı biraz daha sarsıyor.
Fazla gerilere gitmeye gerek yok. Bir yıl önce dahi Türkiye'nin dünyadaki görüntüsü farklı idi. Şimdi ise, Türkiye'nin zaten bozuk olan fotoğrafına, bir de "Sincan manzarası" ekleniyor!Ülkemizin dışarda yeterince tanınmadığından veya kötü tanındığından hep yakınırız. Bunda gerçek payı var tabii. Ama imajımızı sadece (milyarlar da harcasak) "tanıtma" ile düzelteceğimizi sanırsak çok yanılırız. Zaten yanıldığımız da, tecrübe ile ortada.Evet, ciddi bir imaj sorunumuz var. Bunun başlıca nedeni de, bizim yansıttığımız "fotoğraf"tan kaynaklanıyor.Bugün dünya basınında Sincan olayı olumsuz şekilde ele alınıyorsa (ve örneğin "Daily Telgraph"in belirttiği gibi Türkiye bir "serseri mayın"a benzetiliyorsa) bunun nedenini, "dış alem"in bizi tanımamasında veya ön yargılı olmasında aramamak lazım.
Ne yazık ki, dışardaki olumsuz izlenimler, Türkiye'den yansıyan tablonun bir ürünüdür...* * *SİNCAN olayının dışardaki

Yazının Devamı

Halkın gücü...

6 Şubat 1997

İLGİNÇ bir rastlantı sonucu, iki Balkan ülkesinde haftalardan beri süregelen gösterilerden sonra, önceki gün sosyalist iktidarlar, sokaklarda dile getirilen istekleri yerine getirmeye razı oldular.
Bulgaristan'da Meclis'te çoğunluğa sahip olan sosyalistler, Nikolay Dobrev yönetiminde yeni bir hükümet kurmaya hazırlanırken, bir an önce seçime gidilmesini isteyen muhalefetin ve bu arzuyu 5 haftadır Sofya sokaklarında yansıtan halkın baskısına boyun eğmiş ve sonunda seçimlerin nisan ayında yapılmasını kabul etmiştir.
Sırbistan'da ise Cumhurbaşkanı Slobodan Miloseviç ve sosyalist hükümet, 11 haftadır geceli gündüzlü devam eden gösterilerden sonra, geçen kasımda yerel seçimleri muhalefetin kazandığını kabullenmek zorunda kalmıştır. Oysa iktidar, 14 ilde seçim sonucunu iptal edip muhalefetin hakkını yemeye kalkmıştı.
İki Balkan ülkesinde aynı zamanda gerçekleşen bu "mutlu son", halkın gücünün neler başarabileceğini açıkça ortaya koymuştur.Her iki ülkede de, istenen sonuç, herhangi bir zorlamaya veya şiddete başvurulmadan, sadece bir toplumsal direniş ile, elde edilmiştir.Halk kitleleri, bilinçli ve disiplinli biçimde, kışkırtmadan veya provokasyonların etkisi altında kalmadan, isteklerini

Yazının Devamı